On beş yıldan fazla bir süredir, Amerikan caydırıcılığının güvenilirliğinin azaldığına dair kanıtlar birikiyor ve sanki bir dizi olay tek bir çizgide ilerliyor gibi: Her Rus hamlesi bir öncekinden daha büyük ve her Batı tepkisi gerekenden daha zayıf. 2008'deki Gürcistan işgaliyle fiilen başlayan bu süreç, yalnızca geçici bir olay değildi, daha ziyade, ABD ve NATO'nun Moskova'ya karşı yeterince ileri gidemeyeceği yönündeki artan değerlendirmeye dayanarak, Moskova'nın güç politikasına geri dönüşünün daha erken bir dönemde ilanıydı.
Rusya'nın Gürcistan'daki askeri operasyonu, Batı'nın çatışmanın maliyetini karşılamaya ne kadar hazır olduğunu görmeye yönelik kasıtlı bir testti. Ancak, Amerikan tepkisi zayıf ve sınırlı kaldı ve bu da Kremlin'in risk alabileceği ve daha fazla gerilim için kapının açık olduğu inancını pekiştirdi. Ardından 2014'te Kırım'ın ilhakı geldi ve bu da aynı eğilimi doğruladı. Diplomatik icraatlar, askıya alınan iş birliği ve yaptırımlar Rusya'nın tutumunu değiştirmede başarısız olurken, Moskova “stratejik derinliği” olarak düşündüğü bölgelere doğru istikrarlı bir şekilde genişledi. Güvenlik analistlerine göre bu anlar, Moskova'nın çok daha büyük bir hamleyi, Ukrayna'ya karşı savaşı başlatmasının temelini oluşturdu.
ABD'nin 2021'de Afganistan'dan kaotik bir şekilde çekilmesiyle, Moskova'nın gözünde ABD’nin zayıfladığı imajı tamamlanmıştı. Bu geri çekilme yerel bir olay veya teknik bir karar değil, büyük başkentlere Amerikan iradesindeki sarsıntıyı gösteren bir andı. Bu nedenle, Washington, Rusya'nın 2022 başlarında Ukrayna'yı işgal etmeye hazırlandığı konusunda uyarıda bulunduğunda, verilen istihbarat mesajları açıktı, ancak caydırıcılık eksikti ve bu da günümüze kadar devam eden kanlı bir savaşın patlak vermesine yol açtı.
Bu “dört yıllık savaş” yalnızca Avrupa'daki güç dengesini değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda ABD'nin kırmızı çizgileri dayatma kabiliyetiyle ilgili temel bir soruyu da yeniden gündeme getirdi. Zira denklem artık yalnızca Ukrayna’nın sınırları konusunda bir anlaşmazlık değil, Washington'un Çin, Kuzey Kore ve İran gibi gidişatı takip eden diğer güçlerin Amerikan zayıflığını yeni gerçeklikler dayatmanın bir yolu olarak yorumlamasını engelleme becerisi meselesidir. Amerikan barış planının Ukrayna için önemi tam da bu noktada yatıyor. Bu plan, insani krizi durdurma girişimi olmakla birlikte, aynı zamanda yeni bir testtir; bu plan caydırıcılığı geri getirecek mi, yoksa Rusya için yalnızca bir mola mı olacak?
Rusya bu senaryodaki tek aktör olmadığı için mesele Ukrayna'nın ötesine uzanıyor gibi görünüyor. İşgalden önce Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping arasındaki görüşmede Moskova ile “sınırsız” ortaklığını ilan eden Çin, savaşı Amerikan gücünün sınırlarını anlamak için bir fırsat olarak görüyor. Savaş, Rusya'ya kalıcı kazanımlar sağlayacak bir şekilde sona ererse, Pekin bunu Tayvan Boğazı'nda da tekrarlanabilir bir model olarak görebilir. İşte bu nedenle ABD, Doğu Asya'daki caydırıcılığın net ve açık kalmasını sağlamak amacıyla, yüz milyonlarca dolar değerinde ekipman ve teknoloji de dahil olmak üzere Taipei'nin savunma kabiliyetlerini güçlendirmeye çalışıyor.
Aynı durum, Güney Kore'deki Amerikan caydırıcılık şemsiyesinin gücünü belirlemek için savaşın gidişatını yakından takip eden Kuzey Kore için de geçerli. Saldırgan ve fevri yapısına rağmen Pyongyang rejimi, herhangi büyük ihlalin göze alamayacağı kolektif bir tepkiye yol açabileceğinin farkında. Bu nedenle hem siyasi hem de askeri Amerikan mesajları Kore Yarımadası'nda güç dengesini korumanın parçası olmaya devam ediyor.
İran ise 2025 yılında nükleer tesislerinin bombalanmasının ardından, nükleer mesele söz konusu olduğunda Amerikan-İsrail koordinasyonunun bölgesel kaygıların ötesine geçebileceğini gösteren acı bir ders aldı. Bu nedenle Tahran, Ukrayna'daki savaşın nasıl sona ereceğini endişeyle izliyor, çünkü Moskova'ya karşı herhangi bir müsamahanın, kendisi de dahil olmak üzere diğer bölgesel güçleri Amerikan stratejisinin gücünü sınamaya teşvik edebileceğinin farkında.
Bu anlamda, Rusya-Ukrayna savaşı artık bir sınır çatışması değil, dünyanın Amerikan gücünün geleceğini incelediği bir ayna niteliğinde. Eğer çözüm zayıf olursa veya Amerikan barış planı bir geri çekilme olarak algılanırsa, Güney Çin Denizi, Kore Yarımadası ve Ortadoğu'ya kadar uzanabilecek bir dizi maceranın kapısını açabilir. Bu nedenle, ihtiyaç duyulan şey yalnızca savaşın sona ermesi değil, caydırıcılığı yeniden tanımlayan ve uluslararası dengenin çökmesini önleyen bir barışın formüle edilmesidir.
Bu nedenle, ulusal güvenlik analistleri, herhangi bir barış planının Moskova'yı kınamak için değil, Ukrayna'nın geçici ateşkes arenasına dönüşmesini önlemek için net ve kararlı adımlarla desteklenmesi gerektiğine inanıyor. Zira geçmiş deneyimler, Rus davranışlarının yalnızca yaptırımlardan etkilenmediğini, siyasi kararlılık, askeri destek ve güvenlik garantilerinin bir kombinasyonunu gerektirdiğini kanıtlıyor. Batı bu unsurları görmezden gelirse, birkaç yıl içinde yeni bir çatışma turuyla karşı karşıya kalabilir.
Washington ayrıca, NATO ülkelerinin egemenliğinin gerçek bir kırmızı çizgi olduğunu ve Rusya'nın gelecekte Polonya, Romanya veya Baltık ülkelerinin sınırlarını yoklama yönündeki herhangi bir girişiminin anında sonuçlarla karşılaşacağını yinelemeli. Caydırıcılık sözlerle değil, somut ve öngörülebilir sonuçlarla sağlanır.
Dolayısıyla verilecek daha geniş mesaj, Putin'in kendisiyle sınırlı değil, savaşı haritaları yeniden çizme fırsatı olarak gören bir ülkeler ağının tamamına yöneliktir. Bu ülkeler, ABD'nin şimdi ne yapacağını yakından izliyor: Uluslararası düzenin garantörü konumunu geri mi kazanacak, yoksa tek bir savaşın küresel güç dengesini değiştirmesine izin mi verecek?
Nihayetinde, caydırıcılığın yeniden tesis edilmesi yalnızca stratejik bir tercih değil, günümüz uluslararası sisteminin doğasının dayattığı bir zorunluluktur. Dünya bir yol ayrımında; ya Washington, yıllardır süregelen çelişkili sinyallerin ardından güvenilirliğini yeniden inşa etmeyi başaracak ya da nüfuz alanlarının güç kullanarak genişlediği yeni bir istikrarsızlık dönemine girecek. Risklerle dolu bu an, ABD'nin stratejik yapısını düzene koymak ve oyunun kurallarını herkesin elinden kayıp gitmeden önce yeniden tanımlamak için son fırsat olabilir.