Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Gazze ve İsrail sağının kibri

Arap-İsrail çatışması, bölgede İsrail ile ilişkileri tanımlayan en doğru başlıktır. Savaşta ve barışta çatışmanın iki ana ekseni Araplar ve İsrail'dir. İster İran ister Türkiye isterse diğerleri olsun bölgedeki geri kalanlar ise yabancıdır. Tüm sloganlara rağmen bu çatışmanın savaş ve barışla sonuçlanması başkalarının elinde değil, Arap ülkelerinin elindedir.

Türkiye'nin son yıllardaki tutumu açık; sözlü destek ve Filistin'i desteklemeye yönelik büyük sloganlar, İsrail ile de ticari sözleşmeler ve yakın ilişkiler. İran'ın tutumu daha da açık: sözlü destek, büyük sloganlar, büyük teklifler, amaçsa Arap ülkelerinin istikrarını bozmak ve onlara hâkim olmak. İran, Filistin sloganı altında dört Arap başkenti üzerindeki kontrolüyle övünmeye başladı ve bu başkentleri beşe çıkarmaya çalışıyor. Dengeli pozisyonları ve politikalarıyla Ürdün, ister ülke içindeki çekişmelerin kışkırtılması, ister yıllardır İran’a bağlı milislerin yayıldığı sınırlardaki milis tacizi yoluyla fırtınanın ortasında görünüyor. Bu durum “Kara Eylül”ün tekrarlanmaması, nüfuz genişletme ve hegemonya dayatmasının bir daha başarıya ulaşmaması için uzunca ve detaylıca ele alınmalı.

İsrail'in eliyle öldürülen Arapların sayısı çok ama Irak, Suriye, Lübnan, Yemen gibi doğrudan müdahale edebildikleri her ülkede ya doğrudan ya da Şii milisler ve Sünni terör örgütleri aracılığıyla veya Körfez ve Arap ülkelerindeki terör örgütleri ve hücreler aracılığıyla İran'ın eliyle öldürülenlerin sayısı da bundan az değil. Bunlar, kınamadan uzak bir şekilde sahneyi betimleyen soğuk gerçeklerdir.

Bazı Filistinli fraksiyonlar söylemleriyle, politikalarıyla, liderlerinin açıklamalarıyla İran ile bağlantılılar. İran ve onunla birlikte başkaları ise Filistinle ilgili çatışmanın kimliğini Arap-İsrail çatışmasından İran-İsrail çatışmasına dönüştürmeye çalışıyorlar. Siyasi analiz açısından bu bir saçmalık ve gerçekleri değiştirmektir, ancak kendisi için yapılan büyük propaganda, bunu insani duygular ve doğal hisler kisvesi altında farkındalık oluşturmada bir sorun haline getiriyor.

Sadece kesin olanı teyit etmek için İsrail sağının kibrinin öncesinde olduğu gibi sonrasında da devam ettiğini ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bunun sadık temsilcisi olduğunu belirtmeliyiz. Mevcut Gazze savaşı sonrasındaki açıklamaları giderek daha açık hale geliyor ve diplomatik olmaktan uzaklaşıyor. Her ne kadar bazı Filistinli fraksiyonlar radikal olsa ve bölgedeki büyük siyasi değişiklikleri anlamasa da Netanyahu onların karşı taraftaki yüzünü temsil ediyor.

Bazı Filistinli fraksiyonlara yönelik eleştiri esasında bir Filistin eleştirisidir. Bu eleştiri, Arap dünyasında bu fraksiyonlardan bazılarının Arap olmayan bir eksene tamamen taraf olma, Arap ülkeleri, halkları ve toplumları ile savaşan, Arap halklarını katletmeye devam eden bu eksenin askeri ve siyasi liderlerini şu veya bu fraksiyonun, Filistin davasının sembolleri sayma kertesine varan politikalarının, kararlarının ve pozisyonlarının gelişmesiyle genişledi. Bu, kendisini reddeden birçok Arap halkının tutumunda ters etki yaratan bir radikalizmdi.

Öte yandan İsrail sağı da bölgede öyle ya da başa çıkmak zorunda kalacağı büyük değişiklikleri anlamadı. Olan biteni anlamakta geç kaldığı için sınırsız Batı ve Amerikan desteğini çok çabuk tüketmeye başladı. Bu durum, Batı ve ABD’de popüler düzeyde İsrail’in kibrinden ve Gazze'de sivillere yönelik abartılı vahşetinden duyulan memnuniyetsizlik ve şikayetler yoluyla sosyal medya platformlarında ortaya çıkmaya başladı. İki ana partide, özellikle de liberal solun hâkimiyetine girmeye başlayan Demokrat Parti'de yankıları görülen bu durumun yakın zamanda karar vericiler arasında da yankıları olacak.

Öncü ve lider Arap ülkeleri, Suudi Arabistan liderliğinde siyasi dosyalarını her düzeyde denge, uyum ve entegrasyonla yönetmeye başladılar. Arap ve İslam ülkelerini, tüm bu ülkelerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde belirli yönlerde harekete geçirme kapasitesine sahipler. İsrail sağı, bazı Avrupa ve Batı ülkelerinin genel olarak Suudi Arabistan'a yönelik son yıllardaki politikalarını ve bunları değiştirmeyi nasıl öğrendiklerini izleyebilir. Bu öğrenmenin bir kısmı zor yoldan oldu.

Siyasi açıdan konuşursak, benim açımdan 7 Ekim'de yaşananlar, Filistin halkına ve bir bütün olarak Filistin davasına zarar veren, hesaplanmamış sonuçları olan bir maceraydı. Ancak İsrail'in Gazze, Batı Şeria ve Filistin Otoritesi’ne yönelik vahşeti, Filistin davasını temelden tasfiye etmeyi ve siyasi çözüm şansını ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Netanyahu'nun Oslo Anlaşması'na yönelik eleştirisi de bu yöne işaret ediyor ve İsrail sağı ne kadar kibirlense de iki devletli çözüm olmadan barışa erişilemez. Son çatışmalardan önce barış eli uzatılmıştı ve siyasi çözümü ortadan kaldırmak barışı da ortadan kaldırır.

İsrail sağı, Suudi Arabistan'ın Arap müttefiklerinin desteğiyle bölgeyi nasıl değiştirebildiğini, İran ve Türkiye gibi bölge ülkeleriyle nasıl yapıcı uzlaşılar kurduğunu, doğudan batıya dünyanın tüm büyük güçleriyle nasıl yakın ilişkiler tesis ettiğini okusaydı, tüm çetrefilli ve karmaşık konularda gerçek bir fark yaratabileceğini bilirdi. Gelecek teknesine binmek, geçmişe takılıp kalmaktan daha iyidir.

Filistin Kurtuluş Örgütü, tam tanımayla Filistin halkının tek meşru temsilcisi ve uzun bir süre İsrail kibrine karşı durdu ve bu pozisyonunu da sürdürüyor. Filistin Otoritesi ise Filistin Kurtuluş Örgütü’nün temsilcisidir ve yetkilileri, neden oldukları için bazı fraksiyonlardan ve liderlerinden hesap sormayı alenen dillendirmeye başladılar ki bu, tarihin mantığı ile halkların doğasının desteklediği doğal bir durumdur.

Radikaller, kasıtlı veya kasıtsız olarak birbirlerine hizmet eder ve birbirlerini yükseltirler. Netanyahu nasıl ki Filistin bölünmesini dayatmak için 2007'deki Gazze darbesini desteklemiş ve hayatta kalmaları ve Filistin Otoritesi’nden daha güçlü hale gelmeleri için milyarların İsrail bankaları aracılığıyla bazı fraksiyonlara akmasına izin vermişse, bugün de bu fraksiyonların maceralarını Filistin davasını tamamen tasfiye etmek için kullanıyor. Buna karşılık, statüsünü ve siyasi rolünü güçlü bir şekilde tehdit eden boğucu iç krizinin doruğundayken, bazı fraksiyonlar da ona sahneye güçlü geri dönüş sağlayacak ve siyasi muhaliflerini onun bayrağı altına girmeye zorlayacak bir kurtuluş ipi sundular.

Suudi Arabistan'ın Filistin meselesindeki tutumu tarihi ve onurludur ama "sosyal medya" kuşağı ve gençler bunları bilmiyor. Bu nedenle gerçekler istatistiklerle, rakamlarla, sembollerle ve tarihlerle belirtilmeli ve her şekilde tanıtılmalıdır. Herkes için apaçık bir bilgi haline getirilmelidir ki, organize bir plan dahilinde Suudi Arabistan'ı hedef alan, sahte sloganlar ve sert aşırılıklar altında gerçekleri çarpıtmaya çalışan fitneci ve kışkırtıcıların önü kesin bir şekilde kesilsin. Medya, bilgilerin öğrencilerin zihninde pekiştirilmesinde en az eğitim kadar önemli bir rol oynamaktadır.

Son olarak, radikaller reddetse bile geleceğin tercihi barıştır.