Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Abbas'ın Arafat dönemi literatürüne dayanan Türkiye konuşması

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, TBMM Genel Kurulunda yaptığı “devrimci” konuşmasında merhum devlet başkanı Yaser Arafat döneminde kullanılan birçok terimi ödünç aldı. Bunların arasında Siyonizmin bir tür ırkçılık olduğu doğrultusunda uluslararası kararların olduğunu söyleyerek, bunu tekit etme kertesine varan siyasi terimler vardı. Keza arasında Siyonizmin sezgisel tanımının ötesine geçerek ABD’yi veba olarak tanımlayan Filistin’in büyük şairi Mahmud Derviş'e ait kültürel terimler de vardı. Mahmud Derviş, ABD’yi veba olarak tanımladığı ölümsüz şiiri “Yüksek Gölgeye Övgü”yü Filistinlileri “ABD'nin heykeli için müzik çalmaya” çağırarak bitirmişti.

Arafat ve Derviş'in ABD'yi hedef almaları ile Abbas'ın özellikle TBMM’deki konuşmasında zirveye ulaşan hedef almaları arasındaki fark, Arafat ve Derviş'in ABD hakkında söylediklerini ABD'ye giderken söylerken, Abbas’ın ise hayal kırıklıkları ve umutsuzluk dolu uzun bir yolculuğun ardından ABD’den ayrılırken söylemiş olması. Abbas ve Arafat, iki zıt yüzü olan gerçeklerle yüzleştiklerinde ABD konusunda birleştiler. Birinci yüz, İsrail ile değil ABD ile savaştığını söyleyen Sedat'ın politikalarda ve hesaplarda radikal dönüşümler sağlayan teorisine dayanarak, ABD'nin onayı olmadan hiçbir Filistin devletinin kurulmayacağına dair karşı konulamaz ayartmalar ile desteklenen güçlü teşvik. Gerçekten de barış hikayesinde çözüm kartlarının yüzde 99'u ABD'nin elindedir.

Gerçeğin diğer yüzü ise ABD'nin “tarihi” barış projesini koruyan, Filistinlilerin kendi devletlerini kurma hayalini gerçekleştirmede etkili bir Amerikan rolüne güvenmeye devam etmeleri için Filistinlilere, mantıksal gerekçeler sunan ciddi bir politikayı teşvik etmemesidir.

Beyaz Saray'ı en çok ziyaret eden yabancı başkan rekorunu kırdığını defalarca söyleyen Yaser Arafat, ABD'nin en küçüğünden en büyüğüne vaatlerini yerine getirme gücü veya arzusu konusunda nihai bir ümitsizliğe düşmüştü. Bu sözlerden biri de İsrail’in kendisine Mukataa’da uyguladığı kuşatmadan kendisini kurtarmak- ki ABD bu konuda hiçbir şey yapmadı- kendisine söz verildiği gibi Filistin devletinin kuruluşunu kutlamak, İngiliz, Ürdün ve İsrail dönemlerinden miras kalan Mukataa kompleksinden, Kudüs'te üzerinde Filistin bayrağının dalgalandığı başkanlık sarayına taşınmaktı.

Arafat öldü ve onun ölümü hayalinin peşinden koşarak onu gerçeğe dönüştürmeye devam eden bir adam için şanlı bir şehitlikti. El-Fetih hiyerarşisine göre barış macerasındaki ikizi yerine geçti. O dönemde “Oslo mühendisi” tabiri başlangıçta umut verici bir başarı olmaktan çıkıp, İsrailli ortağın kan ile boğduğu ağır bir yüke dönüşmüştü.

Arafat'ın halefi de selefinin başaramadığını, halefinin başarabileceğine dair bir hayal ile uzun bir yolculuk kat etti. O dönemde dünya da bunu söylüyordu ki, burada dünya ile ABD’yi kastediyoruz çünkü müzakereler söz konusu olduğunda dünya demek odur.

Çağdaş Filistin devriminin tarihsel kurucuları kuşağından olan Filistinli Abbas, ilk kurşunun sıkılmasında Arafat'ın ortağıydı. Savaş siperlerinden müzakere masalarına geçme riskini göze alana kadar da tüm aşamalarda ortağı olmayı sürdürdü. Abbas hakkında, Oslo sürecini üstlendiği ya da Arafat'ın başına bunu kendisinin sardığı yönünde söylenen hiçbir şeyin aslı yok. Arafat'ın başından sonuna kadar anlaşmanın ‘vaftiz babası’ rolünden vazgeçmemiş olması bunun kesin kanıtı. Arafat ne denklemlerin oradaki müzakere masasına oturmasını engellediği Madrid'de ne Abbas'ın kendi izniyle, desteğiyle ve benimsemesiyle bu rolü oynadığı Oslo'da ne de başkan ve halefi denkleminin (Abbas sorunsuz, otomatik ve oybirliğiyle bu konuma ulaştı) kurulduğu Filistin Ulusal Otoritesi’nin kuruluşundan sonra bu rolünden vazgeçti.

Abbas, Arafat'ın halefi seçildiğinde, Arafat'ın devrimin lideri ve müzakerelerin başı olduğu dönemde aldığından çok daha büyük ve geniş, bölgesel ve uluslararası destek aldı. Arafat devrimin lideri olduğunda, dünya bu konuda bölünmüştü. Filistin Otoritesi başkanı olduğunda ise onun davranışlarına karşı ihtiyatlıydı. Abbas ise belki Arafat'ın yapamadığını onun yapabileceğine dayanılarak kapsamlı bir destek aldı.

Ancak bu tahminler hatalıydı. Abbas döneminde yaşananları detaylarına girmeden, Arafat'ın karşısında yükselen duvarın aynı şekilde Abbas'ın karşısında da yükseldiği ve böylece işlerin mevcut duruma geldiği şeklinde özetleyebiliriz. Türkiye’deki konuşma da bu durumun literatürünün son örneğiydi.

Abbas’ın konuşması, dilindeki ve içeriğindeki hoşnutsuzluk ve şikâyet derecesi açısından değil, ABD ve İsrail'in konuşmasına yönelik pozisyonlarına göre ele alınıyor. Bunun dışında dostlar kampı, kendisine Moskova'da değerli bir toplantı, Ankara'da güçlü bir konuşma yapma ve maksimum siyasi ve manevi destek sundu.

Ama asıl hikâye ne Moskova ne de Ankara’nın tutumu değil, en azından çatışmanın bu aşamasında hâlâ önemli olan ABD ve İsrail'in tutumudur. Abbas'ın kendisiyle ilişkileri koparma tehdidi kertesine varan konuşmalarına alışan ABD, son konuşmasında olduğu gibi veba olarak tanımlanmaktan artık bıkmış olabilir ama hayal kırıklığı tarafından bıçaklanmış Abbas’ın kendisine karşı yaşadığı hayal kırıklığını gidermenin bir yolunu bularak bu terimi yutacaktır.

Abbas'ın her hareketini, sessizliğini, söylediği her sözcüğü ve harfi alıp bunları kendisini ötekileştirme, halkını ötekileştirme, haklarını ortadan kaldırma planlarında kullanan İsrail ise Abbas’ın kullandığı sert terimleri, umut ve özlemleriyle Filistin sorununun temellerine yöneltmiş olduğu silahını doldurmak için kullanacak. Bu, son konuşmadan önce başlamış bir hikâye ve Netanyahu'nun tasfiye projesi devam ettiği sürece bu konuşmadan sonra da devam edecek.

Başkan Abbas'ın kendisini Gazze'ye gitme sözü ile yükümlü tutması, tüm konuşmanın en dramatik anıydı. TBMM’de büyük alkış alan bu sözü, Filistin anavatanında “bu söz nasıl somutlaşacak?” şeklinde geniş çaplı bir sorgulamaya neden oldu.

Türkiye'de söylenenler konuşulduğu ve söz verildiği anda kalmayacak. Ama önümüzdeki günler bize görmediklerimizi ve bilmediklerimizi göstereceğine göre neden sonuca varmak için acele ediyoruz? Bekleyip görelim.

Son bir not; Türkiye’deki konuşma sadece dilde bir aşamadan diğerine geçiş değil, aksine, bu, her şeyden önce, Filistin durumunu rehabilite etmeye, bunun gerektirdiği derin ve ağır dönüşümleri kaldırabilmesini sağlamaya yönelik bir taahhüttür.