İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Filistin devleti ve Fransız nükleer bombası

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un, eylül ayında New York'ta yapılacak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda ülkesinin Filistin devletini tanıma niyetini açıklamasının ertesi günü, edebiyata hakim birçok siyasi gözlemci, İtalyan yazar Tomasi di Lampedusa'nın meşhur “Cambiare tutto per non cambiare niente” (Hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştir) sözünü alıntıladı. Yahut Macron'un tek bir gönderi ile hem her şeyi hem de hiçbir şeyi değiştirmediğini söyledi.

Küçümsemeden veya abartmadan akla gelen soru şu; Macron'un kararı önemli mi? İşgal altındaki Filistin topraklarının durumunu veya doğasını değiştirebilir mi?

Tarihsel olarak, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransız lider Charles de Gaulle, Filistin halkını destekleme konusunda Fransa'yı seferber etmeyi başardı. 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından Paris, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) adına Filistin topraklarında terör saldırıları düzenlenmesine rağmen, onlarca yıl boyunca onunla iş birliğini sürdürdü.

Fransa'nın rolü bununla sınırlı kalmadı. Oslo Anlaşmaları'nın iç yüzünü bilenler, Oslo’nun gerçek başlangıcının Fransa’nın verdiği “Amerikalılardan uzakta, birbirinizle görüşün” tavsiyesi olduğunu bilirler. Öyle de yapıldı ve o dönemde başarılı olundu.

Cumhurbaşkanı Macron'un kararı sürpriz değildi; aksine, Fransız dış politikasının metodolojisine göre beklenen bir karardı ve Fransa'nın kendisine geri adım attırmayı amaçlayan karşı baskılara rağmen iki devletli çözüm fikriyle ilgili çabalarıyla tutarlıydı.

Bazıları bunun sembolik bir karar olduğunu savunuyor ve gerçekten de öyle olabilir. Ancak her halükarda, uluslararası arenada İsrail üzerinde daha fazla izole edici bir baskı oluşturuyor ve bir Filistin devleti kurmanın, işgal dönemine ve Gazze'deki acımasız yönetimine son vermenin tarihsel kaçınılmazlığını vurguluyor.

Aylardır İsrail diplomasisi, bazılarının ikili ilişkilerdeki “nükleer bomba” olarak tanımladığı bu adımı engellemek amacıyla hem gizli hem de açık bir şekilde, Paris'e yaklaşımını değiştirmesi için baskı yapmaya çalıştı.

İsrail'in Fransa'ya yönelik uyarıları arasında istihbari iş birliğini azaltma ve Fransa’nın bölgesel girişimlerinin önüne engeller koyma tehditleri de yer alıyordu. Dahası Batı Şeria'da daha fazla toprak ilhak etme önerileri bile yapıldı, ancak bunların hiçbiri Elysee'yi önceden aldığı karardan caydırmadı.

Fransa'nın kararında Netanyahu hükümetini gerçekten korkutan bir şey mi var?

Fransa'nın, Filistin devletini tanıyan ilk BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ve aynı zamanda G7'nin aktif bir üyesi olacağı kesin. Fransa’dan önce İspanya, İrlanda ve Norveç gibi Avrupa ülkeleri Filistin devletini tanımışlardı.

Bu bağlamda, Fransa'nın hamlesi, özellikle bugün çekinseler de yarın kaçınılmaz olarak Filistin devletini tanıyacak büyük ülkeler başta olmak üzere, diğer Avrupa Birliği ülkeleri için bir örnek teşkil edebilir.

Fransa Cumhurbaşkanlığı'ndan üst düzey bir yetkili, Macron'un açıklamasının ardından geçen perşembe günü CNN'e yaptığı açık ve net açıklamada, “Diğer liderlerle telefonla görüştüm ve önümüzdeki eylül ayında Filistin'i tanıyan tek ülkenin biz olmayacağımızdan eminim” dedi.

Bugüne kadar, 193 BM üye ülkesinden yaklaşık 144'ü Filistin'i bir devlet olarak tanıdı. Bunlar arasında Küresel Güney'in çoğu ülkesi, Rusya, Çin ve Hindistan da var.

Ancak, 27 AB üye ülkesinden yalnızca birkaçı bunu yaptı ve bunlar, İsveç ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne ilave olarak, çoğu eski komünist devletlerdir.

BM Genel Kurulu'nun Kasım 2012'de Filistin Devleti'ni fiilen tanıdığı ve BM'deki statüsünü bir oluşumdan üye olmayan devlet statüsüne yükselttiği biliniyor.

Bu durum şu soruyu akla getiriyor: Cumhurbaşkanı Macron, İsrail'in 7 Ekim 2023'te Gazze sınırında yaşananlara verdiği yanıtı güçlü bir şekilde desteklemekten, Filistin devletini bu şekilde tanımaya nasıl geçiş yaptı?

Saldırıya yanıt vermenin ötesine geçerek Gazzelileri yerinden etme ve Batı Şeria topraklarını ele geçirme komploları kurma, askeri imha ve mülteci kamplarında açlıktan öldürme kertesine varan İsrail saldırganlığının, insani ve özellikle de Fransız vicdanının ölümünü reddeden ve reddetmeye devam eden Fransız halkı üzerinde etkili olduğu kesindir.

Gazze'de kurbanların sayısı arttıkça, Fransa İsrail'e silah ihracatını yasakladı, Gazze Şeridi'ne hava yoluyla yardım gönderdi ve defalarca ateşkes ve insani yardımların ulaştırılması, gazetecilerin girişine izin verilmesi çağrısında bulundu.

Bugün tüm Avrupalıların ve hatta dünyadaki tüm özgür halkların karşı karşıya olduğu gerçek; çocuklar, yaşlılar ve kadınlar başta olmak üzere açlık çeken Gazzelilerin görüntülerinin, 20. yüzyılın en karanlık yönlerini akla getirdiğidir. Bu da Batı'nın insani krizle mücadele etmek için somut bir eylemde bulunmasa bile nefret duymasına neden oldu.

Netanyahu, Filistin halkına zulmetmekte ne kadar diretirse, Filistin davasının o kadar ivme kazanacağını ve sonunda adalet isteyen bir tsunamiye, işgalcilerin hayallerini yıkan, istilacıların düşlerini yerle bir eden bir nükleer bombaya dönüşeceğini anlıyor mu?