Binyamin Netanyahu'nun Washington ziyaretinin sonuçlarını göz önünde bulundurmadan Lübnan ve Gazze'deki iki istikrarsız bölgede neler olup bittiğini anlamak zor. Ziyaretin bu son derece karmaşık krizlere sihirli çözümler getirmesi olası değil, ancak diplomatik sızıntılarla desteklenen ve uluslararası eğilimin kısmi veya kademeli çözümlere doğru ilerlediği yönündeki giderek artan izlenimi kesinleştirebilir. Lübnan'ın Hizbullah'ı zorla silahsızlandırma talebini “gerçekçi değil” diye nitelendiren ve iç savaşa kayma korkusunu dile getiren ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın açıklamaları da bunu yansıtıyor. Buna ilave olarak, “silahı dondurma”ya dayalı bir Mısır girişimine dair haberler, ABD'nin Beyrut Büyükelçisi Michel Issa'nın pozisyonunun hem Barrack hem de Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın istikrarlı güvenliği bozmadan silahın devletin elinde toplanmasını savunan yaklaşımlarıyla örtüştüğünü gösteren medya kaynakları da mevcut.
Bu veriler doğruysa, Litani Nehri'nin güneyindeki bölge, güvenlik kuşağı, ekonomik bölge veya UNIFIL'in yerini alacak gücün niteliği sorunları çözülmeden, Lübnan ordusunun konuşlandırılacağı silahsızlandırılmış bir bölge haline gelebilir. Yaygın olarak dillendirilen sonuç, İsrail'in güvenlik taleplerini karşılayacak olan güney Lübnan'ın tamamen silahsızlandırılması olacaktır. Buna, İsrail'in reddedebileceği bir öneri de eşlik ediyor: Tam silahsızlandırma yerine ağır ve hassas füzelerin İran'a iade edilmesi, kontrol altına alma başlığı altında Litani'nin kuzeyinde orta menzilli silahların muhafaza edilmesi.
Bu formül, doğruysa, Amerikan yaklaşımını ortaya koyuyor: İsrail'e yönelik doğrudan tehdidi etkisiz hale getirmek, Lübnan'daki yasadışı silah sorununu ise yapısal bir egemenlik sorunu olarak ele almamak. Ağır silahlar denklem dışı kalsa ve güney askeri olarak etkisiz hale getirilse bile, Lübnan, engelleme ve dayatma yeteneğine sahip silahlı bir partizan gücün siyasi rehinesi olarak kalmayı sürdürecek. Lübnan deneyiminde silah hiçbir zaman sadece askeri bir araç olmamış, aksine iç dengeleri yönetmek ve devletin gidişatını kontrol etmek için kullanılan siyasi bir araç olmuştur.
Sorun, Hizbullah'ı siyasi sürece tamamen entegre olmuş bir Lübnan partisine dönüştürme hipoteziyle daha da karmaşık hale geliyor. Zira bu yaklaşım, Hizbullah'ın ideolojik doğasını göz ardı ediyor; Hizbullah, yeniden adapte edilebilecek yerel bir hareket olarak değil, silah, ideoloji ve jeopolitik işlev arasındaki ayrılmaz bağa dayanan İran liderliğindeki bölgesel projenin ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıktı. Hizbullah'ın Tahran ile bağlantısı, müzakereye açık siyasi seçim değil, bir kimlik meselesi.
İsrail için bu formül, nihai bir çözüm olarak değil, kuzey cephesindeki riskleri azaltan geçici düzenleme olarak, ihtiyatlı bir pragmatizmle ele alınacaktır. Hizbullah'ın Litani Nehri'nin kuzeyinde silahlı bir güç olarak varlığını sürdürmesi, tehdidi ortadan kaldırmak değil, ertelemek anlamına gelir; bu nedenle herhangi bir kabul, gerekirse askeri müdahale hakkına bağlı olacaktır.
Gazze'de, Başkan Donald Trump'ın planının ikinci aşamasının başarısı birkaç faktöre bağlı; Amerikan rolü, uluslararası istikrar gücünün niteliği, Netanyahu'nun tutumu, Hamas'ın silahsızlanmayı reddetmesi ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin sorunlu rolü. Sonuç olarak, süreç ya kısmi uygulama, yüzeysel önlemlerle statükonun korunmasıyla yetinmek ya da başarısızlık ve kaosa dönüşle sonuçlanabilir. Uygulamada, Gazze şu anda iki bölgeye ayrılmış durumda; biri İsrail kontrolündeki, uluslararası denetim altında yeniden inşanın başlayabileceği bölge, diğeri Hamas kontrolündeki, silah sorunu çözülene kadar durgunluk içinde kalacak olan bölge. Arap devletleri Hamas ile askeri olarak çatışmayacaklarını ilan etmelerine rağmen, siyasi meşruiyetini gayrimeşrulaştırmayı destekliyorlar. Buna karşılık, Hamas silahını elinde tutmakta ve dondurma veya depolama gibi belirsiz alternatifler önermekte ısrar ediyor. Mısır ve Türkiye’ye gelince, güçleri ayırmayı ve silahsızlanmayı ertelemeyi tercih ederken, İsrail, Hamas'ın yeniden silahlanmasını önlemek için “Sarı Hat” boyunca uzun bir süre kalmakta ısrar ediyor.
Lübnan ve Gazze'deki sorun aynı; devlet dışı güçlerin silahı elinde tutmaya devam etmesi. Lübnan'da bu, egemenlik konusunda yapısal bir kriz, Gazze'de ise silahsızlandırılmış bir Filistin devletinin kurulmasının önündeki engel. Buna bir de İsrail'in dinci sağ kanadının kabul edilebilir herhangi bir çözümü reddeden uzlaşmazlığı ekleniyor.
Eğer Lübnan'da kontrol altına alma seçeneği benimsenir ve Hamas Gazze'nin bir kısmını kontrol etmeye devam ederse, bu Amerikan stratejik hedeflerinde bir değişikliği değil, siyasi bir ikilemi yansıtır; topluma derinden kök salmış ve İran ile bağlantılı, ideolojik güdümlü, devlet dışı silahlı gruplarla, Lübnan'ı iç çöküşe sürüklemeden ya da Gazze'deki katliamı yenilemeden veya bölgeyi daha geniş bir çatışmaya sürüklemeden nasıl başa çıkılabilir?
Sorun, “silahsızlandırma” teriminden “kontrol etme” terimine geçiş değil, Hizbullah ve Hamas'ın silahlarını yalnızca İsrail için bir sınır tehdidi olarak değil, varoluşsal krizin parçası olarak ele alan kapsamlı bir vizyonun yokluğudur. Washington'un karar alma süreçlerindeki yeni kompleksleri yansıtan bu parçalı yaklaşım, Lübnan ve Gazze'yi kırılgan bir gri alanda tutarak, onları daha geniş bölgesel öncelikler dahilindeki piyonlar olarak yönetiyor. Böylece Lübnan'da tam yetkili bir devletin, Filistin’de de gelecekte istikrarlı bir oluşumun kurulması değil, bir patlamayı önleme gücü bu ikisinde istikrarın ölçüsü haline geliyor.
Lübnan ve Gazze için daha iyi bir gelecek umudu, yönetici devlet ile karar verici güç arasındaki bölünmeyi sürdüren bir kontrol altına alma stratejisinde veya çatışmayı sona erdirmek yerine yönetmekte değil, Hamas, Hizbullah ve radikal yerleşimcileri aynı anda etkisiz hale getirebilecek tek çerçeve olan iki devletli çözümü yeniden canlandırmakta yatıyor. Silahlar devletin kontrolü dışında kaldığı ve yerleşimcilerin şiddeti devam ettiği sürece, ateşkes kırılgan kalacak ve barış uzak olmaya devam edecektir.