Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Suriye: Yeni yönetim ve eski zorluklar

Azınlıklara yönelik vahşet, Esed rejiminin Suriye'de onlarca yıl süren, önce baba, sonra oğul üzerinden devam eden iktidarının en belirgin sloganıydı. İslam tarihi boyunca çoğunluk hiçbir zulme ve haksızlığa maruz kalmadı, çünkü çoğunluk iktidarın temeliydi ve azınlıkların herhangi bir tehdit oluşturmasından korkmuyordu. İslam devleti yüzyıllar boyunca azınlıkları koruyan çoğunluk tarafından yönetildi.

Esed'in devrilmesi yankı uyandıran bir olaydı ve Doğu ile Batı kampları arasındaki Soğuk Savaş'ın bazı aşamalarını yöneten uluslararası uzlaşılar olmasaydı uzun sürmeyecek tarihi bir anormalliği temsil eden bir dönemi sona erdirdi. Gerçek şu ki, Esed rejimi kendisini azınlıkları koruyan bir rejim olarak sunmasına rağmen, sadece kendi dini grubundan bazı nüfuzlu kişileri korudu. Adaletsizliğini ve vahşetini çoğunluk ile azınlıklar arasında paylaştırdı. Nitekim büyük Dürzi lider Kemal Canbolat'ı öldüren de oydu.

Yeni Suriye yönetiminin karşı karşıya olduğu zorluklar çok sayıda, çeşitli ve karmaşık. Bunlar, niteliklerinin açıkça tanınmasını ve üstesinden gelmek için net bir yol haritasının oluşturulmasını gerektiren zorluklar. Bu, kolay ve mantıklı bir söylem gibi görünse de, bugün Suriye'deki duruma uygulanmasının önünde kabul edilmesi ve aşılması gereken birçok engeli barındırıyor. Bu büyük zorluklardan biri de azınlıkların çokluğudur. Suriye'de tarihi boyunca bunlar kadim azınlıklar olarak varlıklarını sürdürdüler. Yok olmayacaklar veya sona ermeyecekler, onlar birçok siyasi rejimin ve yıkıcı savaşların gölgesinde güçlerini ve birliklerini korudular.

Geçtiğimiz Şubat ayında Suriye'nin yeni Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani, Dubai'de düzenlenen Dünya Hükümetler Zirvesi sırasında düzenlenen bir sempozyuma katıldı. Sempozyuma katılmak ve Suriye'nin en azından öngörülebilir geleceğini temsil eden bir sesi dinlemek istiyordum, ancak Şeybani olması gerekenden daha diplomatikti. Hükümete yöneltilen sorulara halkın mantığıyla cevap veriyordu. Yani azınlıklardan bahsederken Suriye'de çok eski zamanlardan beri var olduklarını ve bilindiklerini söyledi. Bu konuda haklı ama bu cevabı bir Suriye vatandaşı, araştırmacı veya gözlemci verebilir. Hükümetin cevabıysa daha pratik, gerçekçi ve açıklanmış bir plana dayalı olmalıydı.

Yıkılan Esed rejimi dönemiyle karşılaştırma yapmak, başta dini, mezhepsel ve etnik azınlıklar olmak üzere Suriye halkının geniş kesimlerinin ciddi kaygılarına cevap teşkil etmiyor. Bu azınlıkların bir kısmı, hem Suriye'nin iç denkleminde hem de bölgesel denklemlerde onları ciddiye alınması gereken bir faktöre dönüştüren cesaret, birlik ve tarihe sahip silahlı azınlıklar.

Şeybani de azınlıklar meselesinde açık sözlüydü ve şöyle dedi: “Azınlık adlandırmasını ve kotayı reddediyoruz. Ölçümüz liyakat ve bundan ancak, sabit anayasalara, yerleşik yasalara ve etkili bir yürütmeye sahip hükümetlerin olduğu istikrarlı ülkelerde bahsedilebilir. Ama bunlar, günümüz Suriyesi’nde henüz mevcut değil.”

Batı basınında çıkan pek çok haberde Suriye'de dini bir terim olan “muhacirler” adıyla bilinen bir kesimden söz ediliyor. Bunlar, ülkelerinden kaçmış ve “cihat” sloganı altında çeşitli savaşçı örgütlere katılmış insan toplulukları. El-Kaide ve DEAŞ gibi bilinen terör örgütleriyle yakın bağlantıları var. Bu kişiler, muhalefetteyken benimsediği ideolojik söylemiyle ilgili verdiği herhangi bir tavizden vazgeçmesi için yeni yönetime büyük baskı yapıyorlar. Günümüzün siyasal gerçekçiliğini bir tür ikiyüzlülük veya cihatçı mantık ile bu söylemden vazgeçmek olarak değerlendiriyorlar.

Kendilerine “cihatçı” diyen ama bölgesel ve uluslararası alanda birçok ülke tarafından “terörist” olarak sınıflandırılan bu kişilerin mantığına göre, yeni yönetim ülke içindeki azınlıklara ilişkin tutumundan açıkça bahsedemez, bu da azınlıklar arasında derin ve gerçek korkulara yol açıyor. Bu örgütlerden bazıları ciddi katliamlar ve sindirme operasyonları gerçekleştirdiler ve bazı azınlık bölgelerini de tehdit ediyorlar. Bu durum, söz konusu azınlıkların bir kısmının kendi bölgelerini ve inançlarını savunma yönünde tavır almalarına, hatta silahlı kuvvet oluşturma yoluna gitmelerine neden oldu. En tehlikeli nokta ise bunun için gerekirse İsrail ile iş birliği yapmaya hazır olmaları. Dinsel açıdan ne kadar radikal olursa olsun, Suriye'ye yüzyıllardır köklü bağlarla bağlı olan halkın büyük bir kesiminin aleyhine, dışarıdan gelen bu silahlı grupları hesaba katmak, onlara itibar etmek siyasi açıdan hiç de akıllıca değildir.

Bilhassa Arap olmayan ülkelerin oynadıkları oyunlar, yeni Suriye için gerçek bir tehdit oluşturuyor. İran'ın Suriye halkıyla kötü bir geçmişi var ve Suriye'deki yenilgisini henüz tam olarak kabullenmiş değil. Türkiye Esed rejimini deviren bu silahlı grupların bir kısmını on yıldan fazla süredir eğiten ve destekleyen ülke ve yetkililerinin Şam'a yaptığı ziyaretlerle bunu göstermekten de geri kalmadı. İsrail, Suriye hava sahasını ihlal ediyor ve dilediği gibi askeri operasyonlar ve hava saldırıları düzenliyor.

Son olarak, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın önerileri Türk modeline daha yakın görünüyor, ancak ona karşı en tehlikeli muhalefet, yakın dönemdeki müttefiklerinden ve başarısının ortaklarından geliyor. Bu, siyasi ikilemlerden daha tehlikeli olabilecek ideolojik bir ikilem.