Sam Mensa
TT

Arap-uluslararası diplomasi ve Üçüncü Lübnan Cumhuriyeti

Lübnan'da iktidar ve muhalefetteki siyasetçilere yönelik Arap-uluslararası toplum baskısı, yaklaşık 26 ay süren bir boşluğun ardından cumhurbaşkanının seçilmesini sağladı. Arap-uluslararası bu mutabakat, özellikle Lübnan ve Suriye'de yaşanan değişimin sunduğu ve Lübnanlı siyasetçilerin oyunları, dar görüşlü ve sınırlı manevraları ile neredeyse kaçıracakları fırsatı değerlendirdi. Aşırı iyimser olmak ve yeni cumhurbaşkanına onlarca yıllık krizlerin ağırlığını yüklemek için henüz çok erken, zira kendisi bir asker ve geleneksel siyasetçiler kulübünden değil. Ancak Ordu Komutanı General Joseph Avn'ın Baabda Sarayı'na gelişi, yeni cumhurbaşkanının kişiliğinin ve askeri kurumdaki geçmişinin ötesinde pek çok anlam taşıyor. Çünkü bu, Lübnan'ı bölgedeki yeni sürece uymaya ve geleceğine tam anlamıyla katılmaya teşvik etmenin pratik bir ifadesi olarak değerlendiriliyor. Devlet dışı örgütler döneminin ulus-devlet lehine sonlandırılması temelinde bir bölgesel-uluslararası denklemi yansıtıyor. Arap-uluslararası ortak baskı, sadece Lübnan'a yönelik endişelerden ve 50 yıldan uzun bir süre rehin alınmasının ardından bölge için öneminden kaynaklanmadı. Aynı zamanda bu, ülkenin çevresine geri dönmesini, devletin silahlı örgütlerin denetimine tabi olmayan, meşru seçilmiş otoriteler tarafından yönetilen normal bir devlet durumuna geri dönmesini gerektiren Arap ve uluslararası çıkarlara da bir yanıttı. Böylece Lübnan da bölgenin barışa, kalkınmaya, özgürlüğe, uluslararası ve bölgesel iş birliğine doğru gelecekteki gidişatına uyum sağlayacak ve bununla bütünleşecek. Cumhurbaşkanı’nın yemin törenindeki konuşması bu eğilimin tam ve açık bir ifadesiydi.

Joseph Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesi, onun Lübnan’ın tüm sorunlarına ve ikilemlerine çözüm olduğu anlamına gelmiyor, aksine bu yeni aşamaya doğru atılmış gerekli bir ilk adımdır. Özellikle de Hizbullah ile İsrail arasında, iki taraf arasındaki çatışmaların durdurulmasını, silahın, güneyden başlayarak tüm Lübnan topraklarında sadece meşru güçler ile sınırlandırılmasını öngören ateşkes anlaşmasının hemen ardından geldiği göz önüne alındığında. Keza bu seçim, Lübnan'ın 50 yıl süren baba-oğul Esed rejiminin hakimiyetinden kurtulmasının ardından gelen ve Suriye hakimiyetinin mirasçısı ve tamamlayıcısı olan İran'ın hakimiyetinden de kurtulmasının akabinde gerçekleşti.

50 yıllık vesayet ve işgalin ardından bugün anayasa ve egemenliğe yönelik ihlallere ağlamak, hele de bu ağlayanlar, on yıllardır vasi ve işgalci ile birlikte bu ihlallerde çok ileri gidenlerden olduğunda, abes kaçıyor. Bugün Arap ve uluslararası baskı, anayasa ve egemenliğin geri kazanılmasının kapısını aralıyor, aksini değil. Bu Arap-uluslararası diplomatik rolü zorunlu kılan gereklilik, Lübnan Cumhuriyeti için bir cumhurbaşkanı seçmekle sınırlı değil, siyasi hayatın düzenleyicisi olarak devam etmeli. Başbakanın, bakanların ve yeni ordu komutanının seçiminin yanı sıra bakanlık açıklamasının içeriğine de uzanmalı ki bu anayasal başarı, Suriye ve İran geçmişiyle bağları koparan, Lübnan'ın egemenliğini, anayasasını ve demokratik yaşam mekanizmalarını yeniden tesis eden yeni bir döneme dönüşsün.

Bu rol, Cumhurbaşkanı'nın ve yeni hükümetin acil ve kaçınılmaz görevlerine eşlik edecektir. Bunların ilki; İsrail'in güneyden çekilmesiyle egemenliğin yeniden tesis edilmesinin ve Lübnan'ın tekrarlanan hava ve kara saldırılarından korunmasının kapısı olan ateşkes anlaşmasının uygulanmasına ve en önemlisi, güvenliği ve sükuneti sağlamak için silahların meşru güvenlik ve askeri güçlerle sınırlandırılmasına tam bağlılıktır.

İkincisi; Taif Anlaşması'nın tüm tarafları rahatlatacak ve hayali formüllerin ve intihar projelerinin hayata geçirilmesi çağrılarını sınırlayacak şekilde tam olarak uygulanmasıdır. Anlaşmanın arzu edilen siyasal ve ekonomik reformların başlatılması için gerekli olan, Lübnan'ın 2019 yılından bu yana derinleşen mali ve ekonomik krizinin üstesinden gelebilmesi için uluslararası kuruluşların talep ettiği teminatı oluşturan siyasal istikrarı sağlamasıdır.

Üçüncüsü; Lübnan'ın ılımlı Arap saflarına geri dönmesi, bölgenin kurumsal ve hukuksal bir devlet inşa etme, bölgesel barışa doğru ilerleme yolunda tanık olduğu radikal jeopolitik dönüşümlere ayak uydurabilmek için tarihin doğru tarafında konumlanmasıdır. Bir cumhurbaşkanının seçilmesinden ve seçim süreci ile buna yönelik hazırlıkları kuşatan atmosferden daha önemli sonuç, dost ülkelerin Lübnan siyaseti ve siyasetçilerinin içinde bulunduğu koşullar karşısında yaşadıkları bıkkınlık ve umutsuzluğun ardından Lübnan’ın ötekileştirilme veya terk edilme tehlikesini aşmış olmasıdır. Avn'ın cumhurbaşkanlığı makamına gelişi, Lübnan için buzdolabından ve krizleri uzatan veya her şeyi olduğu gibi bırakan çözümlerden bir çıkış yolu olabilir. Nitekim gerek iktidardaki gerekse muhalefetteki bazı siyasi güçler, özellikle de Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesini reddedenler veya bunda tereddüt edenler bunu, yani her şeyin olduğu gibi kalmasını istediler.

Bu bağlamda bazıları Hizbullah ile gelecekteki rolü konusunda örtülü bir mutabakata varıldığını ve bunun Lübnan'da istenen değişimi sınırlayabileceğini ileri sürüyor ve bundan korkuyor. Şii İkilisi ve diğerleri, Beyrut'tan geçerek Gazze'den Şam'a uzanan değişimlerin ardında bıraktığı sonuçların ne anlama geldiğini, Tahran'ın Maşrık’taki (Levant) müttefiklerinin rollerinin gerilemesinin önemini nihayet kavramış olabilirler. Bugün yeni varoluş seçenekleriyle karşı karşıya kalan Hizbullah'ın, Lübnan'ı Arap ve yabancı dostlarından soyutlayıp yarı haydut bir devlete dönüştürmesinin yanı sıra, yenilgisine yol açan nedenleri de gözden geçirmesi gerekiyor.

Onlarca yıldır izlediği ve birçok yetkilideki milli duygu eksikliği ile birlikte ülkenin yıkımına yol açan, politika ve yaklaşımlarının da fikri açıdan bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekiyor. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a gelişi ve bunun sonuçlarını tahmin etmenin zorlaşmasıyla birlikte bölge ve dünya, her ülkenin iç siyasetini etkileyecek yeni bir uluslararası ilişkiler dönemi bekliyor.