Terörün kaynaklarının El-Kaide, DEAŞ ve Boko Haram olduğu sırada Batı teröre karşı mücadele ederken kendisine havadan bombalama, terör örgütlerinin liderlerini takip etme ve onları buldukları yerde öldürme yetkisi tanıdı. Bunu yaparken hiçbir devletten, hatta Birleşmiş Milletler’den (BM) izin almadı ve Batılı ülkelerin kendilerine tanıdıkları bu yetki onlara mutlak bir yeşil kart sağlamış oldu.
Terörle mücadele El-Kaide ve DEAŞ gibi örgüt ve milislere karşı yürütüldüğünde, bu ülkeler, manevi de olsa herhangi bir destek sağlayan ülkelere çok ağır yaptırımlar uyguladı.
Gelgelelim terör bir devlet tarafından desteklenirken işin rengi değişiyor. İranlı liderlerin ikamet ve buluşma yerlerini, silah depolarını, silah imalat yerlerini ve belli lokasyon ve ülkelerdeki fırlatma rampalarını içeren kesin bilgiler ve istihbarat verilerine rağmen, Batılı ülkeler bunlarla mücadelede tereddüt ediyor ve peşine düşmemek için sayısız bahane sıralıyor. Buradan Sünni terörle mücadele etmekle Şii terörle mücadele etmek arasındaki farkı görebilirsiniz!
Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’in 2020 Mayıs ayında ABD’ye yaptığı resmi ziyarette söylediği gibi, 11 Eylül’den bu yana ABD’nin başını çektiği Batılı ülkeler terörün kaynağının Sünni yaklaşımdan geldiğini söylediler.
Fransız Haber Ajansı’na (AFP) göre Darmanin, New York ziyaretinde “Avrupalılar ve Fransa için baş tehlikenin Sünni İslam terörü olduğunu ve terörle mücadelede istihbarat servisleri arasındaki iş birliğinin elzem olduğunu onlara hatırlatmaya geldik” demişti.
O zamanlar, Batı’daki araştırma ve çalışma merkezleri, İslam mirasının Sünni kanadının terörün kaynağı olduğuna odaklanıyor; El-Kaide, DEAŞ ve Boko Haram gibi terör örgütü liderlerinin dayandığı referanslar ve dini kaynaklar ile terörizm arasında bir bağlantı arayarak bu liderlerin söylemlerini inceliyorlardı. Bu nedenle Batı ülkeleri, terörün köklerine karşı sıkı bir şekilde savaştı. Hatta iş öyle bir raddeye geldi ki, ABD Kamu Denetçisi Louis Dodaro’nın açıkladığı gibi birçok Arap ülkesinde ders müfredatının değiştirilmesi talep edildi. Terörün finansmanıyla mücadele ve ülkelerin iç işlerine karışma raddesine ulaşan diğer önlemler kisvesi altında, bütün ülkelerin para hareketleri izlendi. Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin terörle mücadele bahanesi altında yaşadığı konfor bu dereceye ulaşmıştı.
Bugün ise Haşdi Şabi ve Hizbullah milisleri gibi İran’ın vekilleri bölgede ABD varlığını hedef alıyor ve su koridorlarını tehdit ediyorlar.
ABD’lileri öldüren onlarken, ABD ve Batılılar vekillerle savaşmaktan uzak duruyor ve genişleme kisvesine bürünen terörle yüzleşmemek için her türlü bahaneye sığınıyorlar. Çünkü onlar, Arap ülkeleri üzerinde daha fazla hegemonya kurmalarına yardımcı olacağı için kulakları ve gözlerinin dibinden kaçırılan silahların hacmini ve büyüklüğünü biliyorlar. Onlar için bu silahları getirip depolamanın hiçbir sakıncası olmadı. Hatta Yemen’de olduğu gibi bu silahların yerli üretiminin yapılması ve fırlatma rampalarının yerleştirilmesinin de hiçbir sakıncası olmadı. Oradaki her rampayı, her silah deposunu ve her fabrikayı biliyorlar. Nitekim ABD füzelerinin hedef aldığı 73 bölge bunu kanıtlıyor.
İran’ın vekillerinin görevlerini aşmayacağını sandılar. Bu yüzden Batı onların hareketlerine göz yumdu ve onlara güçlenmeleri için tam bir rahatlık verdi. Böylece vekiller silah kaçırdılar, depoladılar ve ürettiler. Aynı zamanda Batı, İran’ın ve vekillerinin kontrol altına alınabileceğini sandı. İşte bugün bedelini ödediğimiz yanılgı budur.