Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Lübnan krizinin çözümü, ABD-Lübnan anlaşması dışında mümkün değil

Geçen hafta Hizbullah hakkındaki makalemi okuyan deneyimli bir İngiliz diplomat ve Ortadoğu uzmanı şunları söyledi: Hizbullah’ın finansman ağları üzerindeki kontrollerin önemli ölçüde sıkılaştırılması ve Hizbullah’la iş yapan kişi ve kurumların varlıklarının dondurulması, mal varlıklarına el konulması ve isimlerinin küresel çapta yayılması yoluyla hedef alınmasının ardından Hizbullah’ın finansman kaynakları neredeyse yok oldu. Ayrıca, ülkelerin nakit taşıyan kişilere uyguladığı baskı, Beyrut'taki Refik Hariri Uluslararası Havalimanı'ndaki sıkı gözetim, şüpheli paralara el konulması yönündeki katı talimatlar ve Suriye sınırından para transferinin zorluğu nedeniyle bavullarda para taşımak da artık kolay değil. Merkez Bankası'nın Hizbullah bağlantılı Karz-ı Hasen kurumu ile iş yapmayı yasaklayan bir dizi genelgesinin ardından Hizbullah’ın mali sorunları daha da kötüleşti. Bu durum, Genel Sekreteri'ni Karz-ı Hasen'i yasaklama icraatlarının silahsızlandırma kadar önemli olduğunu açıklamaya yöneltti.

Lübnan meselelerini yakından takip eden İngiliz diplomat, Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım'ın askeri kapasiteyi yeniden inşa etme iddiası ile bazı liderlerin füze ve drone fabrikalarının onarılıp tekrar faaliyete geçtiği yönündeki iddialarının, çöken moralleri yükseltmek ve Hizbullah’ın destek tabanını toplamak için yürütülen bir propaganda ve kampanyadan başka bir şey olmadığını belirtti. Bu iddialar, Hizbullah’ın Spor Kompleks’inde düzenlediği izci festivalleri, eski genel sekreter Hasan Nasrallah suikastının yıl dönümünü anma etkinlikleri, Lübnan hükümetinin yasağına rağmen, Nasrallah'ın görüntüsünü Raouche Kayası'na yansıtarak zafer ilan etmekle aynı. “Raouche Kayası zaferi", merhum genel sekreterin destekçilerine Kudüs'te, Mescid-i Aksa'nın yanındaki Kubbet-üs Sahra'da namaz kılacaklarına dair söz vermesinin ardından gelmişti. İngiliz diplomat, tüm bu iddiaların birkaç nedenden ötürü asılsız olduğunu söylüyor. Bunların en önemlileri arasında sınırlı mali kaynaklar, İsrail'in ses ve görüntü kayıtlarıyla sürekli hava gözetimi ve Lübnan'ın her yerinde bireylerin hareketlerini izleyen İsrail ordusunun sahip olduğu şaşırtıcı istihbarat bulunuyor. Diplomat: “Bireyler böyle izlenirken fabrika inşaatları, ekipman ve malzeme taşıyan kamyonlar izlenmemiş olabilir mi, bu durumda bu iddialar ne kadar geçerli olabilir” diye soruyor.

İngiliz diplomatın söyledikleri doğruysa, Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın silahın Lübnan ordusunun elinde toplanması konusundaki tutumu etrafında dönen birçok soruyu haklı çıkarıyor. Zira Cumhurbaşkanı yemin töreni konuşmasında bunun sözünü vermişti ve bölgede barışı himaye eden ABD temsilcileri bu sözün yerine getirilmesini defalarca talep ettiler. Birçok siyasi lider de Cumhurbaşkanı’nı kararlı adımlar atmaya ve bazı Hizbullah liderlerinin iç barışı tehdit eden sindirme taktiklerine ve silahlı isyan tehditlerine boyun eğmemeye çağırdı.

Baabda Sarayı kaynakları, ordunun birliği ve en azından toplumun birliği için oluşturduğu potansiyel tehlikeyi göz önüne alarak, Cumhurbaşkanı Avn'ın orduyu Hizbullah'ın destekçileriyle çatışmaya sokmaktan kaçınma gayretinde olduğunu inkar etmiyor. Bu nedenle ordu, görevlerini tam olarak yerine getiriyor ve her ne kadar görevler mutabakatla yürütülse de ateşkes anlaşmasının uygulanmasını denetleyen “Mekanizma” komitesinin üyesi olan askeri komutanlar da bunu kabul ediyor. Cumhurbaşkanı Avn'ın kıdemli siyasi danışmanlarından biri, özel bir görüşmede, Cumhurbaşkanı Avn'ın ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin İran ile bir anlaşmaya varacağına kesin olarak inandığını söyledi. Bu anlaşmanın ilk maddelerinden biri, Hizbullah da dahil olmak üzere İslam Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı silahlı milis grupların silahsızlandırılması olacak. Bu da Lübnan ordusunun bu kritik görevi yerine getirmenin sonuçlarından kaçınmasını sağlayacak. Cumhurbaşkanı Avn'ın işi ağırdan almasının sebebi bu ve bu tutumu birçok kişiyi öfkelendirdi.

Öngörülemeyen husus ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve iktidarının, gelecek yıl haziran ayında yapılacak İsrail seçimlerine kadar savaş durumunun sürmesi için Lübnan'a saldırı düzenleyerek veya İran'a yeniden saldırarak İran-Amerikan anlaşması projesini sabote etmesidir. Hizbullah Genelkurmay Başkanı Heysem Tabatabai suikastı, ateşkes anlaşmasının nasıl hiçe sayılacağının sadece bir örneği.

Sorunun özü, Hizbullah'ın karşı karşıya olduğu durum mali ve örgütsel krizlerle sınırlı değil, bunu aşarak Lübnan'a onlarca yıldır yüklediği role uzanıyor. Bu rol, ülkenin toparlanmasına izin verilmediği mantığına dayanıyor, çünkü toparlanması, silaha ihtiyacın ve bizzat Hizbullah'ın kendisine olan ihtiyacın sonu anlamına geliyor. Lübnan uzun yıllardır bir kısır döngünün içinde sıkışıp kalmış durumda; ne zaman ayağa kalkmaya çalışsa, Hizbullah'ın silahı onu aşağı çekiyor. Ne zaman devlet kurumlarını yeniden inşa etmeye çalışsa, silahlar aşılmaz bir engel olarak karşısına çıkıyor. Böylece silah, ulusu koruyan değil, rehin tutan bir araca dönüştü.

İronik bir şekilde, Hizbullah -başına gelen her şeye rağmen- silahlarımızı teslim etmeyeceğiz söylemini ülkeye şantaj yapmak için bir araç olarak kullanmaya devam edecektir. Bu silahların varlığını sürdürmesi asıl tehlikedir, çünkü Lübnan'ın kapatamayacağı kapıları, bölgesel müdahaleler kapısını, sınırlarının ötesinden kendisine dayatılan çatışmalar kapısını, her türlü toparlanma girişimini yok eden iç felç kapısını açmaktadır. Devletin kontrolü dışındaki silah, herhangi bir iç krizi patlamaya hazır kılar, herhangi bir siyasi anlaşmazlığı çatışmaya dönüşme riskiyle karşı karşıya bırakır ve devleti paralel bir gücün gölgesinde yaşayan vitrine indirger.

Hizbullah kendini hukukun üstünde tuttuğu ve silahını devletin otoritesine tabi kılmayı reddettiği sürece, Lübnan normal bir devlet inşa etmekten aciz kalacaktır. İkili güç altında bir devlet inşa edilemez, savaş ve barış kararları tek bir örgütün tekelinde olduğu sürece devlet rolünü yeniden kazanamaz. Topraklarının bir kısmı ayrı bir mantık, ayrı bir dil ve Lübnan halkının önceliklerini yansıtmayan öncelikler tarafından yönetildiği sürece de toparlanamaz.

Lübnan, sadece bir araç olarak değil, aynı zamanda bir mantık olarak da silahlar denklemden çıkarılmadığı sürece, bu döngüden kurtulamayacaktır. Bugün sorun füze sayısı değil, silah fikrinin ta kendisidir; ulusun sonsuza dek şantaj altında tutulabileceği, güvenlik ve istikrarının pazarlık kozu olarak kullanılabileceği fikridir. Lübnan'ı her geçen gün uçurumun eşiğine sürükleyen budur.