Her ne kadar 2010 yılının aralık ayında başlayan Tunus “devrimi” daha sonra diğer Arap ülkelerinde yaşanan “devrimlerin” ilki olsa da Mısır’da 25 Ocak 2011 başlayan devrim, en kalabalık nüfusa sahip Arap ülkesinde ve diğer Arap ülkelerinde yarattığı büyük etki ile hepsinden büyüktür. Diğer yandan 20 Haziran 2013 yılında yaşanan bir diğer devrim ise ilkinin gözden geçirilmesi ve düzeltilmesi olmuştur. Birinci ve ikinci devrimler arasında yaşananlardan ilki, sosyal medya araçlarının beslediği, rejimin değişmesini talep etmek ve başka soylu hedefleri gerçekleştirmek için Tahrir Meydanı ve farklı illerdeki ana meydanlarda toplanan bir gençlik olgusunu ifade eder hale gelmesidir.
İkincisi de genç devrimcilerin gerçekte ne istediklerini bilmemesidir. Daha da önemlisi bahsettikleri şeyi nasıl gerçekleştireceklerini bile bilmemeleridir. Daha sonra“Mısır bahçelerinde açan çiçekler” olarak görülen bu gençler ile Mısır’ın birçok bakanlık odasında gerçekleştirilen görüşmelerde, ülkeye sunacakları tek şeyin bolca slogan olduğu anlaşılan devrimci bir çocukluktan ibaret oldukları ortaya çıkmıştır.
Üçüncüsü de söz konusu dönemde finansal, örgütsel ve askeri olarak tek örgütlü gücün Müslüman Kardeşler olmasıdır. Başlangıçta devrime katılmayan ve uzak durmayı seçen Müslüman Kardeşler, devrime ancak “Öfke Haftası”nın üçüncü gününde, o da meydanları kontrol etmek, cezaevindeki üyelerini ve onlarla birlikte diğer terör örgütü üyelerini serbest bırakmak amacıyla katılmıştır. Cezaevinden çıkarılan terör örgütü üyelerinin bir kısmı ülkeleri Filistin ya da Lübnan’a dönerken bir kısmı da Mısır’da kalarak Müslüman Kardeşler’i iktidara götürecek yolda örgütü desteklemişlerdir.
Dördüncüsü, Mısır devletini temsil eden ve ulusallığın simgesi olan tek örgütlü gücün Mübarek’ten yönetimi devralan ordu olmasıydı. Silahlı kuvvetlerin bir yandan değişim ve reformu sağlayacak yeni bir denklem kurması, diğer yandan da ülkenin bütünlüğünü koruması gerekmekteydi.
Beşinci olarak da şunu söyleyebiliriz ki “Ocak Devrimi” dünya tarihinde belki de kutsallığını ve masumiyetini en hızlı kaybeden devrimlerden biriydi. Ocak Devrimi her ne kadar 2012 yılında yürürlüğe giren ve 2014 yılında tekrar değiştirilen Mısır Anayasası’nda yer alsa da 30 Haziran 2013 tarihinde yaşanan ve günümüze kadar ülkedeki meşruiyetin kaynağını oluşturan bir başka devrimin parçası olmakla yetinmek zorunda kalmıştır.
Tüm bu gelişmeler yine de “Ocak Devrimi Yıldönümü”nün kutlanmasını halen engellememektedir. Çünkü Mısırlılar kolay kolay hatıralarından vazgeçemez. Aynı şekilde tarihleri her zaman şu veya bu şekilde devletin ya da halkın veya her ikisinin birlikte gerçekleştirdiği devrimlere bağlıdırlar. Ocak Devrimi’nin her yıl dönümünde Mısırlı aydınlar ve yazarlar arasında modern tarihlerindeki bu en önemli olayı değerlendirmede görüş ayrılıkları yaşanır. Tüm Arap ülkelerinde de geçerli olduğu gibi bu fikir ayrılıklarında orta veya tarafsız renkler ve görüşler yoktur. Bunlar ya siya ya da beyazdır.
Kimileri Tahrir Meydanı’nda geçirilen ve uzun yıllar iktidarda çakılı kalan bir rejimin düşürülmesi ile sonuçlanan şanlı günleri ve bu olayın tüm dünyada yarattığı etkiyi özlem ve hüzünle anmaktadır. Kimileri ise bunun modern Mısır’ın başına gelen en kötü şey olduğunu, faşist Müslüman Kardeşler iktidarına giden yolu açtığını, hatta yaşananların hiçbir şekilde devrimle bir ilgisi olmadığını, bilakis “Ocak Operasyonu” adı ile yabancı başkentlerde hazırlanan ve planlanan bir “komplo”nun sonucu olduğunu düşünmektedir.
Mısır halkı ve özellikle de adına“seyirci” takımı diyebileceğimiz kesimi, başlangıçta olayları takip etmekle yetindi. Ama ihlaller arttığında kendisini ilk aşamada Müslüman Kardeşler gibi büyük bir sorundan kurtaracak, daha sonra ülkeyi donukluk ya da devrim veya her ikisi nedeniyle içine düştüğü boşluktan çıkartacak reform programını hayata geçirecek bir kurtarıcı olarak gördüğü Silahlı Kuvvetler’den yana tavır almıştır.
Mısır’da “25 Ocak Yıldönümü”nde yaşananlar ne yenidir ne de Mısır’a hastır. Bilakis neredeyse dünyanın şahit olduğu tüm devrimlerde de benzer şeyler yaşanmıştır. Örneğin ABD’de yaşayanlar her yıl 4 Temmuz’da ABD Devrimi’nin yıldönümünün kutlandığını bilir. Devrimin yıldönümü vesilesiyle her yere bayraklar asılır, sokaklarda ve parklarda kutlamalar yapılırken düşünce kuruluşlarında her zamanki gibi bu olay farklı boyutları ile ele alınır ve çeşitli görüşler ortaya atılır. Kimileri devrimin gerçekten gerekli olup olmadığını sorgulayarak İngiltere Kralı’na bağlı kalmak istedikleri için Kanada’ya göç eden Amerikalılar olduğunu hatırlatır. Hatta bu kişilerin daha sonra 1812 yılında ABD’yi hedef alan saldırıya ve bizzat Washington’ın yakılmasına katıldıklarını zikrederler.
Yine bu kutlamalar vesilesi ile belki de en çok hatırlanan ve hatırlatılan konu ise devrimin kölelere özgürlük sağlamadığı, bilakis köleliğin devam etmesine olanak verdiğidir. Devrimin liderleri bir yandan temel insan haklarını savunduklarını iddia ederken diğer yandan da köleliği yasallaştıran kanunların yer aldığı bir anayasa hazırlamışlardır.
Fransız Devrimi hakkındaki tartışmalar ve görüş ayrılıkları da günümüze kadar sürmektedir. İlk görüş ayrılığı 1815’de monarşinin dönmesi ve Bourbon Hanedanı’nın tekrar tahta geçmesi, ardından da Napolyon hanedanının gelmesi ile yaşanmıştır. Fransa’da 1848 yılında Birinci Cumhuriyet’i tekrar küllerinden doğmasını sağlamak için bir devrim daha gerçekleştirilmiştir. Günümüzde ise Fransa, De Gaulle’ün 1958 yılında kurduğu Beşinci Cumhuriyet’inin gölgesinde yaşamaktadır.
Rusya’daki Bolşevik Devrimi, 70 yıl sonra Sovyetler Birliği’ni 15 ayrı cumhuriyete bölünmesine neden olan bir diğer devrimle sona ermiştir. Ancak yeni kurulan Rusya devleti de bir kez daha bölünmekten ancak bir başka devrim ile kurtulmuştur. Bu devrimi gerçekleştiren Putin, Yeltsin’in dağıttıklarını geri almak için iktidara gelmiştir. Bolşevik Devrimi tarihin bir parçası olurken büyük olasılıkla günümüzde hiç kimse onu hatırlamak bile istemiyordur.
Çin ise Mao devrimi ile kendi özel modeli başa çıkmıştır. Çinli “Halk” gazetesinin daveti üzerine 1998 yılında Çin’i ilk kez ziyaret ettiğimizde, ev sahiplerimiz bizden Mao’nun Tiananmen (göksel barış) Meydanı’nda bulunan mezarını ziyaret etmemizi istemişlerdi. Elimize verdikleri plastik çiçekler ile öğrencilerden oluşan ve yaklaşık 1 km uzunluğundaki sıraya girdik. Sıramız geldiğinde ebedi liderin bir tablosunu mu veya balmumundan yapılmış bir heykelinin mi göreceğimizi bilmediğimiz mezar odasına girdik. Ziyaretimiz bittikten sonra başkalarının da kullanması için plastik çiçeklerimizi görevlilere geri verdik. Ziyaretimiz sona erdikten sonra Çinli dostlarımıza Mao ve dönemi hakkında sorular sorduğumuzda aldığımız karşılık ise sessizlik oldu. Kimse bu tarihi meydanın ortasında dururken o dönemi hatırlamaya hevesli değildi.
Mısır’a dönersek; 23 Temmuz 1952 devriminin de her yıl kutlandığını görürüz. Aynı şekilde Mısır’da birçok kişi bugünlerde 1919 devriminin yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanmaktadır. Hatta bazı aydınlar bu vesile ile dönemin bazı simge ve sembollerine geri dönülmesi çağrısında bulundu. Hiç kimse monarşinin dönmesinden bahsetmedi. Ancak bunun yerine diğer Arap ülkelerinin bayrakları ile karıştığı ve daha özel olacağı gerekçesiyle Mısır’ın mevcut bayrağı yerine hilali ve 3 yıldızı ile Mısır’ın eski yeşil bayrağının kullanılması tartışıldı. Doğrusu aynı şey eski bayrağımız için de geçerlidir. Çünkü renk olarak Cezayir ve Pakistan’ın bayraklarına benziyor. Hilali ise Singapur gibi ülkelerin bayraklarında bulunan hilali andırıyor.
Ancak yine de bugün bir “devrimin yıl dönümü”dür. Denildiği gibi her yıl dönümü aynı zamanda bir kutlamadır da. Ama gerçekte devrimler mutlaka bilememiz gereken tarihin bir parçasıdır. Bugünün bütün gerçekleri bizleri geçmiş zamanların değil de ileride yaşanacak olan zamanları temsil eden geleceğe itmektedir. Ne kadar ilginçtir ki sadece 8 yıl önce gerçekleşmiş olmasına rağmen “Devrimin Yıldönümü” bana en az ışık yılı kadar uzak görünmektedir.
TT
25 Ocak Devrimi’nin yıl dönümünde
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة