Vail Mehdi
TT

Bir çalışan sorumsuz olmayı nasıl öğrenir?

Çalışanların sorumluluk sahibi olmadıkları veya umarsız oldukları, işlerini ciddiye almadıkları sözünü çeşitli kişilerden sık sık duyuyorum. Bu sorumsuz insanlardan kurtulmak her zaman en zor olandır.

Bir insanın sorumsuzluğu nasıl öğrendiğini anlamak için konu üzerinde çok düşündüm. Sorumsuzluk çalışandan mı kaynaklanıyor yoksa sistemden mi?

Disiplin gibi sorumsuzluk da kültürel bir meseledir. Bu yüzden insan sorumsuz doğmaz, disiplinli de doğmaz, tüm bunları eğitim ve çevre sayesinde öğrenir.

Ama bilelim ki, insan aslında sorumsuzdur. Sonra değerler, yasalar ve eğitim gelip onu eğitir ve ona disiplini öğretir.

Dolayısıyla sorumsuzluğun genel ya da özel kültürün bir sonucu olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, ancak bu kişiyi sorumluluktan kurtarmaz. Sayıları az da olsa etraflarındaki kaos ve kargaşaya rağmen disiplinle çalışanlar da vardır. Bunlar lider oldukları için bunu yapabilirler ve hepimiz lider olmak için doğmadık.

Peki, sözlerimde yeni olan ne? Ve önemi nedir? Sözlerimin önemi, içinde yaşadığımız şirketin, okulun, üniversitenin ve evin sisteminin, sorumsuz çalışanlardan oluşan bir nesil yarattığı ve sistemi değiştirmeden bu gerçekliği değiştirmenin kolay olmadığıdır.

Her şey için üniversiteleri ve okulları suçlamaya alışkınız ve aslında bu durumun sonuçlarında onların da katkısı var. Çünkü eğitimin amacı değerler aşılamak ve insanlara doğru düşünmeyi öğretmektir, eğitim sisteminin özü budur. Ancak ne şirketleri ne çalışma sistemini taşıdıkları büyük sorumluluktan muaf tutmayacağım.

Bir kişi kâr amacı gütmeyen veya gelir ve giderlerinin muhasebesinin yapılmadığı bir kuruluşta ya da şirkette çalıştığında, bu çalışan motivasyonunu kaybeder ve başarılı ya da başarısız mı olduğunu belirlemek için kendisine hesap sormak zorlaşır.

Bu büyük bir felakettir, çünkü kârlılığın kimse için önemli olmadığı ortamlarda, çalışanların işlerini ve performanslarını değerlendirmenin tek yolu yöneticilerle olan ilişkilerinden geçer. Bu noktada herkes işinde sorumsuz ve umursamaz olur, çünkü performans ve değerlendirme yaptıkları işin kalitesiyle değil, ilişkiyle bağlantılı hale gelir.

Bu ortamda terfiler bile ilişkilere dayanır. Örnek vermek gerekirse, birkaç gün önce kâr amacı gütmeyen bir kuruluşta bir çalışanın başkan yardımcısı pozisyonuna terfi ettirildiğini gördüm. Kuruluştaki işinin ve performansının gidişatını takip ettiğimde, bu kişi hem kendisinin hem de kuruluşun takip ettiğim 6 yılı içinde terfiyi hak etmesini sağlayacak hiçbir şey yapmamıştı.

Terfisinin kıdemli olmasının bir sonucu olduğuna neredeyse eminim çünkü terfi gerektiren hiçbir başarı olmadığında bile kişileri idari pozisyonlara terfi ettirmek âdettendir. Önemli olan kuruluşun baş yöneticisinin çalışanından memnun olması olduğundan terfinin sebebi kıdem değil de çalışanı korumak yahut bunca yıl sonra onu elinde tutmak kaygısı da olabilir.

Geçmişte idare konusunda bilgili olmamasına, dahası buna tahammülü olmamasına rağmen birisinin idari pozisyona terfi ettirildiğine bizzat şahit olmuştum. Kendisine “madem idareci olmaktan memnun değilsin, neden terfiyi kabul ettin?” diye sorduğumda, Allah rahmet eylesin bana şöyle demişti: “Bizim alanımızda ve şirketimizde idari kadro dışında maaşımı artırmanın imkânı yok ve benim bu maaşa ihtiyacım var.”

Genç bir çalışan karşısında böyle bir sistem bulduğunda işinde sorumsuz olacaktır çünkü işlerini ertelemesi ve çok yavaş çalışması mümkün, niye acele etsin ki, burası kâr amacı gütmeyen bir kuruluş ve kimse onu kovamaz.

Şok edici olan husus, pek çok şirketin ismen şirket olmasına rağmen kârlı olmaktan uzak olması ve üst yönetim ile aralarında kâr bağı değil, sevgi bağı olduğundan sahiplerinin şirketlerinin batmasında bir mahzur görmemeleridir.

Dolayısıyla böyle bir ortamda sorumsuz bir insana çalışması gerektiğini söylediğinizde size şöyle diyecektir: “Lütfen, ben işimi biliyorum ve sizin tavsiyenize ihtiyacım yok.” Ama eğer şirket kâr amaçlı olup, zarar edip para kaybettiğinde, işten atılacağını ve kendisi ile ailesinin gelirsiz kalacağını bilirse böyle konuşamaz.

Peki, temelde kâr amaçlı olmayan devlet kurumlarında durum nedir? Kâr amacı gütmemek, üretime paralel harcamalar olması gerektiği anlamına gelmez; bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri'nde birçok devlet kurumunun çalışanlarının maaşına herhangi bir zam yapmadığını görüyoruz. Çünkü eyalet yetkilileri performanslarını gözden geçirdiklerinde, kaynaklarının sınırlı olduğunu göz önüne alarak paranın devleti ilgilendiren diğer konulara harcanmasının daha iyi olacağını gördüler.

Burada herkese The Wire dizisini izlemesini tavsiye ediyorum. Amerikan devlet kurumlarının kaynak eksikliği nedeniyle görevlerini yerine getiremediğini ve bu yüzden oradaki herkesin daha fazla kaynak taleplerini gerekçelendirmeye çalıştıklarını açıkça anlatıyor.

Sonuç olarak, bir kuruluşun ve özellikle de kâr amaçlı bir kuruluşun performans için bir ölçütü yoksa, çalışanlarının disiplinli olmaları beklenemez. Bunun tek istisnası herkese disiplin kültürünü öğreten ve geliştiren bir müdür veya hükümet yetkilisi gibi kişisel faktörlerin varlığıdır. Ama maalesef en çok karşı çıkılan ve kendilerinden en çok şikâyet edilen de bu kişilerdir.