Amr el-Şobaki
TT

Siyaset ve askeri savaşlarımız

Merhum cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın başlattığı barış girişiminin ardından "siyasetin silahı başarısız kıldığı" ve Ekim 1973 savaşında elde edilen zaferin Sedat'ın siyasi tercihleri ​​nedeniyle amacına ulaşamadığı söylemi popülerleşti. Bu söylem, genel olarak askeri performansın önündeki engellerden birinin siyasi performans olduğunu ve elde ettiğimiz askeri zaferlerde, siyasi tercihlerin galibiyetin kazanımlarını engellediğini düşünen birçok Arap çevrede yaygınlaştı.

Bu açıklamayı dikkatli bir şekilde inceler ve başta İsrail'e karşı olmak üzere birçok Arap savaşının tarihini gözden geçirirsek, bunların çoğunda siyasetin askeri yenilgileri örtbas ettiğini veya onları kısmi zaferlerden neredeyse tam zaferlere dönüştürdüğünü görürüz.

Gerçek şu ki, Arap-İsrail ve Mısır-İsrail çatışmalarının tarihi, siyasetin birden fazla silahlı çatışmada cankurtaran halatı olduğunu ve o eksik olduğunda zaferin gerçek araçlarını kaybettiğini gösteriyor.

Bunun başlangıcı, Arapların ya işgal altında oldukları ya da siyasi ağırlıklarının sınırlı olduğu, dolayısıyla Filistin’de hem askeri hem de siyasi mücadele düzeyinde kaybettikleri, İsrail Devleti'nin kurulduğu ve Filistin Nekbe’si dönemine girdiğimiz 1948'deki savaş olabilir.

“Üçlü saldırı” olarak bilinen 1956’daki savaşta ise Mısır, askeri savaşı kaybetti ve Sina işgal edildi ancak hem halk hem de siyasi düzeyde bir zafer elde edildi. Birinci düzeyde İngiliz-Fransız-İsrail planları, saldırının hemen ardından halkın desteğini geri çekmesi ya da desteklemekten vazgeçmesi ile Abdunnasır rejiminin devrilmesi üzerine kuruluydu ama tam aksi yaşandı. Kanalın geçtiği şehirlerde, özellikle de Port Said şehrinde halk direnişi güçlü oldu ve halk, Abdunnasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirme kararını destekledi. Millileştirme kararı Abdunnasır’ın sömürgeci güçlere karşı verdiği siyasi mücadelenin Arap ve uluslararası güvenilirliğe sahip olmasını sağlayan ahlaki ve özgürlükçü bir meşruiyete dayanıyordu. Bu da uluslararası toplumu, dünya haritasını değiştiren ve sömürgecilik çağını sona erdiren yeni bir aşamayı başlatan ulusal kurtuluş çağının doğuşunu kabul etmeye zorladı.

Abdunnasır'ın 1956'da Süveyş Krizi’nde elde ettiği zafer, Batılı deyimle askeri bir zafer değil, mükemmel bir siyasi zaferdi. Halkın kararlılığı ve ulusal kurtuluş deneyiminin siyasi projesine verdiği destek, yenilgiyi büyük bir zafere dönüştürdü.

Hem askeri hem de siyasi bir yenilgi olan 1967’deki savaşa gelince, Mareşal Abdulhakim Amir'in temsil ettiği askeri liderlik ile cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın temsil ettiği siyasi liderlik yenilginin sorumluluğunu paylaştı. Siyaset askeri yenilgiyi örtbas edemedi, bunun yerine yenilgiye yol açan askeri ve siyasi hataları düzeltmeye çalıştı. Demokratik reform hakkında bir tartışmanın önünü açtı ve Abdunnasır, "istihbarat devleti" olarak adlandırdığı şeyi eleştirdi. Askeri yapının komutasında kapsamlı bir yenilenme gerçekleştirildi ve yenilginin sorumlularından hesap soruldu, bu da Ekim 1973’teki zaferin kapısını araladı.

Gerçek şu ki, Ekim Savaşı, Mısır ordusunun Süveyş Kanalı'nı geçmesi, dünyanın en müstahkem ve güçlü hatlarından biri olan Bar Lev Hattı'nı yarması ve işgal altındaki Sina topraklarının bir kısmını özgürleştirmesi ile sonuçlandı. Bazıları, toprakların geri kalan kısmının özgürleştirilmesindeki başarısızlığın siyasi tercihlerden, özellikle de merhum cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın barış anlaşmasındaki tercihlerinden kaynaklandığını varsaydılar.

Elbette bu noktanın tekrar gözden geçirilmesi ve ciddi bir şekilde tartışılması gerekiyor. Bu savaşta ordunun kısmi de olsa bir zafer kazandığı kesin ve Batılı yazılara göre bu savaş “berabere” olarak nitelendirilemez. Çünkü keşfettikleri gedikten Süveyş Kanalı'nın karşı yakasına geçen Şaron güçleri, Mısır ile İsrail arasındaki çatışmaları durduran anlaşmanın imzalanmasının ardından geri çekilirken, Mısır kuvvetleri Sina'da kurtardıkları yerlerden çekilmeyip orada kaldılar.

Elbette ABD'nin İsrail'e sağladığı sınırsız askeri destek ve Amerikan silahlarının doğrudan savaş alanına aktarılması, ülkeyi kim yönetirse yönetsin tam bir askeri zafer şansının neredeyse yok olmasında rol oynadı. Sedat'ın askeri gücünün sınırlarının farkında olması, ateşkesi kabul etmesine ve savaş alanında elde edilen kısmi zaferin siyasi alanda tam bir zafere dönüştürülebileceğini düşünmesine neden oldu.

Nitekim öyle de oldu ve İsrail tarafı ile barış müzakereleri ve barışçıl bir çözüm süreci yoluyla Sina'nın tamamını özgürleştirmeyi başardı. Mısır’ın bu süreci tek başına yürüttüğü ve Araplar arasında bu konuda bir konsensüs oluşmadığı doğru, ama Sedat’ın yönelimleri ile mutabık olup olunmadığı bir yana, askeri alanda elde edilen zaferi siyaset ile tamamlamayı başardı.

Son olarak Gazze savaşı patlak verdi ve yine siyaset ve silah meselesi gündeme geldi. Sivillerin ödediği ağır bedele ve İsrail'in hesap vermeden soykırım suçunu işlemeye devam etmesine rağmen, Filistin direnişinin savaş alanındaki kararlılığı, düzenli orduların yürüttüğü Arap savaşlarından farklı bir bağlamda olsa bile siyaset ve savaş dosyasını bir kez daha açtı.

Hamas hareketinin siyasi kanadının zayıflığı ve bir projeye sahip olmaması veya hareketin büyük güçlerin çoğu veya dünya kamuoyu ile iletişim kurabilecek siyasi bir kanat inşa edememesi sorunu, askeri seçeneklerin desteklenmesini, rasyonelleştirilmesini veya kurtarılmasını engelledi.

Düzenli Arap ordularının girdikleri savaşlarda elde ettikleri başarı deneyimleri ya da ulusal kurtuluş örgütlerinin deneyimleri ancak siyasi tercihler gölgesinde ya da bunlar en azından uluslararası varlığa ve etkiye sahip olduklarında tamamlandı ve başarılı olabildi.