Vail Mehdi
TT

Ailesinin milyarlarını bırakan hamburgerci

Birkaç gün önce Suudi Arabistan’da iş dünyasının en büyüklerinden biri olarak kabul edilen ailenin şirketlerinden birinin Yönetim Kurulu Başkanı ile yapılan televizyon röportajını izledim.

Bu başkan, görünüşü ve konuşmasıyla karizmatik ve ikna edici değildi ama bilemiyorum belki iş konusundaki yetenekleri televizyonda gördüğümden daha yüksek olabilir.

Başkan şirketin ikinci kuşak üyesiydi, yani İbn Haldun’un, devletlerin ve medeniyetlerin çöküşü teorisini dikkate alırsak, çöküşler üçüncü nesille başladığı için bu şirketin çökmeden önce bir nesli daha olduğu anlamına geliyor.

Açıkçası gördüğümüz aile şirketlerinin çoğunun hayatta kalmasını beklemiyoruz. Çünkü çoğu 10 yıl sonra ikinci neslini kaybedecek ve bu, 2030 yılına gelindiğinde pek çok aile şirketinin yok olma ve çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor.

İbn Haldun yedi yüzyıl önce teorisini ortaya attığında şirketler yoktu, devletler ve kabileler vardı. İbn Haldun’un düşüncesine göre devlet, asabiyet temelinde kabilecilikle birlikte kuruluyor, muhtemelen üç kuşak sürüyor ve ardından asabiyetin kaybolması ve herkesin refaha alışması ile birlikte çöküş başlıyordu.

Felaket her zaman üçüncü kuşakta ortaya çıkıyor, çünkü üçüncü kuşak, birinci kuşağın inşa etme mücadelesine ve bu süreçte çektiği sıkıntılara tanık olmamıştır. Devletlerin hayatta kalması için en önemli rol her zaman ikinci nesildedir. Zira tecrübesini yeni nesle aktarmak ve üçüncü nesile birinci ve ikinci nesillerin çektiği zorlukları aşılama sorumluluğunu taşıyor.

Pek çok şirket, vizyon sahibi ve liderlik yeteneğine sahip bireyler tarafından aile boyutunda kurulmuş olup, daha sonra ikinci kuşaktan birilerinin gelmesiyle daha geniş ufuklara taşınabilir. Ancak lüks içinde büyüyen üçüncü nesilde bunu çok nadir görürüz. İşin en kötü yanı da -Suudi Arabistan’a bakarsak- bu üçüncü neslin çoğunun uzun süre ülke dışında yaşaması. Zira bu süre onların topluma, aileye ve şirkete mensubiyetlerini unutmalarına, hatta burada bağlılıkları olmayan ve işlerin nasıl yürüdüğünü bilmeyen birer yabancıya dönüşmelerine neden oluyor.

Gördüğüm en tuhaf şeylerden biri, üçüncü kuşaktan bazı bireylerin, ailelerinin milyar dolarlık şirketinden vazgeçip, sırf eğlence olsun diye ya da kendilerini ve önemli olduklarını kanıtlamak için hamburgerci veya kafe açmaları.

Ancak asıl tehlike şu ki, ikinci kuşak üyeleri aile mirasına bağlı kalmaya devam ediyor. Bunlardan çok azı geleceğe bakıp şirketi halka arz etmeyi veya kapalı bir anonim şirkete dönüştürmeyi, ortaklık tabanını genişletmeyi ve yönetim kuruluna aile dışından kişileri eklemeyi düşünüyor.

Ne yazık ki, İbn Haldun döneminde demokratik bir geçiş yoktu ve bu yüzden devletlerin ömrünü uzatacak bu ilave faktörden yoksundu. Günümüz devleti sadece bir aile ve kabileden müteşekkil değil, aynı zamanda Mustasım veya Mustansır’ın devletinden daha karmaşık olan kurumlar devleti ve iktidar geçişine yönelik bir sistemdir.

Devletlerdeki demokrasi, şirketlerin halka arzına denk geliyor. Bu aile şirketlerinin çoğu ekonominin büyük bir bölümünü kontrol ettiğinden, üçüncü neslin liderliği devralması ve çöküşün başlamasından önce çözümlerin belirlenmesi gerekiyor.

Peki, halka açılma kararını kim almalı? Aile mi, devlet mi?

Bana göre aslolan ailedir ama Ticaret Bakanlığı bu aile şirketlerini takip ediyor ve onların açıklanmayan mali tablolarından durumun ne kadar kötü olduğunu anlıyor olmalı.

Aile, şirketini halka arz etmek istemiyorsa, devletin azınlık hisseyle şirkete ortak olması ve bu şirketlerin devamlılığının sağlanması için yönetim kurullarında bir hükümet temsilcisinin bulunması faydalı olacaktır. Ya da bu şirketlere girip onları çocuklarından korumak konusunda yetkin bir devlet fonu oluşturulabilir.

Ben burada sosyalist bir sistemden değil, pratik bir çözümden bahsediyorum. Çünkü bu aileler sadece milyarlar toplamayı düşünüyor, ancak şirket ve aile milyarder olunca ekonomiye karşı sorumluluk para toplamaktan çok daha büyük oluyor.

Bu şirketlerde birçok insan çalışıyor. Bu şirketler milyar dolarlık yolculuklarında nice devlet ve özel kredileri kullanıyor. Bu nedenle artık sadece kendi paralarıyla ve çocuklarının geleceğiyle değil, bizim paramızla ve çocuklarımızın geleceğiyle de kumar oynuyorlar.

Bu benim açımdan bir zulüm ya da insanların geçim kaynaklarını paylaşma girişimi değil. Ancak aile şirketleri yüz ya da on milyonlarca sayıya ulaştığında, çöküşü ekonomiye milyarder olduğunda vereceği kadar zarar vermeyecek.

Aile şirketleri en iyi yaptıkları şeyi yapıyorlar; yani servet biriktirmek, tekelleşmek ve genişlemek, ki bu çok güzel. Ancak beceremediği bir şey var ki, o da büyük ekonomiyle bütünleşmeyi, servetin kendi kesimleri arasında dolaşımını, yeniden dağılımını ve sürekliliği düşünmek. Bu, halkın katılımıyla sağlanabilir.

10 yıl içinde, yani 2030 yılına gelindiğinde, bildiğimiz birçok aile şirketinin ikinci nesil üyelerinin çoğu 70’li yaşlarına girecekleri için şirketleri yönetebilecek yaşta olmayacaklar. Burada onların yönetim kurulu başkanlarına dönüşmeleri, ekonomiye ve şirketlere daha büyük bir katkı sağlayacaktır. Bu da aile dışından bile olsa daha fazla kişinin yönetim işlerini üstlenmesinin önünü açacaktır.

Ekonomi açısından düşünüldüğünde bu, ailesinin milyarlarca dolarını yönetmek yerine hamburger satmayı tercih eden bir oğlun veya kızın devasa aile şirketlerinin liderliğini devraldığını görmekten daha iyidir.