“Tarih galipler tarafından yazılır” sözü doğru olmasa da meşhurdur. Doğru olmamasının nedeni tarihin birçok anlamının bulunması ve yazarlarının çok olmasıdır. Geçmişte yaşanan olaylar olarak bir anlamı, yöntem ve araçlarıyla bilim olarak başka bir anlamı, bilgi ve farkındalık olarak üçüncü bir anlamı vardır. Pek çok anlamı ve farklı bakış açıları vardır ve tarihi sadece galipler yazmadı, mağluplar da kendisini hem zafer hem de yenilgi açısından yazmış olabilirler. Keza tarafsızlar, uzmanlar ve anlatıcılar tarafından da yazılabileceği gibi, yapımına katılmadan kendini bu işe adamış olanlar tarafından veya ivmesini kendi arzularına göre yorumlayan ideologlar tarafından da yazılmış olması mümkün.
Bu; tüm ulusların, devletlerin ve halkların başına gelmiştir ve insanlığın görünen mirasının ve bilinen tarihlerinin bir parçasıdır. Yahudilik tarihi de Hıristiyanlık tarihi de o dönemde galiplerin değil, mağlupların yazdığı bir tarihtir ve İslam tarihinde de bunun sayısız örneği vardır. Örneğin Emeviler bir asırdan kısa bir süre içinde yenildiler ve devletleri yıkıldı, Abbasiler ise galip geldiler ve devletleri art arda 5 yüzyıl boyunca ayakta kaldı. Bununla birlikte, Emevilerin tarihi halen bilinmektedir ve düşmanları çok olmasına, onları kötüleyen, eleştiren ve çarpıtan pek çok şey yazılmış olmasına rağmen, yönetimlerinin erdemleri hakkındaki yazılar da hâlâ yaygın ve dolaşımdadır.
Bir tarihçi neden tarih yazar? Sebepler çok ve çeşitlidir, ancak bunlardan biri yöneticileri, prensleri ve iktidardakileri memnun etmektir. Pek çok örnekten birini verecek olursak, İbnü'l-Esir, "El-Kamil fi't-Tarih" adlı kitabını, Büveyhilerin Irak'taki Emiri “el-Melikü’r-Rahîm” Ebu Nasr Firuz'u memnun etmek için yazmıştı. Arap mirasında yönetici sınıf için tarih dahil çeşitli edebiyat ve yazı sanatlarında yazılmış pek çok kitap vardır ve örnekleri de çoktur.
Tarihin geneli veya belirli dönemleri hakkında pek çok kitap yazılmıştır. Siyeri Nebi (Hz. Peygamber'in hayatı) ve ileri gelen kişilerin biyografileri üzerine kitaplar yazılmıştır. Hadis ilmiyle ilgilenenlerin hayatı ve “ilelü'l- hadîs” gibi tarih ilmine yakın ama mutabık olmayan hadis ilimleri geliştirilmiştir. İslam tarihinde tarih kitaplarının tamamı İslam'da “aslı” ve çoğunluğu temsil eden Sünni mezhebe mensup olanlar tarafından yazılmıştır. Ancak başka mezheplerin mensupları da tarih kitapları yazmıştır ve azınlığı temsil eden en meşhur mezhep olan Şiiliğin de kendi tarih kitapları bulunmaktadır.
İslam mirası, her biri fıkıhta kendi ekolüne, kelamda kendi akidesine, kendi davranış ekolüne sahip olan düşünce okulları ve dini söylemlerle doludur. Bu nedenle İslam tarihini kendi bakış açılarına ve söylemlerinin genel kapsamına göre sunmuşlardır ve bu yüzden de tarih kitapları, olayları anlatma ve yorumlama bakımından çeşitlilik ve farklılık gösterirler. Nitekim şerefli Şii mezhebinin de tarih alanında güvenilir kitapları vardır; bunlar arasında Şeyh el-Müfîd'in "el-İrşad- On İki İmamın Hayatı" kitabı ile et-Tabersî’nin “İʿlâmü’l-verâ bi-aʿlâmi’l-hüdâ” kitabı da bulunmaktadır. Diğer mezhep ve dini grupların da benzer tarih kitapları vardır.
Ülkelerde ve toplumlarda tarihi reformlar meydana geldiğinde, doğal olarak bu reformları destekleyecek çeşitli alanlarda önemli gözden geçirmeler gerçekleşir. Sürecin tamamlanıp olgunlaşması ve zaman çarkını geriye döndürecek aksaklıkların önlenmesi için yeni temelleri güçlendirilir ve ilkeleri pekiştirilir. Fikri ve felsefi olarak oturtulmamış, teorik olarak kök salmamış hiçbir reform tartışmalar karşısında sağlam duramaz. Bırakın geleceğe dair hedeflerini gerçekleştirmeyi, ne geçmişin sapmalarıyla yüzleşebilir ne de bugünün reformlarını destekleyebilir.
Bu gözden geçirmeler önemli olduğundan, yıkma-inşa etme, eleştirme-düzeltme mekanizmasıyla unsurlarının bütünleştiği, taraflarının aynı hedef için iş birliği yaptığı, yeni bir fikri vizyon ve kapsamlı bir felsefe ile yönlendirilmelidir. Antik ve modern fikri ve dini söylemleri içermeli, sadece grup veya şahsiyetler ile yetinmeyip daha fazlasını ele almalıdır. Çünkü söylemleri parçalara ayırmak, örgütleri parçalara ayırmaktan daha zordur ama şahsiyetleri ve grupları pek çok eleştiri ve okuma ile ele almak da bundan daha az önemli değildir.
Ülkelerin ve toplumların deneyimlerindeki büyük tarihsel reformları tanımlamak için bazıları “devrim” terimini kullanmayı tercih ederler. Ama devrim terimi, ülkelerin ve halkların tarihindeki önemli olayları ifade etmek için kullanıldığında içinde kusurlar da içerir, zira her iktidar değişikliği bir devrim değildir. Bir darbe ya da çatışma da olabilir. Bazı filozoflar, devrim adını alabilmesi için iktidar değişikliğinin “aydınlanma” ile sonuçlanmasını şart koşmuşlardır. Hannah Arendt, devrim teriminin astronomiden sosyal bilimlere doğru gelişimini ve rejimin dönüşünden rejim değişikliğine kadar anlamındaki farklılıkları gözlemlemiştir.
Fransız Devrimi, Fransa'nın şeklini yalnızca yönetim açısından değil, toplum ve kültür açısından da sonsuza dek değiştirdi. Rusya ve Çin'deki Komünist Devrim, imparatorlar ve çarlar dönemini yalnızca siyasi ve ekonomik olarak değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel olarak da sonsuza kadar sona erdirdi. İngiliz Devrimi'ne gelince, Fransız Devrimi'nin ya da iki Komünist Devrimin boyutuna ulaşmasa bile, büyük bir etkisi oldu.
Devrim terimi siyaset ve yönetim dışında birçok alanda da kullanılır, bilimde, fikirlerde ve farklı alanlarda yaşanmış devrimler vardır. Ortadoğu'da siyasi anlamıyla devrim, 1950'li yıllarda orduların gerçekleştirdikleri “askeri darbeleri” ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Bölgede siyasi anlamda “devrim” tabirini en çok kullanan halklar İran halkı ile Mısır halkıdır. Dolayısıyla bu iki ülkenin tarihinin sık sık meydana gelen boyutları, etkileri ve önemleri farklı devrimlerle dolu olduğunu görürsünüz.
“Tarihin yeniden yazılması”, devrimleri ya da büyük reformları, istisnai gelişmeleri takip eden önemli bir aşamadır. Tarih ve coğrafyalar boyunca bu tür deneyimlere eşlik etmiş bir aşamadır ve onsuz hiçbir şey tamamlanmış sayılmaz. Bu durumda devrimler, reformlar veya gelişmeler, gerçek bir ilerleme veya sürekli ve sürdürülebilir bir yapıya dönüşmeden, çok geçmeden halkların kendilerini aşarak daha önce aşina ve alışık oldukları şeylere geri döndükleri kurallardan sapmış anormalliklere dönüşürler.
Tarihin yeniden yazılması, olayların farklı bir anlatımla yeniden düzenlenmesini, onlara yeni bir bağlam ve farklı anlamlar sunan bir yorum kazandırılmasını içerir. Ayrıntılar düzeyinde yeni bir “yazıtın” keşfi, yerleşmiş tarihsel anlatıları her zaman değiştirmiştir. Antik ya da modern tarihin şu ya da bu bölümünü genel ya da belirli bir şekilde yeniden yazmak için geniş bir alan sağlayan kayıp "el yazmalarının" ya da unutulmuş "belgelerin" bulunması da benzer şekilde anlatıları değiştirir.
Halifeler ve emirler tarihin değerinin bilincindeydiler ve tarihi yazanlara karşı cömert davrandılar. Modern zamanlarda ülkeler tarihin öneminin daha fazla farkına varmaya başladılar ve ona ihtimam gösteren, onunla ilgilenen ve etkisini garanti eden büyük kurumlar kurdular. Bunun sonucunda ister iyi niyetle ister kötü niyetle yapılmış hatalar ve sapmalar ortaya çıktı. Ülkeleri, milletleri, halkları etkileyen büyük çarpıtma eylemleri yaşandı. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini, kitaplarını ve belgelerini, onun yönetim ve otoritesinden bağımsızlığını kazanan ülke ve halkların yazdıklarıyla karşılaştırmalı olarak okumak, bu iki tarih arasındaki büyük uçurumu görmek için yeterlidir.