Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Macide, Elissa ve Ragheb

Lübnan’ın krizleri; sadece ticaret açığı ya da ödemeler dengesinde görülen açık ile ölçülmüyor. Bu bir listedir ve gittikçe uzamaktadır. Ülkenin karşı karşıya kalabileceği mali, finansal ve ekonomik krizlerden bahseden konuşmalar ve tartışmalar ise dur durak bilmiyor.
Doğrusu Lübnan’ın karşı karşıya olduğu en tehlikeli açık; umut dengesinde görülen açıktır. Bir zamanlar göç; adı Lübnan olan yetenekler fabrikasından çıkan genç nesillerin dünyanın herhangi bir yerinde var olan iş fırsatlarını kaçırmamak için tercih ettikleri bir seçenekti. Bugün ise ülke liderleri ve üst düzey yöneticileri bile göç etmek ister hale geldi. Yeni yılını kutlamak ve kendisine daha iyi bir yıl dilemek için ziyaret ettiğim üst düzey yetkililerden biri hiç tereddüt etmeden bana; “Keşke çantamı toplayıp buradan gidebilsem” dedi.
Twitter hesabından yurtdışına yapacağı seyahate hazırlanırken ki fotoğraflarını paylaşan Dürzi lider Velid Canbolat’ın bu fotoğrafları da aynı düşüncede olduğunun ortaya koyan ipuçlarıyla doluydu. Canbolat’ın yüz ifadesi sanki bu yolculuğun uzun sürmesini, siyaseti bırakıp akıllı telefonlar ve göz alıcı kameralarından öncesi döneme ait eski bir kamerayı boynuna asmış normal bir turiste dönüşmeyi ne kadar istediğini anlatıyordu. Bu günlerde Lübnan’da siyasilerin, ısrarla ve azimle ülkeyi çöküşüne götürecek nedenleri üst üste biriktirmekte gösterdikleri çabadan daha ilgi çekici bir şey yoktur.
Yaklaşık 7 aydır ülke, hükümetin nasıl kurulacağı sorusuna takılıp kalmış bir durumdadır. Hükümetin kurulması aşamasında iki kez ülkesine çağrılan gurbetteki bir politikacı tanıyorum. Tam kurulacakken son anda uyanan ve bizleri tekrar ilk kareye götüren şeytani bir ayrıntı nedeniyle kurulamayan hükümette bakanlık yapma vaadiyle çağrılan bu politikacı her seferinde eli boş bir şekilde yaşadığı ülkeye dönmek zorunda kaldı. Görünüşe bakılırsa sanki kutsal dayanaklarıyla bir ilk kare cumhuriyetinde yaşıyormuşuz gibi ülke olarak ayrılmaktan korkacak kadar bu ilk karede çakılıp kalmaya alıştık.
Lübnan’da sadece savaş değil siyasette hep başkalarının Lübnan topraklarında yürüttüğü ajandaların bir parçası olagelmiştir 50’li ve 60’lı yıllarda Lübnan; Amerikalı siyaset bilimci Malcolm Kerr’in deyişiyle, Sovyetler müttefiği milliyetçi ve halkçılar ile Batı bloğunun müttefiği olan monarşiler ve muhafazakar siyasi elitler arasındaki “Arap Soğuk Savaşı”nın yaşandığı sahnelerden biriydi.
70’li ve 80’li yıllarda ise Lübnan başkalarının savaşlarının ve politikalarının bir cephesi haline geldi. Petrol fiyatlarının aşırı yükselişi ve Cemal Abdünnasır’ın ölümü sınırları aşan ideolojk çatışma politikalarının gerilemesinde temel rol oynarken bu politikaların yerini rejimlerin içeriye kapanma, yeni zenginlikten istifade etme ve iç dinamikleri sağlamlaştırma isteği aldı. Bu süreçte Lübnan, bölgesel ve küresel ülkelerin aralarındaki hesapları kapatmak için tercih ettikleri bir sahaya ve alternatife dönüştü. Lübnan bu süreçte; medya, siyaset, siyasi liderler ve şahsiyetler, silahlı milis güçleri ve askeri kamplar alanında büyük gelişmelere tanıklık etti. Lübnan; yarışmacıların birbirleriyle kıyasıya rekabet ettikleri ve jüri üyelerinin yeni yetenekleri keşfetmeye çalıştığı “Yetenek Sizsiniz” benzeri bir yarışmanın sergilendiği bir sahneye dönüştü. Filistinli, Iraklı, Libyalı, Suriyeli ve Yemenli yetenekler kendilerini şöhrete götürecek olan yola hep Lübnan’dan çıktılar. Ardından 80’li yılların başında, yükselmekte olan farklı yıldızlarıyla İran sahneye çıktı. Suudi Arabistan ise doksanlı yılların başında bizlere adı Refik Hariri olan eşi benzeri görülmemiş bir yetenek sundu.
Bu devinimlerin ve hareketlerin içerisinde Lübnan’ın sayısız hayalleri de büyüdü. Mega bir inşaata başlayabilmek için kazılan büyük ve derin bir çukura benzeyen bu hayaller büyüdükçe neden oldukları yıkımda büyüdü. Lübnanlılar da bu çukurlara hep aşır umutlarını ve ölümcül hayallerini doldurmak zorunda kaldılar.
Bugün soğuk iç barışın, Lübnanlıların sabrını sıcak çatışma günlerinden daha fazla zorluyor olması gerçekten de çok gariptir.
Umudun daralmasıyla birlikte –belki de bu nedenle- siyasette daraldı. Lübnan’da siyaset, artık eskiden olduğu gibi halkın ilgisini çekmiyor. Lübnanlı politikacıların, halkı şaşırtmak ve ilgisini çekmek için kullanabilecekleri bir numaraları ya da oyunları kalmadı. Lübnan siyasetinin bedeni yaşlandı, eklemleri zayıfladı ve geçmişte sahip olduğu o müthiş esnekliği kaybetti.
Bunun en büyük kanıtı; bugün geniş anlamıyla siyaseti artık profesyonel siyasetçilerin değil de yumuşak gücün yıldızların yapıyor olmasıdır.
Suudi Arabistan’ın turizm şehri El-Ula’da düzenlenen “Tantora Kış Festivali”ne katılan ve açılışta konuşan Macide Rumi’nin sözleri bunun önemli bir kanıtıdır. Macide Rumi’nin Lübnan-Suudi Arabistan ilişkileri değinen bu konuşması aynı Suudi Arabistan’a yakın parti ve politikacıların yapacağı bir konuşmaya benziyordu. Bu sözler; Lübnan ve Suudi Arabistan ilişkilerini sabote etme girişimlerine sıcak, samimi ve çarpıcı bir cevap gibiydi. Macide Rumi bu konuşmasında şunları söylemişti; “Halkını ve kendisini takdir ettiğimiz ve her daim saygı duyduğumuz bu sevgili ülkede şarkı söylemekten gurur duyuyorum. Söylemek istediğim çok şey var ama nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bu toprak; kalplerimizden çok önce vicdanlarımıza sahip olmuştur. Aynı ülkemizde olduğu gibi artık burada da bir yuva ve aileye sahip olduğumuza inanıyorum”.
Bu basit sözcükler; Suudi Arabistan’a karşı yürütülen ve onurunu, tarihini ve bugününü hedef alan kışkırtıcı karalama kampanyasının ördüğü tüm duvarları yıkacak güçtedir. Çünkü önemli olan sözlerin, insanlara ulaşabilmesidir. Lübnanlı şarkıcı Ragheb Alame’nin “Ülke Uçtu” şarkısıyla onların adını ve korkularının haykırdığı insanlardır her şeyden önemli olan. Kuşkusuz halk ile siyasiler arasındaki siyasi çatışmaların hiçbiri Ragheb’in şarkısının bıraktığı etkiyi bırakmamış ve başlattığı tartışmayı başlatmamıştır. Bu şarkı insanların gerçek korkularını ve ülkenin “uçmaya yakın olduğu” na yönelik inançlarına dile getirmiştir. Bu şarkı; siyasi söylemlerin, rakamlar ve istatistikler dilinin, iğrenç kimlik politikalarının ve ancak diğer herkesin ölümüyle hayatta kalabileceğine inanan Lübnanlı grupların temsililerinin hastalıklı hislerinin dışında insanlar ve gerçek hislerini  dile getirmeyi  başarmıştır.
Yine bu bağlamda; sadece halkta değil iç siyasi arenada bile en nefret edilen politikacı olmayı başaran bir bakanı eleştiren şarkıcı Elissa’nın adeta Lübnanlıların büyük bir çoğunluğunun duygularına tercüman olduğuna da değinmeliyiz. Tartının bir kefesine bu bakanı eleştirmeyi diğer kefesine ise  Elissa’nın sözlerini koymalıyız. Doğrusu Ellisa’nın da doğal, samimi ve sade sözleriyle insanların kalplerine dokunmayı başardığını söylemeliyiz.
En önemli ve dikkat çekici siyasi açıklamaların; televizyon röportajlarına bile dikkat çekmekte zorlanan siyasetçiler yerine bu üç sanatçı tarafından yapılmış olması öyle hafife alınacak ve basit bir gelişme değildir. Bu politikanın mı yoksa politikacıların mı öldüğü anlamına gelmektedir?