Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Filistin devleti, İsrail ile çatışmanın seyrini değiştiriyor!

Dışişleri Bakanı David Lammy'nin Avam Kamarası'nda Keir Starmer hükümetinin sözünü yerine getirmekte kararlı olduğunu vurgulamasının ardından, İngiltere'nin Filistin devletini tanıması dosyası bu ayın başında kritik bir aşamaya girdi. İsrail’de Binyamin Netanyahu hükümeti, Starmer'ın ağustos ayında Gazze savaşının sona erdirilmesi, kapsamlı bir ateşkes taahhüdü ve Batı Şeria'ya yönelik ilhak planlarının durdurulması gibi dillendirdiği koşulların hiçbirine olumlu yanıt vermedi. Ancak İsrail çevrelerinden sızan bilgiler, Tel Aviv'in Avrupa'nın hamlelerine yanıt olarak yeni ilhak adımlarını değerlendirmeyi planladığına işaret etti. Bu durum, sahnenin karmaşıklığını ve şu aşamada İsrail'in koşulları kabul etmesine güvenmenin zorluğunu yansıtıyor. Ancak İngiltere bu yolda yalnız değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin yaklaşan BM Genel Kurulu toplantılarında tanımayı destekleyeceğini açıkladı. Avrupalı ​​diplomatik kaynaklar, Danimarka, Norveç ve Belçika'nın, iki devletli çözümü somut diplomatik araçlarla yeniden canlandırmayı amaçlayan birleşik Avrupa kararı kapsamında, Londra ve Paris ile eşgüdüm içinde aynı adımı atmayı düşündüğünden bahsediyorlar.

Bu Avrupalı yaklaşım, Londra'yı zaman ile bir yarışa sokuyor. BM Genel Kurulu bu ayın 9'unda toplanacak ve İngiltere, özellikle son yıllarda Ortadoğu meselelerinde tereddütlü ve geç kaldığı eleştirilerinin ardından, Fransa'nın arkasında değil, onunla paralel hareket ettiğini göstermek istiyor. İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndaki bilgili kaynaklar, amacın yalnızca sembolik bir tanıma değil, diğer Avrupa ülkelerinin de art arda bu devleti tanımasını sağlayacak uluslararası bir ivme oluşturmak ve böylece bu meseleyi İsrail'in görmezden gelmesinin zor olduğu diplomatik bir gerçeklik haline getirmek olduğunu belirtiyorlar. Bu yaklaşımın Avrupa Birliği içinde giderek artan bir destek gördüğünü de ekliyorlar. Zira diplomatlar, daha fazla gecikmenin küresel kamuoyunun gözünde Avrupa'nın güvenilirliğini zedeleyeceğine inanıyor.

Ancak Amerikan faktörü güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyor. Nitekim Starmer, kararını açık bir şekilde itiraz etmeyen ABD Başkanı Donald Trump ile görüştüğünü gizlemedi. Ancak İngiliz yetkililer, ABD'nin tutumunun, belki de yasadışı yerleşim yerleri üzerindeki İsrail egemenliğinin tanınmasıyla her an değişebileceğinden endişe duyduklarını ifade ettiler. Gözlemciler, böyle bir hamlenin Londra'yı ciddi bir ikileme sokacağını, çünkü bu durumda dış politika kararlarının bağımsızlığı ile Beyaz Saray ile stratejik ortaklığının korunması arasında bir denge kurmak zorunda kalacağını vurguluyorlar. Bu bağlamda, Avrupalı ​​diplomatlar, iki taraf arasında kamuoyu önünde bir çatışmayı önlemek için Londra ve Washington arasında görüşmeler yapıldığını, ancak Trump yönetiminin ABD içindeki İsrail yanlısı tabanı yatıştırmak için gerginliği tırmandırıcı önlemlere başvurmayacağına dair net bir garanti vermediğini bildiriyorlar.

Bu siyasi tartışmaya paralel olarak, insani boyut giderek daha acil hale geliyor. Lammy, Gazze'de yaşananları “insan yapımı bir felaket” olarak nitelendirerek, İsrail'i yardım girişine uyguladığı ağır kısıtlamalardan sorumlu tuttu. İngiliz hükümeti, trajedinin etkilerini hafifletmek amacıyla hamile kadınlara ve annelere hizmet sağlamak için 3 milyon sterlinlik ek bir bütçe ayırdığını duyurdu. BM kaynakları, Gazze'deki durumun önümüzdeki haftalarda daha da kötüleşebileceğini ve Avrupa ülkelerinin asgari düzeyde de olsa ahlaki güvenilirliklerini korumak istiyorlarsa, İsrail'e siyasi ve diplomatik baskı uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyorlar.

İngiltere içinde bu karar, Starmer hükümetinin Londra'nın Başbakan'a yakın çevrelerin “uluslararası adalet değerleri” olarak tanımladığı temellere dayalı bağımsız bir dış politika formüle edebileceğini gösterme arzusunu yansıtıyor. Ortadoğu meselesi uzun zamandır İngiltere'nin uluslararası hukuk ilkelerine bağlılığını ölçen bir test oldu ve şimdi Filistin'in tanınması Londra'nın artık seyirci konumundan etkili bir aktör konumuna geçmek istediği yönünde bir mesaj olarak yorumlanıyor. Ancak bu yol risksiz değil. Zira bu kararın, kendisini adil bir barışa doğru atılmış bir adım olarak görenler ile İsrail ve Washington'daki müttefikler ile bağları tehdit eden bir kumar olarak görenler arasında Parlamento'da hararetli bir tartışmaya yol açması bekleniyor. Muhalif milletvekilleri, İngiliz hukuk uzmanlarının, tanımanın devletlerin tanınması kriterlerine ilişkin hukuki sorunlara yol açabileceği yönündeki uyarılarına dikkat çekerken, destekçiler bunu daha fazla ertelenemeyecek ahlaki ve siyasi bir zorunluluk olarak görüyor.

İsrail'e gelince, Netanyahu'nun Batı Şeria'daki toprakların ilhakına devam etme olasılığını açıklaması, bir sonraki aşamanın ciddiyetini vurguluyor. Böyle bir tehdidin gerçekleştirilmesi, yalnızca Starmer'ın koşullarını çökertmek ile kalmayacak, aynı zamanda İsrail-Avrupa ilişkilerini siyasi meselenin ötesine, güvenlik ve ekonomik meselelere uzanabilecek bir çatışma rotasına sokacaktır. Diğer yandan, gözlemciler, İngiltere'nin Fransa ve belki de diğer 12 Avrupa ülkesiyle birlikte Filistin devletini tanımasının diplomatik güç dengesini değiştireceğini düşünüyor. Çünkü bu, Filistinlilere uluslararası forumlarda daha geniş bir meşruiyet kazandıracak ve giderek artan bir izolasyonla karşı karşıya olan İsrail üzerindeki baskıyı artıracaktır.

Gerçek şu ki, İngiltere tanımayı çatışmayı bitirecek sihirli bir çözüm olarak değil, İsrail'in yanında bir Filistin devletinin kurulmasını öngören uluslararası hukuk ilkesine dayanan siyasi bir adım olarak sunuyor. Ancak Gazze'de devam eden savaş ve kötüleşen insani durum göz önüne alındığında, bu adım geçmişe göre daha acil ve daha az sembolik görünüyor. Bu, Avrupa'nın artık mevcut durumun devam etmesini kabul etmediğine ve siyasi bir çözüme alternatifin daha fazla yıkım ve acı olacağına dair açık bir mesaj niteliğinde. Bu nedenle, Eylül 2025, yalnızca İngiltere için değil, tüm Avrupa için önemli bir ay gibi görünüyor. Zira tanımanın tek başına diplomatik bir adım olarak mı kalacağını, yoksa önümüzdeki yıllarda Filistin-İsrail çatışmasının seyrini değiştirebilecek yeni bir tanıma dalgasının kapısını mı açacağını belirleyecek.