Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Husilere karşı yaklaşan bir Amerikan savaşı

Amerikalılar Sana'yı işgal etmeyecek, ancak uluslararası sularda gemilere yönelik saldırıların artması ve uluslararası ticaretteki kayıplarla birlikte Husiler kendilerini, onları durmaya zorlamak ve hatta belki de Sana ve ülkenin kuzeyindeki yönetimlerini devirmek için mücadele edilmesi gerekli ve "meşru" bir çatışma hedefi haline getiriyor. Bu, daha önce Sudan'daki askeri üs projesini engelleyen İran nüfuzunun Kızıldeniz'den temizlenmesi politikasıyla tutarlıdır.

Afganistan'ı terk eden ve Taliban'ın orada yeniden yönetime gelmesini engelleyemeyen ABD, yeni bir savaşa girişebilir mi? Başka bir güç Suudi Arabistan ve Arap Askeri Koalisyonunun (2015-2024) yaptıklarından daha fazlasını yapabilir mi? Peki, beyin Tahran'da iken neden bir kol olan Husi hedef alınıyor?

Bir Amerikan atasözü der ki: "Omlet yapmak için biraz yumurta kırman gerekir." Aynı şekilde, Husilerin uluslararası deniz seyrüseferine açtığı savaşı durdurmak, onlara karşı sınırlı füze saldırılarından daha büyük, geniş bir askerî harekât gerektirecek.

Tahran, mevcut ABD başkanının hem seçim yılı olduğu hem de Yemen engebeli arazi yapısı itibari ile Afganistan'a çok benzediği, Husiler de bulunduğu yere uyum sağlama esnekliği açısından Taliban'a benzediği için karada askeri operasyonlar düzenleme riskini almasının pek mümkün olmadığının farkında.

Kongrede Husilerin askeri gücüne ilişkin istihbaratın sınırlı olduğu ortaya çıktı ve bu eksikliğin bir nedeni var. Amerikalılar, iktidarı zorla ele geçirmelerine ve İran ile ittifaklarına rağmen, Husileri kendilerine düşman olarak görmüyorlardı. Washington, tarafsız kalmakla yetinmedi, Suudi Arabistan ve meşru Yemen hükümeti ile iş birliği yapmayı reddederken, Suudi Arabistan'a mühimmat tedarikini durdurur ve askeri istihbarat iş birliğini sekteye uğratırken, aslında Husileri bir dereceye kadar koruyordu.

Bu krizde Washington; Husilerin yaptıklarının, eylemsizliğinin ve ABD'ye düşman bölgesel bağlantısı olan vekil milis grubunun doğasını anlamadaki başarısızlığının bir sonucu olduğunu kavrıyor. Washington, kendisini caydırmak amacıyla mevcut Sana rejimi ile yüzleşmeye karar verdi. Uluslararası seyrüsefere yönelik saldırıların devam etmesi, rejimin çöküşüne doğru ilerlemesi ve Sana'dan çıkarılması ile sonuçlanabilir. Kaldı ki, ABD'nin Husilere düşman olan Yemenli silahlı güçler ile temaslarının ve bu güçlerin liderlerinin Londra’ya ziyaretlerinin arttığı göze çarpıyor. Bu yerel güçler iç savaşı yeniden alevlendirebilir ve bazıları bunu yeni savaş turu için bir fırsat olarak görebilir.

Husilerin Suudi Arabistan ve koalisyon üyesi sekiz ülkeye nasıl karşı koyduğuna gelince, bu uzun ve karmaşık bir hikaye. Kısaca koalisyon, Sana'yı özgürleştiremese de bir Husi devleti kurulmasını engellemeyi ve güçleri Aden'e kadar ulaştıktan sonra onları yenilgiye uğratıp geri çekilmelerini sağlayarak, kontrol alanlarını Yemen'in üçte birinden daha azına indirmeyi başardı. Koalisyon, darbecileri bir rejim ve devlet olarak sekteye uğratmayı, kapasitelerini bastırmayı başardı. Darbecilerin ana kara, deniz ve hava sınır kapıları üzerinde kontrolleri kalmadı ve bu da onları sekiz aydan fazla bir süre önce varılan Suudi Arabistan-İran uzlaşmasından önce Riyad ile müzakere ve uzlaşmayı kabul etmeye zorladı. Ancak koalisyon şüphesiz ne Husileri devirmeyi ne de meşru yönetimin geri dönmesini sağlamayı başarabildi. Bunun nedenlerinden biri, ABD'nin koalisyonu mühimmattan mahrum bırakan, istihbarat iş birliğini durduran ve savaşını kısıtlamaya zorlamayı amaçlayan yasal bir kampanya başlatan tutumuydu.

Kendisine karışan güçlerin çokluğu ve ülkenin topografyası nedeniyle Yemen savaşı karmaşık bir hikâye. Yeni olan husus ise Husilerin uluslararası bir tehdit haline gelmeleri. Bu; Çin, Rusya ve Batı'nın oybirliğiyle belirli bir grubu kınadığı ender krizlerden biri. Husiler saldırıları ile kendilerini küresel deniz ticareti için en büyük tehdide dönüştürdüler. Onlarla mücadele, el-Kaide ile mücadelede olduğu gibi, geniş bir destek kazanacak. Ama şunu söylemek ve ayırt etmek lazım; Husiler el-Kaide’den ziyade Taliban'a benziyor. Bu ikisini birleştiren üç özellik var: yerel bir hareket ve kabile uzantısına sahip olmak ile ideolojik düşünce. Ne var ki Husiler, Yemen nüfusunun yüzde 7'sine ulaşmayan küçük bir grup iken, Taliban kabile olarak Afgan nüfusunun yüzde 50’sini temsil ediyor olabilir. Buna karşılık Husiler, yerel ittifaklarını yönetme becerisi, İran ve Hizbullah ile askeri ilişkisiyle öne çıkıyor.

Amerikalılar, Suudi Arabistan’ın desteğini kaybettikten ve liderlik ettiği koalisyonu kısıtladıktan sonra şimdi sıfırdan başlıyorlar ve şu anda Husilerin zayıf yönlerini ve ona düşman olan yerel güçleri kullanma olasılığını araştırıyorlar. Amerikalıların, Kürtleri Şii milislere karşı kullanmaları ve Taliban'a karşı Ahmed Mesud ile ittifak yapmaları bu politikalarına iki örnek.

Bütün bunlar Kızıldeniz'de gerilimin tırmanmasına bağlı ve mevcut dengeler bu aşamada onunla mücadeleye izin vermediğinden, mücadele gerçek etken İran'ı kapsamayıp Husiler’le sınırlı olacak.