İran Dini Lideri Ali Hamaney kendisini, kampını, Devrim Muhafızları Ordusu’nu (DMO) ve Irak, Lübnan, Yemen'de kendisine bağlı olan grupları Hüseyin bin Ali'nin vücut bulmuş hali olarak tanıttı. Buna karşın Ali Hamaney, tüm muhaliflerini Yezid bin Muaviye'nin vücut bulmuş hali olarak göstererek bir bomba patlattı. Bu bomba, siyasi bir medya bombası olmaktan önce entelektüel bir bombadır.
Bu entelektüel bir bombadır. Çünkü hem Şii hem de Sünni taraflardan Arap ve İslam tarihi vizyonumuzla ilgili tüm sabit ve statik söylemleri dağıtıyor. Ayrıntılara biraz ya da çok girersek hareket, dinamizm, canlılık ve şaşırtıcı sürprizler bulacağız.
Bunlardan bazılarına değinmeden önce şu paradoksa işaret etmekte fayda var: Tarih hem bir bilim hem de bir iletişimdir. Tarih, sağdan sola, merkezden geçerek çeşitli tarihsel araştırma yöntemlerine dayanan bir bilimdir. Eski klasik tarihçilerle birlikte Arap dünyasında modern yöntemlere sahip tarihçiler de vardır. Bu okulun yirminci yüzyıldaki öncüleri arasında Mısırlı Şefik Gurbal ve Iraklı Abdulaziz ed-Duri'yi zikredebiliriz. Zamansal olarak onlardan sonra gelse de ‘Fitne: Erken İslam Tarihinde Din ve Siyaset Çekişmesi’ kitabının yazarı Tunuslu Hişam Cuayyit'i ve diğerlerini onlarla aynı yere hatta daha derin bir konuma yerleştirebiliriz.
Tarih iletişimdir, çünkü birincil biçimiyle haberlerin, masalların ve biyografilerin anlatımıdır. Ancak en tehlikeli ve bilim dışı biçimi dini formasyona dahil olan kutsal biçimdir. Bu tam olarak Şii veya Harici modelin sunduğu şeydir. Burada İmamilik, Zeydilik ve İsmaililik gibi tüm renkleriyle Şiilikten bahsediyoruz. Burada inancın kendi yapısının bir parçası olan kutsal bir anlatı ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla İslam tarihinin ilk dönemindeki siyasi farklılıklardan meydana gelen hadiseler insanın dini temelinin gerçek bir parçasıdır. Çünkü Şii doktrinlerinde ‘imamet’ konusu imanın temellerinden biridir ve tercihe konu değildir. Yani din, ona inanmak dışında geçerli değildir.
Kadim tarih literatürümüzde Yezid bin Muaviye'nin kişiliğine dair tarihsel değerlendirmelerde objektifliğin izlerini taşıyan nadir bakış açıları vardır. Büyük mütefekkir tarihçi İbn Haldun, Muaviye'nin oğlu Yezid için veliahtlık makamını almasından bahsettiği bölümde bu konuyu şu ifadelerle açıklamıştır: “Muaviye'yi, oğlu Yezid'i veliahtlık makamına tercih etmeye sevk eden şey şuydu: Halkın ortak kararı ve arzularının mutabık olduğu şeyi gözetmek maslahattır. O dönemde yaşayan Emevi kanaat önderleri de bu görüşü destekliyordu. Ayrıca o dönemde yaşayan Emeviler kendilerinden başka hiç kimseden memnun değillerdi. Emeviler Kureyş kabilesinin bir taifesidir. Bir bütün olarak aynı dine mensupturlar. Kureyş'in içindeki çoğunluk da onlara aittir. Bu yüzden Muaviye, halifelik makamına oğlundan yani Yezid'den daha layık olduğu düşünülen başka biri olsa da bunu göz ardı ederek faziletli olanı kendisinden daha faziletli olana tercih etti. Muaviye bunu yaparken halkın kararını ve ortak arzusunu korumaya çalıştı.”
Yezid'in Hicri 61 yılından Hicri 64'teki ölümüne kadar hüküm sürdüğü bu kısa dönem, etkileri günümüzde de devam eden verimli ve kurucu bir dönem olmuştur.
Yezid dönemi şu olayları içermektedir: Kerbela Olayı, Harre Vakası, İbn-i Zubeyr isyanı ve İbn Zubeyr'den önce ortaya çıkan İlk Fitne. Yezid zamanında ortaya çıkan bu ilk fitneyi Tunuslu araştırmacı Buseyne bin Hüseyin ‘İkinci Fitne’ olarak adlandırmıştır ki bu akıllıca bir isimlendirmedir. Bu olay, bilimsel bir dersi hak ediyor. Zira bu olay dini bir kışkırtma mevzusu değildir. Bu olay, ‘onların kendi arasında tartıştığı şeyler hakkında konuşmayı kesmek’ şeklinde olumsuz bir eleştiriyi hak etmiyor!
Her şeyden önce bilgiye ihtiyacımız var. Bu, nefretten ya da dervişlikten daha faydalıdır.