Tarih bir tesadüf ve olayları beyhude bir birikim değildir. Aksine, anlam ve mantığı olan bir insani süreç, zamansal ve mekansal bir bağlamdır. Tecrübeler birikerek uzmanlığa dönüşür, uzmanlıklar birikerek bilgiye dönüşür. Tarihi iyi anlayan ve derslerini özümseyen kişi, yaşanan gerçeklikle daha rahat baş edebilir ve geleceği daha iyi öngörebilir.
ABD Başkanı Donald Trump, Rus mevkidaşı Vladimir Putin ile Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek için müzakerelere başlama konusunda anlaştıklarını duyurdu. Rus mevkidaşı Putin ile büyük olasılıkla Suudi Arabistan'da bir araya gelmeyi ve görüşmeye Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın da katılmasını beklediğini söyledi.
Suudi Arabistan da dünyayı neredeyse üçüncü dünya savaşına sürükleyecek olan Rus-Ukrayna savaşına son verecek bu zirveye ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyacağını açıkladı.
Bu satırların yazarı bundan 10 yıl önce, 31 Ocak 2015 tarihinde bu köşede “Dünyanın Başkenti Riyad” başlıklı bir yazı yazmış ve şöyle demişti: “Suudi Arabistan, kaosun hakim olduğu bir bölgede istikrar ülkesi, terörizmin ele geçirdiği bir bölgede güvenli bir ülkedir. Dünyada istikrar, barış ve refah isteyen herkesin ilk ve en önemli durağıdır. Bu durum yakın gelecekte bölgesel ve uluslararası sahnede varlığını daha fazla gösterecek ve pekiştirecektir.” Suudi Arabistan, bölgenin ve dünyanın önemli bir ülkesi ve onlarca yıldır uluslararası sistemlerin kökleştirilmesine, dünya çapında barışın desteklenmesine katkıda bulunuyor. Dünyanın sorunları ve çatışmaları üzerinde güçlü bir etkiye sahip. Dünün beklentileri bugün tüm dünyanın tanık olduğu bir gerçekliğe dönüştü. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın öncülük ettiği Suudi Arabistan Vizyonu dünyayı şaşkına çevirdi ve gözler Suudi Arabistan'a çevrildi. Bunun sonucu ise tanık olduğumuz gibi, sürekli zorluklarla yüzleşmek, tarih yazmak ve geleceği inşa etmektir.
Yeni Trump birinci dönemindeki Trump değil; kendi kendini yetiştirmiş bir milyarder olarak iş hayatında başardıklarını siyasette de başarmak istiyor. Ancak siyasetin bir ticaret olmadığını, kimlik, milliyetçilik, din, tarih gibi unsurlarının ticaretten daha güçlü ve derin olduğunu unutuyor.
Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek diye bir deyim vardır ve Trump da bunu yapıyor. Örneğin, Gazze'ye yaklaşımı başlangıçta katı, kati ve görünüşte kesindi; ABD’nin burayı devralması ve Akdeniz kıyılarında yeni bir Riviera’ya dönüştürmesi. Bunun için Ürdün ve Mısır'a büyük baskı uyguladı, ardından geri adım atıp Arap barış planını kabul edeceğini duyurdu. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da “Washington, Trump'ın önerisini reddettikten sonra, Gazze konusunda Arap ülkelerine alternatif bir plan sunma şansı verecek” dedi.
Netanyahu ve İsrail sağının hedefi Filistin sorununu tamamen tasfiye etmektir. İşte bu nedenle Hamas'ın 2007'de Filistin Ulusal Otoritesi’ne yönelik darbesine göz yumdu ve Filistin saflarını bölmeye devam etmesini sağladı. Bir Arap ülkesinin Hamas'a, tamamı İsrail bankalarından geçen mali destek göndermesini kolaylaştırdı ve bu şekilde Hamas'ın Filistin Otoritesi’ne karşı meydan okumasının devam etmesini garantiledi. Dolayısıyla Filistin sorununa yönelik her türlü Arap, İslami ve uluslararası çözüm, İsrail sağı ile Hamas Hareketi arasındaki düşman ittifakını bozmalıdır.
Suudi Arabistan etkili bir ülke ve Trump, Obama'nın Arap Baharı olarak bilinen süreçte desteklediği kaos istikrarını çökertmekte onun katkısı olduğunu çok iyi biliyor. İki liderin Riyad'da gerçekleştireceği zirve, Suudi Arabistan'ın dünya kantarının topuzu haline gelmesi açısından önemli bir tarihi anı temsil ediyor. Orada ittifaklar kuruluyor, zirveler düzenleniyor, stratejiler belirleniyor, müzakereler yapılıyor. Hem de Suudi Arabistan gücünün tüm unsurlarını henüz kullanmamış olmasına rağmen.
Filistin davasına yönelik politikaların ve stratejilerin anlamını bilmeyenler, FKÖ’nün Filistinlilere bir devlet, hükümet ve bağımsızlık umudu veren 1993 Oslo Anlaşması’na ulaşana kadar çok sıkıntılar çektiğini bilmeliler. 2002 yılında Suudi Arabistan'ın iki devletli çözümü desteklemek amacıyla ortaya koyduğu Arap Girişimi ile tüm Arap ülkeleri onu destekledi. İsrail sağı ile Netanyahu'nun baltalamaya çalıştıkları da budur. Müslüman Kardeşler ile birlikte genel yönelimi veya direniş eksenine mutlak bir bağlılıkla tamamen katılımından sonra Hamas da aynı şey için çabaladı.
Son olarak, bugün asıl tehlike Gazze konusunda darboğazdan çıkmak değil, İsrail sağı/Müslüman Kardeşler modelinin tekrarlanması ve önümüzdeki on yıllar boyunca sürecek çatışmaların yaratılmasıdır.