Eski rejimin devrilmesi ve Suriye'nin geçiş dönemine girmesinden bu yana, Suriyeliler bölgedeki en kompleks dönüşümlerden birini yaşıyor. Diktatörlüğün ve savaşın mirası, ülkeyi derinden yaralamakla kalmadı, aynı zamanda topluma yoğun bir mezhepsel, etnik ve siyasi ayrışma ağı da bıraktı. Bu da herhangi bir alternatif rejimin görevini bir mayın tarlasında yürümeye yakın hale getirdi. Bugün soru şu: Yeni rejim, tüm Suriyelileri adil bir devlet projesinin taşıyıcısı olduğuna ikna etmeyi başarabilecek mi?
Değişimden sonraki ilk yılda bazı zorluklar gözlemlenebilir. Sahil kesiminde bazı köy ve mahallelerde, Alevi toplumunda eski rejimle olan tarihi bağlarının bedelini ödediği izlenimini bırakan münferit olaylar ve çatışmalar yaşandı. Hem de yeni hükümetin Alevi toplumuna, yeni Suriye'nin ayrılmaz bir parçası olduğu, bir bütün olarak toplumdan değil de yalnızca suça karışan bireylerden hesap sorulacağı yönünde güven verici mesajlar gönderme çabalarına rağmen. Ne var ki, eski rejimin hem ülke içinde hem de dışında kurduğu ağlar ve bazı isimlerinin çabaları, sahil kesimindeki olayları bir pazarlık kozu veya ayrı oluşum için bir proje olarak yeniden kullanmaya çalışıyor.
Güneyde, Suveyda hareketi, daha iyi yaşam koşulları talep eden protestolardan, başlangıçta rejimin devrilmesini talep eden, daha sonra silahlı çatışmalara dönüşen bir siyasi harekete dönüştü. Yerel güçler fiili bir özyönetim biçimi oluşturmadan önce, şehirde kanlı çatışmalar ve hükümet binalarına baskınlar yaşandı. Yerel güçler bunun ardından, Dürzi toplumunun gelecekte Suriye denklemindeki rolü konusunda Şam ile zorlu müzakerelere giriştiler.
Suriye'nin en kompleks sorunlarından biri olan Kürt meselesine gelince, Şam hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında Kürt güçlerle birlikte “özyönetim” kurumlarının devletin resmi yapısına entegrasyonu konusunda yürütülen müzakerelerle yeni bir aşamaya girdi. Bu arada Suriye topraklarının birliği vurgulanarak bölünme reddediliyor. Şimdiye kadar elde edilenler tarihi bir çözüme doğru önemli bir adım teşkil etse de ayrıntılar üzerindeki müzakereler hâlâ tıkalı durumda. Şam, federalizm ve “siyasi adem-i merkeziyetçilik” kavramı konusunda temkinliyken, SDG, karşıt Türk ve Amerikan baskılarına rağmen, adem-i merkeziyetçilik ve Kürt kimliği ve hakları ile ilgili geniş kapsamlı anayasal güvenceler konusunda ısrarcı. Bu nedenle, Şam ve Kamışlı arasındaki ilişki bugün açıkça tanımlanmış bir ortaklıktan ziyade askeri koordinasyon ve siyasi gerilimin bir karışımı gibi görünüyor.
Bu iç sahnenin arka planında, özellikle Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğindeki Suudi Arabistan'ın rolü, çöküşe karşı frenleyici bir etken, kaos veya radikal eksenlerin kucağına geri dönmeyen “yeni bir Suriye”ye doğru itici bir güç olarak öne çıktı. Riyad, Şam'a yönelik Arap izolasyonunu sona erdirme sürecine öncülük etti ve Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşünü destekledi. Ardından, yeni Suriye liderliği ile bölgesel ve uluslararası güçler, özellikle de ABD arasında görüşmeler için bir platforma dönüştü. Bu süreçle birlikte, yeni rejime ve omurgasını oluşturan bazı muhalif gruplara yönelik eski sınıflandırmalar da yavaş yavaş değişmeye başladı. Birçok oluşumu devlet kurumlarına entegre edildi ve önceki söyleminden vazgeçti. Bu, bazılarının terör örgütü listelerinden çıkarılmasının ve ekonomik yaptırımların hafifletilmesinin önünü açtı. Suriye'nin, radikal örgütlerle mücadele ve silah ticareti ile kaosu durdurma konusunda net bir taahhüt karşılığında Arap ve uluslararası ekonomilere entegre olmasının zeminini hazırladı.
Dolayısıyla yeni Suriye, dışlama, intikam veya siyasetin militarizasyonu üzerine inşa edilmeyecektir. 2003 sonrası Irak deneyimi herkesin gözü önündedir: Mezhepsel güç paylaşımına ve geçmişte yaşanan haksızlıkların ve baskıların siyasi olarak istismarına saplanıp kalmak, kaosu uzatmış ve halkın devlete olan güvenini zayıflatmıştır. Ancak aynı deneyim ağır bedeline rağmen, çeşitliliği, bir ölçüde siyasi çoğulculuğu ve daha geniş bir düşünce ve ifade özgürlüğü alanını tanıyan bir anayasa da ortaya çıkardı. Sorun, çeşitliliği tanıması değil, onu dengeli bir toplumsal sözleşme çerçevesi haline getirmek yerine, katı kotalara ve çatışma araçlarına dönüştürmesiydi.
Irak'tan alınacak en önemli ders, totalitarizmden çoğulculuğa geçişin “galip ve mağlup” söylemiyle değil, toplumsal sözleşmenin adalet ve eşit vatandaşlık temelinde yeniden inşa edilmesiyle sağlanabileceğidir. Yeni Suriye, ötekileştirme ve yönetimi tekelleştirme hatalarını tekrarlayamaz. Bunun yerine, tüm bileşenlerinin dini, etnik ve bölgesel özelliklerini, bunu kota temelli bir pazarlık sürecine veya örtülü bir bölünmenin ön hazırlığına dönüştürmeden kabul etmeye ihtiyacı var. Bu da bu bileşenlerin tüm üyeleriyle eşit vatandaşlar temelinde ilişki kurulmasının yanı sıra, hangi dini gruptan olursa olsun, suça karışan herkesten bireysel olarak hesap sormayı gerektiriyor. Benzer şekilde, Suveyda hareketi, bizzat devlet içinde bölgelerin yönetiminde ortaklığı garanti altına alan adem-i merkeziyetçi idari ve güvenlik mekanizmaları aracılığıyla, mezhepsel bir isyan olarak değil, bir “vatandaşlık talebi” olarak ele alınmalı. Ayrıca, SDG ile uzlaşı süreci, SDG ve yönetimlerinin devlet kurumlarına entegrasyonunu, ulusal ve kültürel haklarının açıkça anayasal olarak tanınmasını ve adem-i merkeziyetçilik için net bir çerçevenin oluşturulmasını sağlayan bağlayıcı bir anlaşmayla tamamlanmalı.
Yeni bir Suriye inşa etmek, yeni intikam döngülerini körüklemeksizin geçmiş suçları kabul eden kapsamlı bir ulusal diyalog, siyasi çoğulculuğu ve adem-i merkeziyetçiliği tesis eden bir anayasal reform gerektiriyor. Bu, dokunulmazlığı önleyen ve aynı zamanda hayali değil, gerçek uzlaşmanın kapısını açan bir geçiş dönemi adalet sistemiyle birleştirilmelidir. Asıl zorluk, hükümetin otoritesini dayatabilmesinde yatıyor; ancak bu, istisnasız tüm Suriyelileri parti, mezhep ve silahlı örgütlerin ötesinde olduğuna ikna ederek mümkün olacaktır. Aynı zamanda, Riyad öncülüğünde sağlam bir Arap ve bölgesel temele dayanmalı ve böylece herkesin hak ve sorumluluklarda eşit olduğu, mezhepçiliğe sığınma ihtiyacının yerini vatandaşlık sözleşmesinin korumasının aldığı güvenli ve özgür bir devletin yolu açılmalıdır.