Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Lübnan ve ertesi gün

Mesleğim, 14 Şubat 2005'te Başbakan Refik Hariri'ye suikast düzenlendiği gün Şam'da bulunmamı istemişti. Gece boyunca şiddetli bir depremin Lübnan-Suriye ilişkilerini vurduğu hissine kapıldım. Deprem zamanı güçlü insanlara değil, akıllı insanlara ihtiyaç vardır. Ertesi gün Lübnan’a dönerken bir arkadaşımla bir fincan kahve içmek için Şatura beldesine uğradım. Sözleri dikkatimi çekti ve düşündürdü: “Suriye istihbaratının bazı uygulamaları rahatsız edici. Suriyelilerin kalıcı varlığının destekçisi değilim ama Lübnanlılar ve bölünmeleri hakkında bildiklerim nedeniyle geri çekilmelerinden korktuğumu da senden gizlemiyorum.”

Beyrut'a döndüm, kaynıyordu. Lübnanlıların çoğunluğu bellerinin kırıldığını hissediyorlardı. Suriye kuvvetlerinin geri çekilmesini talep eden ve onları Hariri suikastından sorumlu tutan birçok öfkeli ses yükseliyordu. Günler şiddetli ve kaygı verici bir şekilde geçiyordu. Gazetecilik merakı üstün geldiğinden o ayın sonunda Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in ofisine girdim. Görüşme yayınlanma amaçlı değildi. Esed'e ülkesinin kuvvetlerinin Lübnan'dan çekilip çekilmeyeceğini sordum, o da yanıt olarak, komutanlarının, Suriye kuvvetlerinin Lübnan’ın Bekaa bölgesindeki bir şeritte bulunmasının herhangi bir İsrail saldırısı karşısında Şam'ın savunmasını kolaylaştıracağı yönündeki görüşüne atıfta bulundu. Kuvvetlerini geri çekmesi yönünde üzerindeki uluslararası baskının artması durumunda alacağı kararı sordum, o da kuvvetlerine uluslararası sınıra çekilme emri vereceğini söyledi.

Esed, Suriye'nin Hariri suikastıyla hiçbir ilgisinin olmadığını söylerken, kesin ve katiydi. Ona: “Neden bu kadar kesin konuşuyorsunuz ve neden en azından yabancı bir servisin suikastı gerçekleştirmek için servislerinize sızmış olabileceğine bile ihtimal vermiyorsunuz?” diye sorduğumda, “Biz bir ülkeyiz ve bu tür dükkanlarımız yok. Bizim bununla hiçbir ilgimiz bulunmuyor ve zaman size bunu gösterecek” demişti. Ayrıca kendisine Hariri ile yaptığı kısa ve son görüşme ile başka konular hakkında da sorular sormuştum ama bunlar bu yazının konusu değil.

Suriye’nin Lübnan'daki askeri varlığı döneminde, Bekaa Vadisi'ndeki Ancar'da bulunan Suriye istihbarat merkezi, kararlar alan, atayan ve rollerin boyutunu belirleyen merkezdi. Suriyeli “rehberin” geri çekilmesi, Lübnanlı siyasi güçlerin devlet seçeneği ve Taif Anlaşması çıtası altında doldurmayı başaramadığı büyük bir boşluk bıraktı. Lübnan güvenlik servisleri, Hariri suikastında Hizbullah unsurlarının rol oynadığına dair işaretler olduğunu ifade ettiğinde bölünme daha da derinleşti. Olaylar birbirini takip etti ve 2006’daki savaş Lübnan'ın İran liderliğindeki direniş ittifakındaki konumunun sağlamlaşmasına yol açtı. Bir devlet olmaya geri dönüş fırsatı kaybedildi ve Lübnan daha büyük bölgesel çatışmaların alanı haline geldi.

Lübnan şu anda yıkıcı bir İsrail saldırısına maruz kalıyor ve devamı saldırının küçük ülke için bir Nekbe (felakete) dönüşme tehlikesi taşıyor. İsrail ölüm makinesi bazı köyleri tamamen haritadan sildi ve Hizbullah destekçisi çevrede çok büyük kayıplara neden oldu. Bu saldırı başlangıçta, Hizbullah'ın Aksa Tufanı’nın ertesi günü “destek cephesi”ni açtığını ilan ederek savaşa girmeyi seçtiği bahanesi ile Batı'nın sempatisini kazandı veya anlayışla karşılandı. Hizbullah’ın, “angajman kuralları” olarak adlandırılan kurallar uyarınca bu cephede İsrail ile sınırlı karşılıklı saldırılar düzenlemeyi umduğu aşikâr. Binyamin Netanyahu'nun savaşı, kendi görüşüne göre İsrail'in daha önce kaçınmak istediği insani ve ekonomik kayıpları hak eden bir “varoluşsal savaşa” dönüştürme becerisine rağmen, özellikle arenalar birliğinde diretilmesi nedeniyle yapılan hesaplar yanlıştı.

Lübnan, ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein'ın tavsiyelerine daha erken kulak vermeliydi. Ama olanlar olduktan ve daha derin bir uçurumun eşiğinde olan ülkede bu büyük kayıplar yaşandıktan sonra tavsiyelerine kulak verdi. Hochstein'ın, 2006 savaşından doğan 1701 sayılı BM kararı dışında bir çözümü yok. O da İsrail'in sürekli ihlal ettiği ve özellikle yakın ve uzak haritalara savaşçılar ve danışmanlar gönderen bir “bölgesel güç” haline geldikten sonra Hizbullah'ın içini boşalttığı bir karar. Karar açıklandığı andan itibaren uygulanmış olsaydı Lübnan mevcut trajediyle karşı karşıya kalır mıydı? Bu soruyu sormanın zamanı geçti ve bir enkaz denizinin ortasında sıcak korlar üzerinde kıvranan ülkede şimdi bu karar mutlaka uygulanmalı. Bazen hasta, daha kötü olandan, yani Lübnan'ın parçalanmasından ve kaybından kaçınmak için acı ilacı içmelidir.

Mevcut savaştan ve ağır maliyetlerinden gerçek bir kurtuluş, Lübnanlı güçleri inkâr, ders almama, yaraları iyileştirmek yerine derinleştirme politikalarından uzakta bir tarihi sorumlulukla karşı karşıya bırakıyor. Uluslararası toplumun güvenini yeniden kazanmak ve onu yeniden inşa sürecine katılmaya teşvik etmek için 1701 sayılı kararın tam olarak uygulanması gerekiyor. Bu, Lübnan arenası sayfasını kapatmak ve doğal Lübnan devletine geri dönüş yolculuğuna başlamak anlamına geliyor. Devlete dönmenin anahtarı, Taif Anlaşması'nın metnini ve ruhunu kurnazca yorumlamadan ve etrafından dolanmadan uygulamaktır. Savaşın dehşetini, ondan kurtulma ve bir daha yaşanmamasını sağlama yollarını derinlemesine okumak gerekiyor.

1701 sayılı kararın ciddi şekilde uygulanması, Hizbullah'ın bölgesel rolü ile Güney Lübnan'da İsrail ile temas hattında İran'ın varlığında büyük bir değişikliğe yol açacaktır. Uygulamada bu, Lübnan'ın, Irak'ın şu anda askeri boyutuna dahil olmaktan kaçınmaya çalıştığı arenalar birliğinden çıkması anlamına geliyor. Bu değişiklik basit ve kolay değil ama Lübnanlıların yeniden devlet ve hukuk çatısı altında buluşabilmesi için gerekli.

Lübnan'da ateşkesin “ertesi günü” için gerekenler basit değil, ancak tüm siyasi güçler bu zorluğa göğüs germeye çağrılıyor. Önceki yıllarda yaşanan acılara rağmen Lübnanlılar arasındaki köprülerin yeniden kurulması gerekiyor. Karşılıklı tanıma, kaygıları anlama ve Lübnan'ın doğasına uygun politikalara dönüş gerçekleşmeli. Baskı yok, intikam yok, bileşenlerin ne sınırlanması ne de marjinalleştirilmesi yok. Lübnanlıların daha önce pek çok kez boşa harcadıkları gibi, ateşkesin ertesi gününü boşa harcamaya hakları yok.