“Başkan Trump, Ürdün ve Mısır'ın çok sayıda Gazzeliyi geçici veya kalıcı olarak kabul etmesini önerdi.”
Deneyimlere göre Filistinlilerin hayatındaki geçici olaylar, trajik ise kalıcıdır.
İlk Filistin kampının kurulduğu 1948 yılından bugüne kadar kamp, Filistinlilerin yaşamında evlerinden edilen ve BM Yardım Ajansı’nın yardım sunduğu insanlar için bir sığınak olmaktan ziyade, ister BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) tarafından verilen mavi karta sahip olanlar isterse Filistin içinde veya dışında herhangi bir yerde yaşayanlar olsun, tüm Filistinlileri kapsayacak şekilde gelişen ve genişleyen mülteci olgusunun tanımı olarak varlığını kanıtladı.
1948 yılında işgal edilen ve üzerinde İsrail Devleti'nin kurulduğu şehir ve köylerde kalanlar da hak ve görevlerde eşit olmadıkları sürece gerçekte mültecidirler. Ülkenin asıl sakinleri oldukları gerçeği inkâr edildiği sürece mültecidirler, ki daha önce sayıları binlerle ifade edilirken de şimdi milyonlarla ifade edilirken de bu durumdalar.
İbrani devletinin kuruluşu ilan edildiğinde, pek çok insan kendisine en yakın yerlere kaçtı. Önce Batı Şeria ve Gazze’ye yöneldiler, ardından Lübnan ve Suriye, daha az ölçüde de Mısır’a yöneldiler. Batı Şeria'ya sığınanlar yabancı olarak görülmese de UNRWA tarafından kurulan kamplarda ikamet etmeleri, onlara olumsuz bir ayrımcılığı dayattı. Ürdün Nehri’nin batı ile doğu yakasının birleşmesi sonucunda Ürdün Haşimi Krallığı kamplarla doldu. Ürdün'deki herkesin tam vatandaşlık alması durumu birleştirici bir unsur olsa da duygusal olarak aynı şeyi söyleyemeyiz.
Her iki yakada kurulan ve iki halk ve iki oluşum arasında başarılı bir birlik sağlayan, kamp ve mültecilerin yoğun bir şekilde yayıldığı Krallığın dışında, Lübnan ve Suriye'de de mülteciler ve kamplar yayıldı. Ama bu iki kardeş ülkedeki kamp sakinleri, Ürdün'deki muadillerinin elde ettiği hak ve görevlere sahip olamadılar. Bu, insanların ruhlarındaki mültecilik duygusunu derinleştirdi ve her Filistinli, nerede olursa olsun ve ev sahibi ülkede konumunu ne kadar yükseltirse yükseltsin, diğer Filistinlilerle bunda birleşti.
Filistinlilerin uzun süreli mülteci statüsü ve kampların dışında tüm dünyaya dağılmaları, yaşadıkları ülkelerdeki yönetim sistemlerine göre onlara her alanda başarılı olma imkânı sağladı. Birçok ülkede Filistinli mülteciler devlet başkanlığı, parti başkanlığı, başbakanlık ve bunun daha altındaki diğer mevkilere kadar ulaştılar.
Ancak bir Filistinli, derinlerde bir yerde hâlâ bir mülteci olduğunu hissetmeye devam etti. Bunun nedeni, asıl aidiyetini doğrulayan bir belgeye sahip olamamasıydı. Ataları tanınmış bir Filistin devleti dışında farklı devletlerin uyruğuna sahip olduklarına dair belgeler taşıyorlardı ve hiçbirinde doğum yerine atıf dışında Filistin’e dair bir şey yoktu.
Mültecilik, bütün ayrıcalıkların ve mevkilerin sona erdirmeyi başaramadığı, ruhta bir türlü silinmeyen bir duygudur. Tamamı mülteci olan Filistinlileri devrimi düşünmeye iten en derin kök de buydu. Devrimin başlangıç noktası, Filistinlilere en fazla imkân ve zenginlik sağlayan yerlerden biri olan Arap Körfez ülkeleri oldu. İlk bildirisinin yayınlanmasıyla birlikte devrim, gönüllerde bir yangın gibi yayıldı.
Mültecilik duygusunun birleştirdiği Filistinliler, verecekleri kayıpları düşünmeden devrime katılmak için koştular. Devrimin kanla sulanan yolculuğunda yüz binlerce şehit, yaralı ve sakat kalanların kayıtlarına bakarsanız, bunların hepsinin ya okulların ve üniversitelerin son sınıf öğrencileri olduğunu veya her alan ve meslekten profesyoneller olduklarını görürsünüz. Ekonomik durumlarına yakından baktığınızda, yoksulluk nedeniyle ve geçinmesini sağlayacak yardımlar almak için devrime katılan yoksul bir insana pek rastlayamazsınız. Mültecilik duygusu Filistinlilerin ruhlarını ele geçirmiş ve yaşadıkları her başarısızlıkla birlikte daha da derinleşmiştir, çünkü başarısızlık yeni ilticalara yol açmıştır. Başarısızlığın tarihsel gerçeklerini ve sonuçlarını açıklamadan, günümüzdeki gerçekliğe bakalım; bu gerçekliği en iyi kanıtlayan yer Filistin ve en açık başarısızlık da Oslo deneyiminin başarısızlığıdır.
Anavatanda yaşayanlar, bir gün devlet ve bağımsızlığa giden bir ufkun açıldığı umuduna kapıldılar. Bu başarı, Arafat önderliğindeki devrimin Gazze'ye ve ardından Batı Şeria'ya kadar uzanmasına bağlandı ve Kudüs meselesinin çözülmesinin zaman meselesi olduğu düşünüldü.
Ama deneyim başarısızlıkla sonuçlandı ve mülteci olma duygusu, nerede olurlarsa olsunlar tüm Filistinliler arasında tekrar yaygın hale geldi. Zira bu duygu kamp sakini ile köy veya şehir sakini, Gazze halkı ile Batı Şeria halkı, dışarıdakiler ile içeridekiler arasında ayrım yapmaz, çünkü hepsi duygu ve gerçeklik olarak mültecidir.
Bu durumdan kurtuluş, mültecilik duygusunun gücü sona ermedikçe ve Filistinliler yeryüzündeki tüm halklarla eşit haklara kavuşmadıkça, ceplerinde kendi devletleri tarafından verilmiş bir kimlik ve pasaport taşımadıkça mümkün değildir. O zaman tüm Filistinlilerin yaşadığı zorunlu mültecilik duygusu sona erecek ve yerini sıradan bir ülkede sıradan bir vatandaş olma duygusuna bırakacaktır.
Son olarak Başkan Trump'a şunu soruyorum: Filistin sorunu yeni iltica dalgaları ve yeni kamplarla mı çözeceksiniz?