1978 yılında İran'da İslam Devrimi patlak verdi. Ertesi yıl, Şah Muhammed Rıza Pehlevi devrildi ve İran İslam Cumhuriyeti deklare edildi. Bu, devrimin zaferinin nihai zirvesi gibi görünen bir andı.
Yaklaşık olarak aynı dönemde, 1978'in sonlarında, Pekin'de Çin Komünist Partisi’nin tarihi bir kongresi düzenlendi ve Deng Şiaoping’in parti ve devletin lideri olması onaylandı, o da çağdaş Çin'in gidişatını kökten değiştiren büyük bir reform hareketi başlattı.
Dünya Bankası istatistiklerine göre, İran'da kişi başına düşen GSYİH 1978'de yaklaşık 2.167 dolarken, 2024'te 5.013 dolara ulaştı; bu 46 yılda 2,3 kat artış anlamına geliyor. Çin'de ise kişi başına düşen GSYİH 1978'de yaklaşık 156 dolardı ve 2024'te yaklaşık 13.800 dolara ulaştı, yani yaklaşık 88,5 kat arttı. Çin para biriminin gerçek satın alma gücü hesaba katılırsa, Çin'de kişi başına düşen GSYİH'nin 2024'te yaklaşık 26 bin dolar olduğu tahmin ediliyor, bu da 1978'e kıyasla yaklaşık 166 kat artış anlamına geliyor. Bu, Çin reformunun dikkate değer bir başarı kaydettiğini gösteriyor; zira ülke yarım yüzyıldan kısa bir sürede dünyanın en fakir ülkelerinden birinden ikinci büyük küresel ekonomiye dönüştü.
Çin reformu ve İran devrimi nasıl bir seyir izledi ki, neredeyse aynı zamanda başlamalarına rağmen, sonuçlar sadece ekonomik göstergeler değil, aynı zamanda iki ülkenin genel gücü ve uluslararası konumu açısından bu kadar çarpıcı biçimde farklılaştı?
Bu gazetenin okuyucuları şüphesiz İran meseleleri hakkında benden daha fazla şey bildiklerinden, uzun tarihi boyunca muazzam bir yaratıcılık ve başarı kapasitesi göstermiş olan İran halkının tercihi olduğu için, Çin'de saygı duyduğumuz İslam Devrimi deneyimini burada ayrıntılı olarak anlatmaya gerek yok. Çin'deki reform ve Deng Şiaoping'in düşünce mirasına gelince, Arap okuyucuların bunlar hakkında yeterince bilgili olmadığına inanıyorum. Yaşadığım kişisel bir deneyim de bunu gösteriyor olabilir: Pekin'de Arap gazetecilerden oluşan bir heyete Çin'in durumu hakkında yaptığım sunumlardan birinde, onlara ekranda 20’inci yüzyılın sonlarında görev yapan bir dizi dünya liderinin görüntülerini gösterdim. Gazeteciler baba George Bush, Mihail Gorbaçov, Margaret Thatcher, Nelson Mandela ve Humeyni'yi hemen tanıdılar, ancak sadece birkaçı Çin lideri Deng Şiaoping'i tanıyabildi.
Bu yüzden, bu bağlamda, Arap okuyucuyu o dönemde Deng Şiaoping’in söylediği ve artık Çin'de halkın geneli tarafından iyi bilinen bir dizi ünlü sözle tanıştırmak istiyorum. Bu sözler Çin reformunun görüşlerini ve deneyimlerini özetliyor ve Çin'in gelecekteki yolunu anlamak için temel anahtarlar sunuyor.
1. Yoksulluk sosyalizm değildir: Bu söz, Çin'de uzun süredir sosyalizm hakkında hakim olan, servet ve zenginliğin kapitalizme münhasır olduğunu varsayan, sosyalizmin yalnızca ahlaki ve politik yönlerle ilgilendiği varsayımına dayanan katı fikirleri paramparça etti. Bu söz ayrıca, ekonomiyi inşa etmeyi ve insanların geçim kaynaklarını iyileştirmeyi önceliklendiren bir kalkınma kavramı oluşturarak sosyalizmin özü ile ilgili soruları da gündeme getirdi.
2. Kalkınma sağlam bir gerçekliktir: Bu söz, kalkınmanın Çin devletinin gündeminde merkezi bir yer işgal ettiği anlamına geliyor. Çin, ideoloji ihraç etmek, uluslararası hegemonya arayışında olmak veya iç siyasi çatışmalara girmek yerine çabalarını ekonomik büyümeye odaklamalıdır. Yalnızca kalkınma ülkeye tüm iç ve dış zorluklarla başa çıkma gücü sağlar.
3. Reform Çin'in ikinci devrimidir: Kalkınmaya odaklanmak, artık kalkınma hedefleriyle uyumlu olmayan kurumsal yapının radikal bir şekilde elden geçirilmesini gerektirir. Reform -toplumsal ilerlemenin itici gücü olarak- derinliği ve genişliği bakımından bir devrimdir, ancak iktidar partisinin kendisine karşı önderlik ettiği bir devrimdir.
4. Bilim ve teknoloji en önemli üretim gücüdür: Bilimsel ve teknolojik ilerleme, ekonomik kalkınmanın temel bir dayanağıdır. Bu açıdan bakıldığında, Çin bilim ve teknolojinin geliştirilmesine büyük önem veriyor. Küresel üretim zincirlerinde daha da yükselmek ve uluslararası alanda rekabet gücünü artırmak için “ülkeyi bilim ve eğitim yoluyla ayağa kaldırma” stratejisini uyguluyor.
5. Kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değil, yeter ki fare yakalamayı bilsin; bu söz, Çin reformunun pragmatik doğasını ve Çin kültürünün özünü temsil ediyor. Boş ideolojik tartışmalarla meşgul olmanın bir anlamı yok; bunun yerine, pratik sonuçlar ile ilgilenilmelidir. Şiaoping ayrıca “kalkınmayı teşvik etmeyi ve insanların geçim kaynaklarını iyileştirmeyi” yönetimin bir ölçütü olarak da gördü, bu ise ideolojik kısıtlamaları kırdı, kalkınma yollarını keşfetmek için yeni yollar açtı.
6. Çin dünyadan ayrılamaz. Bağımsızlık izolasyon anlamına gelmez ve kendine güvenmek başkalarını reddetmek demek değildir. Çin, tüm dünyaya açılmadığı, uluslararası toplumla olumlu etkileşimde bulunmadığı ve dünyanın çeşitli ülkelerindeki teknolojik ilerlemeden ve kalkınma tecrübelerinden yararlanmadığı sürece gerçek bir kalkınma gerçekleştiremeyecektir. İran Devrimi'nin sloganı “Ne Batı ne de Doğu” iken, Çin reformunun sloganlarından biri “Batı'ya evet ve Doğu'ya evet” olarak çevrilebilir.
7. Perde arkasında kal, ama elinden geleni yap. Bu sözün ilk yarısı, diğer dillere çevrilmesi zor olan eski bir Çin atasözünden alıntılanmıştır. Zor olmasının sebebi, çeşitli anlamlar taşıması ve bunlardan biri de; meseleleri sakin ve özdenetimle ele almak, şiddete yumuşaklıkla karşılık vermek, güç gösterisinden veya bununla övünmekten kaçınmaktır. Bu söz, iç kalkınmanın önceliğiyle tutarlı ve bu bağlamda Çin, kapsamlı gücünü artırmak için sessizce ve özenle çalışırken, aynı zamanda gücü ve konumuyla orantılı bir şekilde uluslararası sorumluluklarını üstlenerek küresel sorunlara yapıcı bir şekilde katkıda bulunuyor.
Deng Şiaoping'den sonra Çin, üç nesil liderin yönetimine tanıklık etti. Bunlar Jiang Zemin, Hu Cintao ve Şi Jinping’tir. Farklı kişiliklerine ve karşılaştıkları çeşitli iç ve dış koşullara ve zorluklara rağmen, genel olarak Deng Şiaoping tarafından temeli atılan reform ve açılım teorisine bağlı kaldılar. Dahası, başta Başkan Şi Jinping olmak üzere, bu teoriyi zamanın gereksinimlerine uygun bir şekilde yaratıcı bir şekilde geliştirdiler. Reform, gerçek hayatın değişimlerine ve artan komplekslerine ayak uydurmak için sürekli bir gözden geçirme ve yenilenen teorik yenilikler gerektiren dinamik bir süreçtir. Zira büyük Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe'nin dediği gibi, “Teori gridir, ancak hayat ağacı her zaman yeşildir.”