Eldar Hasanoğlu
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi
TT

Yahudiliğe göre Kudüs

Kudüs veya İbranice adıyla Yeruşalayim/Yeruşalim, Yahudiler için kıble ve kutsal bir şehirdir. Yahudilerin kıblesi sayılan Süleyman Mabedi’nin bir zamanlar inşa edildiği bu şehir, İsrailoğulları’nın hem dini hem de politik merkezi olmuştur. Yahudilik’te Kudüs’le ilgili sayısız menkıbeler mevcuttur. Bu menkıbeler Kudüs’e kozmolojik değer biçmiş, onun metafizik öneminden bahsetmişler. Tüm bu söylemler Yahudilerin zihninde Kudüs’ün önemini cilalayarak parlatmış, asırlar sonra Siyonistler bu zihniyete hitap ederek ve ondan faydalanarak dünya Yahudilerini kendi saflarında toplamaya çalışmışlardır. Siyon kelimesinin Kudüs’ün adlarından biri olduğu göz önüne alındığında, Siyonizm kelimesinin de Kudüsçülük anlamına geleceği ortaya çıkacaktır.
Yahudiliğin özelde Kudüs’ü, genelde Filistin topraklarını sahiplenmesi, bu dindeki vaat edilmiş topraklar (arz-ı mevud) ülküsüne dayanır. Yahudiliğe göre Tanrı, İsrailoğulları’nın atası sayılan Hz. İbrahim ile ahitleşmiş ve itaati karşılığında Nil’den Fırat’a kadar olan toprakları ona ve soyundan gelenlere ödül olarak vermiştir. Bu topraklar Kenan toprakları olarak geçer. Yahudiler bu topraklara Hz. Musa zamanında değil halefi Yuşa zamanında girebilmişlerdir. Yahudi kutsal metinleri, Yuşa liderliğinde İsrailoğulları ile Kudüs kralı Adonizedek liderliğindeki yerlilerin müttefik ordusu arasındaki çatışmada kralın yenilmesi, bu savaşta Tanrı’nın İsrailoğulları’na yardım etmesi, hatta İsrailoğulları savaşı kazanıncaya kadar güneşi ve ayı yerinde tutması ve güneşin tam bir gün batmaması, Tanrı’nın İsrailoğulları için savaştığı bilgisini verirler. Yuşa’nın bölgeyi taksim ederken Kudüs ve çevresini Yehuda ve Binyamin soyundan gelen kabilelere vermesi kaynaklarda geçse de sonraki gelişmelere bakılınca İsrailoğulları’nın şehri tamamen sahiplendiği söylenemez.
Kudüs, Hz. Davut ile birlikte İsrailoğulları tarihine girmiştir. Hz. Davut Kenan topraklarında birleşik Yahudi krallığını kuran ilk kraldır. Onun zamanında devlet çok güçlenmiş ve civar devletlerin arasında ağırlıklı bir yere sahip olmuştur. Bu, Hz. Davut’un içişlerinde ve dışişlerinde dengeyi gözetebilmesinden kaynaklanmıştır. Kudüs’ün fethi de böyle bir denge korunma amacıyla gerçekleşmiştir. 12 İsrailoğulları kabilesinin kralı olarak başa geçmesinin hemen ardından Hz. Davut, el-Halil’deki eski yandaşlarının diğer kabileler üzerinde üstünlük taslamasını engellemek amacıyla yeni bir başkent inşa etmek istemiştir. Kabileler arasına soğukluk girmemesi gayesiyle Hz. Davut, yeni kurulacak başkentin İsrailoğulları kabilelerinden hiçbirinin egemenliğinde olmayan Kudüs olacağına karar vererek buraya saldırmış ve ele geçirmiştir. Kudüs’ün fethinin tarihi tam belli olmamakla birlikte M.Ö. XI. yüzyılın tam sonu ile M.Ö. X. yüzyılın tam başlangıcında olduğu görüşü daha çok paylaşılır.
Hz. Davut Kudüs’e saldırdığı sırada burada Yevusiler oturmaktaydı. Bu yüzden Yahudi kutsal metinlerinde olaylardan bahsederken hem Yevus, hem Yeruşalim ismi kullanılır. Siyon kalesi ve surlar vasıtasıyla şehir iyi korunmaktaydı ve kaleye sığınan halk İsrailoğulları’na karşı güçlü direniş sergileniyordu. Şehir fethedildikten sonra Hz. Davud ikametgâhını Siyon Kalesi’ne taşımış, şehrin adını değiştirerek buraya kendi adını vermiş, “İr David/Davut’un şehri” adlandırmıştır. Hz. Davut Kudüs’ü başkent ilan etmiş ve şehirde inşaat ve bayındırlık faaliyetine önem vermiştir. Şehirde kendisine saray yaptırmış, nitekim Tanrı’nın ikametgâhı olduğu düşünülen “ahit sandığı” için ev, yani mabet yapmak istemiştir. Bu amaçla malzemeler toplasa da ilahi takdir gereği bu mabedi yapmak ona değil oğlu Hz. Süleyman’a nasip olmuştur.
Kudüs, İsrailoğulları tarihine Hz. Davut ile girse de başkent ve politik bir merkez olmanın ötesine geçememiştir. Hz. Süleyman zamanında ise burada mabet yapılmakla şehir dini bir anlam kazanmaya başlamış, kutsallaşmanın ilk adımları atılmıştır. Hz. Süleyman’ın vefatından sonra bâma adlanan ibadet mekânlarında tapınan İsrailoğulları Kudüs’ü ayrıcalıklı, ibadet merkezi olarak bilmemişlerdir. Kudüs’ün kutsallaşması Hizkiya (M.Ö. 727–697) ve Yoşiyahu (M.Ö. 640–609) zamanında aşama kaydetmiştir. İbadetin merkezileştirilmesi siyaseti gereği onlar bâma’lara karşı savaş açmışlardır. Bâma’lar, Kudüs’teki mabedin alternatifi olduğu için ortadan kaldırılmıştır. Kutsallaşma sürecindeki son aşama M.Ö. 586’da yaşanan Babil Sürgünü ile gerçekleşmiş, sürgün hayatı, vatan özlemine dayalı kutsallık düşüncesini geliştirmiştir. Kaybedildikten sonra Kudüs İsrailoğulları için özel hale gelmiş, İsrailoğulları toplumsal bilincinde Kudüs’ün kutsallığı algısı gelişmiştir. Yahudi kutsal metinlerine göre, Babil ırmakları kıyısında oturan halk ana yurtlarını andıkça ağlayıp “Ey Kudüs, seni unutursam sağ elim kurusun. Seni anmaz, Kudüs’ü`i en büyük sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın!” (Mezmurlar 137) demişlerdir. Bu, kutsallaşma sürecinin zirve noktasıdır.
Kutsal şehir Kudüs
Yahudi kutsal metinlerine göre Kudüs ile Tanrı arasında özel bir bağ vardır. “Yahve Siyon’da oturur” (Yoel 3:21) ifadesiyle Tanrı’nın bu şehri kendi şehri olarak seçtiği ve ebedilik bu şehirde yaşayacağı, ismini buraya bağladığı vurgulanmıştır (Mezmurlar 132:13-14) Kudüs dürüstlük sembolü ve adaletin, hakkın yeryüzündeki dağıtım merkezi olarak betimlenmiştir. “O zaman Kudüs’e, `Yahve’nin tahtı diyecekler. Yahve’nin adını onurlandırmak için bütün halklar Kudüs’te toplanacak. Bundan böyle kötü yüreklerinin inadı uyarınca davranmayacaklar.” (Yeremya 3:17) ifadesi aynı anlamı ve imajı güçlendirmektedir. “Kudüs güvenlik içinde yaşayacak. O, ‘Yahve bizim dürüstlüğümüzdür’ adıyla anılacak.” (Yeremya 33:16) söylemi bu şehrin adalet olan bağının bir metaforu olarak görülebilir. Sürgün dönemine ait metinlere Kudüs’le ilgili genel bir özlem ve bekleyiş hali hâkimdir. Örneğin Yeremya Kudüs’ün yeniden kurulacağını, buralardan şükran ve sevinç sesleri duyulacağını haber vermekte (Yeremya 30:18-19, 31:38), Zekeriya da Yahve’nin Siyon’un halini kıskandığını ve oraya dönerek Kudüs’te oturacağını, Kudüs’e hakikatin şehri deneceğini, insanların meydanlarda oturacaklarını, kentin meydanlarının orada oynayan çocuklarla dolacağını haber vermektedir (Zekeriya 8:3-5). Hezekiel Kudüs’le ilgili kehanetini anlatırken şehri olağanüstü bir detayla anlatmıştır (Hezekiel 40). Onun anlatılarındaki Kudüs sıradan bir şehir, hatta alelade bir kraliyet şehri olmayıp Tanrı’ya özel bir mülk olduğu tasarlanmış, bu nedenle her türlü detaylara inilerek Kudüs’le ilgili ince ayrıntılar verilmiştir (Hezekiel 45:1-8, 48:8-22, 30-35). Yahudi kutsal metinlerinde Kudüs’le ilgili ahir zaman kehanetleri de yer almıştır. Bunlar, Yahve’nin Günü adlanan gelecek zamanda gerçekleşecek bir günde vuku bulacak vaatlerdir. Bu bilgilere göre her şeye egemen Yahve’nin Siyon dağında, Kudüs’te krallık edeceği bir zaman gelecektir (Yeşaya 24:23). Yine o gün büyük bir boru çalınacağı, Asur sürgününde kaybolanlarla Mısır’a sürgün edilenler gelip kutsal dağda, Kudüs’te Yahve’ye tapınacakları vurgulanır (Yeşaya 27:13).
Rabbani kaynaklar Kudüs’le ilgili bilgilerle özellikle zengindir. Bu kaynaklarda Kudüs’ün kutsallığının Yahudi sosyal psikolojisinde yerleşmesine özen gösterilmiştir. Özellikle de M.S. II. yy.dan itibaren, yani II. Mabedin de artık mevcut olmadığı bir zamanda Kudüs din ulemasının söylemlerinde özel ihtimama mazhar olmuştur. Bu menkıbeleri genel olarak üç ana grupta toparlanabilir: Hz. Davut’tan itibaren II. Mabedin yıkılmasına kadar (M.S. 70) geçen süre zarfında Kudüs’le ilgili anlatılar; tarih içerisinde bu şehirle ilgili söylenen söylemler; Mesihî dönemde gerçekleşecek Kudüs hayali ile ilgili beklentiler. Dolayısıyla Kudüs rabbiler için sadece birer tarihsel veya coğrafi özel anlama sahip olmanın ötesinde bir ümidin, türlü belalar karşısında ayakta kalmak için sabrın kaynağı olmuştur. Yahudi din uleması Hz. Âdem’in yaratılması için toprağın Kudüs’ten alındığını, nitekim tüm dünyanın Siyon’dan yaratıldığını, Kudüs’ün dünyanın merkezi ve göklerin kapısı olduğunu, haşrın Kudüs’te gerçekleşeceğini belirtmişlerdir. Onlara göre Tanrı dünyayı yaratırken güzelliği on parçaya taksim etmiş, bunun dokuzunu Kudüs’e vermiştir. Kudüs’ün 70 ismi olduğu ifade edilmiştir; 70 rakamının Sami kültürdeki özel anlamı dikkat çekmektedir. Tanrı’nın Kudüs’te oturduğu inancı, buranın kıble olmasını ve ibadet sırasında buraya dönülmesini gerekli kılmıştır. Kudüs M.S. 70’te düşünce din uleması ileride Mesih’in geleceğini, Yahudilerin yeniden Kudüs’ü ele geçirerek devlet kuracaklarını, Kudüs’ün yeniden eski ihtişamına kavuşacağını sıkça dillendirmişlerdir. Kudüs’ün önemli konumu göksel Kudüs algısını da doğurmuştur. Din uleması Kudüs’ün hem gökte hem yeryüzünde var olduğunu ve yeryüzündeki mabedin yıkılmasına rağmen göksel mabedin varlığını devam ettirdiğini, ahir zamanda göksel Kudüs’ün ve mabedin aşağıya ineceği ve yeryüzünde kurulacağını iddia etmişlerdir. Bu bilinçle Yahudiler her zaman Kudüs’ü hafızalarında canlı tutmuş, dualarında “Gelecek yıl Kudüs’te” diyerek buraya dönme arzularını canlı tutmuşlardır.