Sevgili okuyucular, hepimiz küçük ya da büyük her sorunun bir dizi dönüşüm ve faktörün sonucu olduğunun bilincinde olmamıza rağmen, çoğu insanın olayları ve soruları tek bir açıklamaya bağlamakta hızlı davrandığını fark etmiş olabiliriz. Ayrıca bu olay ve olguları doğrulanamayan, dokunulamayan veya kontrol edilemeyen gizli faktörlere bağlama eğiliminde olanlar da vardır.
Bu yaygın bir insan eğilimidir. İnsanlar doğal olarak belirsizlikten ve açık uçluluktan hoşlanmazlar ve olayın ve sorularının ötesine geçmek için bir açıklama isterler. Bilişsel kapalılık (Cognitive closure), ABD’li psikolog Arie Kruglanski tarafından, kafa karıştırıcı bir soru, anlaşılmaz bir olgu veya hatta başka bir kişinin kabul edilemez tavrıyla karşılaşan kişinin, olayı açıklamak için bir yafta veya etiket ekleyerek kafa karışıklığından kurtulmak istemesini tanımlamak için ortaya atılan bir terimdir.
O halde tüm insanlar belirsizlikten nefret eder ve bir açıklama ister. Ancak bu noktadan sonra ne olacağı toplumlar arasında büyük farklılıklar gösterir. Soruyu ya da kafa karıştırıcı olayı, öznesini tanımak için bir başlangıç noktası olarak kabul edenler vardır. Diğerleri ise olayı görünmeyen güçlere ya da insanın fiziksel veya bilişsel olarak ulaşamayacağı güçlere bağlamakta acele eder.
Örneğin, 2001 yılında New York'a yapılan saldırı karşısında şaşıran Amerikan toplumunun İslam ve terörizm hakkında okumaya yönelmesini ele alalım. Birkaç yıl önce gördüğüm bir rapora göre bu olayı takip eden üç yıl içinde, ABD'de İslam ve Müslümanlar üzerine yayınlanan kitap sayısı 600'ü aşmış, buna ek olarak olayın çeşitli yönleri üzerine yüzlerce bilimsel makale yayınlanmış. Bu da Amerikan toplumunun karşı karşıya kaldığı meseleleri bilimsel olarak anlamaya yönelik güçlü bir eğilimi olduğu anlamına geliyor. Her ABD’linin bunu yaptığını söylemek istemiyorum, ancak karşılaştırmalı bir genellemeden bahsediyorum.
Bunun tam tersi bir davranış ise meseleyi insanların ulaşamayacağı güçlere atfederek kapatmaktır. Örneğin, geçtiğimiz nisan ayında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Umman, Afganistan ve İran'da meydana gelen sağanak yağışların ardından yaşanan tartışmaları ele alalım. Bazıları bunun yapay bulut ekimi sonucu olduğundan emindi, bazıları ise bunun insanlara işledikleri günahların cezası olduğunu iddia ediyordu. Üçüncü bir grup ise bunun Arap Yarımadası'nın çayırlara ve nehirlere dönüşeceğine dair peygamberlik vaadinin bir başlangıcı olduğunu düşündü.
Bu tür bir açıklama, olmuş ve olacak her şeyin miras alınan kültürde saklı bir açıklaması olduğuna dair önyargılı bir inançtan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, tüm cevaplar alışılagelmiş kalıbı takip eder ve olayla karşılaşan insanların hazır açıklamanın ötesine bakmalarına gerek olmadığını kabul ederek sona erer.
Yukarıda tarif ettiğim eğilim için Mungız Dağer'in ‘katılaşmış kültür’ tanımını ödünç almak istiyorum. Bu şu anlama geliyor; ‘tüm cevapların baskın kültürde saklı olduğu ve orada olanın yeni olan her şeyi açıklamaya yeteceği inancı’.
Bu inanç katılaştığında, tanık olduğunuz olay veya olgunun arkasında saklanıyor olabilecek diğer olasılıkları dikkate almazsınız. Dolayısıyla bu tuhaf şey, zihninizi çevresinde olup bitenleri düşünme rolünü oynamayacaktır. Aslında Arap toplumunda defalarca yaşanan da budur. Radyoyu tanıdıklarında hemen onun ‘içinde cin olan bir kutu’ olduğuna karar verdiler. Pusulayı gördüklerinde ise onun sihirli olduğuna karar verdiler.
Başka bir deyişle, yeni bir olayı doğaüstü güçlere, hatta bir komploya ya da sözde derin devlete bağlama telaşı, insan zihninin söz konusu olay ya da sorunun araştırma, spekülatif ya da ampirik potansiyelini görmesini engelleyen bir perde rolü oynamaktadır.
Kesin bir sonuca varmak istiyorum, bu da sevgili okuyucuları yeni şeyleri yorumlamakta acele etmemeye veya onları ulaşılamaz güçlere atfetmemeye davet etmektir. Biraz sabırlı olun ve sorunun açık bir soru olmasına izin verin. Cevabı bulabilir ya da bulamayabilirsiniz, ancak düşüncenizin meyvesini kesinlikle alacaksınız.