Genel itibariyle bir varlık ya da bir kavramın ne olduğunun açıklanması olarak ifade edilen “tanımlama” Müslüman halkların yitirdikleri en büyük güçlerden biridir. Müslümanlar ellerinde bulundurdukları bu gücü başkalarınma kaptırdıkları günden itibaren yollarını şaşırmışlar, Müslümanları Müslüman yapan temel niteliklerden uzaklaşmaya ve bozulmaya başlamışlardır. Çünkü artık hayatlarının rotasını kendi tanımlamalarına göre değil başkalarının kendilerini nasıl tanımladığına göre belirlemek durumunda kalmışlardır. Oysa hayatı kendi tanımlarımıza ve tanımlamalarımıza göre inşa etmek ve okumak olmazsa olmaz bir şarttır.
Tanımlamalar bir yönüyle kavramlara sınırlar belirlemektir. Zira “Her tanım bir sınırlandırmadır.” denilebilir. O hâlde bizi, meselelerimizi ve onları ifade ettiğimiz kavramlarımızı kim hangi salahiyetle tanımlıyor ya da kelimenin hakkını vererek soracak olursak, sınırlandırıyor? Her tanımın aynı zamanda bir eksiltme ve daraltma olduğu düşünülecek olursa, bizi belirleyen tanımlar değerlendirilirken neyin içeride tutulup neyin, neden dışarıda bırakıldığını sorgulamanın gerekliliği anlaşılır. Çünkü tanımlar insanın zihin dünyasının da sınırları ve varlığının evi hâline gelebilirler. Hapsedildiği zindanı evi bilmek makûs bir talih olsa gerek.[1]
Müslümanlar hem kavramlarını hem bu kavramların içeriklerini vahye göre belirleyip tanımlamakla memurdurlar. Çünkü bazı kavramları bizzat vahyin kendisi tanımlamaktadır. Bu tanımlamaları göz ardı ederek vahye uygun Müslümanca bir hayat sürdürmek mümkün değildir. Bu tanımlamaları görmezden gelmek tanımlamaları yapan merciyi yani Allah Teâlâ’yı dikkate almamaktır.
Vahiy; ilah, rab, din, mü’min-kâfir, hak-batıl, hayat-ölüm, sadık-kazib, kâr-zarar gibi birçok kavramın ne olduğunu tanımlamış ve bu tanımlamalara göre hareket edilmesini istemiştir. Örneğin Hucurat suresi 14. ayette haber verildiği üzere kendilerini mü’min ilan eden bazı bedevilere Allah Teâlâ gösterdikleri “boyun eğme ve teslimiyetin” iman olmadığını ilan ettikten sonra mü’minlerin kim olduklarını ve hangi vasıflara sahip olduklarını 15. ayette şu şekilde ifade etmiştir:
“Gerçek mü’minler, ancak Allah’a ve Elçisine inanan, sonra kuşkuya kapılmayan ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücâdele eden kimselerdir. İşte iman iddiasında doğru olanlar bunlardır.”
Hak-batıl tanımlamasında da benzer bir durumu görmek mümkündür:
“Allah gerçeğin (hakkın) ta kendisidir; O’nun peşi sıra yalvardıkları ise batılın ta kendisidir…”[2]
Kur’an’ı/vahyi şiir,[3] eskilerin masalları[4] ve Hz. Peygamberin Allah’a iftira ederek uydurduğu bir söz[5] olarak tanımlayanlara karşı Allah Teâlâ onu şöyle tanımlar:
“Bu Kur'ân’ın, Allah tarafından gelmeyip başkası tarafından uydurulmuş olması asla mümkün değildir…”[6]
“Hiç kuşkusuz bu Kur’an, en doğru yola iletir ve güzel davranışlar ortaya koyan müminlere, kendilerini büyük bir mükâfâtın beklediğini müjdeler.”[7]
“Emîn ol ki, bu Kur’an’ı sana gönderen Biziz!”[8]
“O, bir şair sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!”[9]
Kur’an’ın yapmış olduğu tanımlamaların tamamını burada zikretmek mümkün değildir. Kur’an’ın hayatı inşa etme babından tanımlamalar yaptığını örnekleme kabilinden birkaç tanesini ifade etmekle yetindik. Zira şu bilinen bir gerçektir ki siz tanımlamalarınıza göre hareket etmezseniz birileri size kendi tanımlamalarını dayatır. Maalesef bugün tanımlama gücünü Batı’ya kaptırdık. Bu tanımlama üstünlüğünün “Batı”da da belli bir kesime ait olduğu da unutulmamalıdır. “İslamcılık”, “radikalleşme”, “İslami terör”, “bilimsellik”, “tarafsızlık”, “en iyi yönetim şekli”, “özgürlük”, “insan hakları” vb. kavramların ne olduğunu bu hâkim kesim tanımlıyor. Müslümanlarsa tartışmasız gerçeklermiş gibi bunları temel alarak olumlu olumsuz bir pozisyon alıyor ve bunlar etrafında bir kültür oluşturuyor.[10] Sonra da zalimler kendi kurgularına ve yaptıkları tanımlamalara göre kendilerini mazlum ilan ediyorlar.
Bugün Filistin’de yaşananlar bu tanımlamaların bir sonucudur. İşgalci İsrail devleti o toprakların esas sahiplerini mülteci, kendisini ise o toprakların sahibi olarak tanımlamaktadır. Gazze halkını terörist, kendisini ise bu terör karşısında meşru müdafaa hakkını kullanan bir mağdur olarak tanımlamakta ve bu tanımlama doğrusunda algı oluşturmaktadır. Buradan hareketle şunu ifade edebiliriz ki tanımlayan, tanımın içeriğini de belirleme hak ve yetkisini de elinde bulundurur.
Unutmayalım ki, biz kendi tanımlamalarımız doğrultusunda kavramlarımızın içeriğini belirlemediğimiz sürece başkalarının düşünmemizi istediği gibi düşünmeye devam ederiz…
[1] Zeliha Eliaçık, https://perspektif.eu/2020/01/02/islami-ve-islami-kavramlari-tanimlama-ustunlugu-kimde/ 14.12.2023
[2] Hac 22/62
[3] Enbiya 21/5; et-Tur 52/30
[4] el-En’am 6/25; el-Enfal 8/31; Furkan 25/5
[5] Hud 11/35
[6] Yunus 10/37
[7] el-İsra 17/9
[8] İnsan 76/23
[9] el-Hakka 69/41-42
[10] Zeliha Eliaçık, https://perspektif.eu/2020/01/02/islami-ve-islami-kavramlari-tanimlama-ustunlugu-kimde/ 14.12.2023