İçinde bulunduğumuz yüzyılda sırasıyla Arap Birliği’ne liderlik yapanlar ile beni bağlayan dostluk bağına rağmen, Arap Birliği'nin genel merkezini ziyaret etmekten kaçınıyorum. Gazeteci mesleği gereği çok hoşlanılmayan bir ziyaretçidir. Birlik benim zihnimde fırtınalı bir krizler, meydan okumalar ve hassasiyetler denizinde, bunlarla yüzleşmek için yeterli araçlara sahip olmadan seyreden bir tekne resmi ile ilişkilidir. BM Güvenlik Konseyi gibi Arap Birliği de gücünü önde gelen Arap ülkelerinin damarlarına pompaladıklarından alıyor. Büyük oyuncuların anlaşması ona güç ve rol kazandırıyor, yoklukları ise rolünü dilekler ve yara bantları dağıtmak, ilkeleri hatırlatmak ile sınırlandırıyor.
Genel Sekreter Ahmed Ebu Gayt’ın ofisine giderken aklıma gelen düşünceler bunlardı. Bu ziyaret bir nezaket gereğiydi, çünkü bu pozisyonun sahibinin ofisinde Arap dünyası haritasına her baktığında büyük bir acı çektiğini hissediyorum. Ebu Gayt hevesli bir okuyucu olmasının yanı sıra her zamanki gibi nazik, misafirperver ve bilgiliydi.
Görüşme ve konuşulanlar yayınlanma amacı taşımadığı için Genel Sekreter'den belirli açıklamalar aktarmayacağım. Arapların dikkat etmesi gereken mevcut uluslararası duruma ilişkin endişesi dikkatimi çekti. Genel Sekretere göre bu son derece tehlikeli bir uluslararası durum çünkü ister Ukrayna sahasında ister Tayvan çevresinde bedeli ağır bir hata yapılması mümkün olmaya devam ediyor. Bütün bunlar yangınların devam ettiği ve bazılarının daha da alevlenme sinyalleri verdiği Ortadoğu'ya da yansıyor.
Genel Sekreter, İsrail'in Gazze'deki acımasız saldırganlığının devam etmesi tehlikesinden ve Binyamin Netanyahu hükümetinin izlediği intihar politikasından kaygılı görünüyordu. Sudan'ın parçalanma olasılığı, Libya'daki bölünmenin kökleşmesi, Lübnan'ın düştüğü tuzağın esiri olmaya devam etmesi ve Suriye'nin tam teşekküllü bir devlet niteliğine yeniden kavuşmasının yavaş ilerlemesi konusundaki endişelerini gizlemedi. Ayrıca yoksulluğun, mülteci veya sığınmacı çadırlarında yaşayan Arapların sayısının artması ve bunun kalkınma ile çağa ve onun ardı ardına gelen teknolojik devrimlerine yetişme ihtiyacına yansımaları konusunda da endişeli olduğunu gördüm.
Birliğin genel merkezinde kaygının hakim olması şaşırtıcı değil. İçinde bulunduğumuz yüzyılda genel sekreterler Arapların bölgedeki rolünün gerilemesi gerçeği ile yaşamak zorunda kaldılar. Arapların topraklarına kaba ve sert uluslararası müdahaleler yapıldı. Bölgesel düellolar sadece onların sahalarında ve çocuklarının kanıyla yapıldı. Arap Baharı ile parçalanan ülkeler, eskiye dönmekte son derece zorlanıyor ve bazılarının kimliklerinde ve sözlüklerinde değişiklikler yaşanıyor.
Nil kıyısındaki otelde Yemenli bir arkadaş, ülkesindeki çöküşün kaçınılmaz bir kader olmadığını söyledi. Kendisi, merhum cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ile yakın olduğundan, Hillary Clinton adındaki zorlu bir ziyaretçinin "tavsiyeleri" olmasaydı, Ali Abdullah Salih'in o dönemde birçok kozdan yararlanabileceğine inandığını söyledi. Obama yönetiminin, "pazarlanabilecek ılımlı bir İslam" lehine Hüsnü Mübarek ve Ali Abdullah Salih'i sahneden uzaklaştırma kararı aldığını da sözlerine ekledi. Korkunç Yemen tünelinin sonunda bir ışık görmediğini itiraf etti ve Mısır'ın “İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) tünelinden kendini kurtardığında” kendisine ve bölgeye muazzam bir hizmet sunduğunu belirtti. “Muhammed Mursi'nin iktidarı devam edip, Mısır parçalansa ve bu parçalar bir şarapnel gibi her yere dağılsaydı Mısır'ın ve bölgenin durumunun nasıl olacağını hayal edebiliyor musunuz?” diye sordu.
Yemenli arkadaşımın sözleri bana, Mısır'ın kaderini değiştiren ve İhvan dalgasına karşı bir duvar ören devasa gösterilerden günler önce, 2013 yılının Haziran ayı ortalarında bir basın ziyareti için Kahire'de olduğumu hatırlattı.
Mursi'nin görevden alınmasından önceki günlerde duyduğum sözleri hatırladım. Amr Musa, Mısır'ın patlamanın eşiğinde olduğunu belirterek, "İhvan devrim yapmadı ama devrime katıldı ve meyvelerini topladı" demiş ve "bir din devletinin Mısır'ın çıkarına olmadığını" vurgulamıştı. Muhammed el-Baradey'den "İhvan devrimi çaldı ve sefil bir şekilde başarısız oldu" sözlerini duymuştum. Baradey şunu da eklemişti: "Sarayda Mursi ile görüştüm ve onunla açık açık konuştum, içten ve samimi olmadığını hissettim ve ondan ümidimi kestim." Hamdin Sabahi, aday olduğu dönemde Muhammed Mursi ile görüştüğünü ve kendisine şunu sorduğunu söylemişti: “Kazanırsanız bağımsız bir cumhurbaşkanı olacak mısınız?” Mursi cevap verememiş ve “Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak yanımda olmanı istiyorum" demiş. Mısır dışında görüştüğüm Ahmed Şefik ise İhvan’ı "devrimi ve cumhurbaşkanlığını birlikte çalmakla" suçlamıştı.
Mesleğim karşı tarafın da görüşlerini dinlemeyi gerektirdiğinden, o dönem İhvan’ın siyasi kolu olan Hürriyet ve Adalet Partisi'nin genel merkezine de gittim. Beni gülümseyerek kendisi ve partisinden bazı üyeler ve ziyaretçileri ile hatıra fotoğrafı çektirmeye davet eden Saad el-Katatni'de en ufak bir endişe fark etmedim.
Isam el-Aryan güvence verme konusunda Katatni'den daha da ileri gitmişti. Mursi'nin görev süresini tamamlamak ile kalmayıp ikinci bir dönem için yeniden seçilebileceğini tahmin etmişti. Bana kendinden emin bir şekilde 30 Haziran'ın barışçıl gösterilere sahne olacağını ancak "normal bir gün" olacağını söylemişti. İstikrar ve "Mısır'ın kimliğine yeni unsurlar katma" girişiminden korkanların duygularını pençesine alan kaynama hissinin farkında değildi.
Aynı şekilde Muhammed Hasaneyn Heykel'den duyduklarımı da hatırladım. Mursi ile görüştüğünü ve İhvan’ın gerçekçi bir vizyon ile net bir programa sahip olmadığını, aynı zamanda Mısır büyüklüğünde bir ülkeyi yönetecek nitelikli kadrolarının bulunmadığı izlenimini edindiğini söylemişti. Siyasi mücadelenin zor olacağına inandığını, önemli olanın bunun istikrarın temellerinin sarsılması ile sonuçlanmaması olduğunu ifade etmişti.
İstikrar serveti ile kumar oynayan ve bunu kaybeden ülkelerden gelenler Kahire'de buluşuyorlar. Neyse ki Mısır, Haziran 2013 sayesinde istikrara kavuştu ve çevresinde çıkan yangınları söndürmeye çalışıyor ki bu hayati ve zor bir iş. Gerçek güvenlik istikrara bağlıdır ve aynı şey refah için de geçerli.