Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

İlerleme sorusuna cevap verme ikilemi

Değişimle alakalı kültürel söylemin dile en kolay cümlesi, zannediyorum sert bir kesinliğin ortaya koyduğu şu keskin şart koşma ile başlayıp biten alışıldık temasıyla şudur:
“Şöyle olmadığı sürece şunu başaramayız.” ‘Şöyle’ ve ‘şunu’ zamirlerini herkes kendi eğilimine göre doldurur. Fikir adamlarının neredeyse tamamı, ilerleme söz konusu olduğunda, bu ve buna benzer bir şart cümlesi kullanırlar. Bunun övgüye değer tek yanı, suçlama parmaklarını başkasına yöneltmesidir. Arapların ve Müslümanların bu yaşadıklarının sebebi, sömürgeciliğin mirası ya da bölgesel devletin hediyesi, hilafetin dağılıp ümmetin parçalanmasıdır.
Kolayca dile getirilen bir diğer sebep de Batının komplosu ve kendini suçlamadır. Bununla birlikte bu şart cümlesi, tespit edilebilir aksaklıkların ve yatırım yapılabilecek etkin kavramların, dikkatli bir şekilde incelenmesini sağlayamamıştır.
Sahnede iki ekip var: Kültürel mirası çözümlerin çözümü olarak görenler ve kopuşu başlangıç noktası kabul edenler. Ancak çözümler ekibi, öznenin ne olduğunu açıklamaz, köklü kopuş ekibi ise gerekçe göstermeyerek kavramına bir açıklık getirmez. İşte kriz de bu noktada başlar. Kopuş, Batı çevresinde kavramsal bir problemin sebebi olageldi. Zira onu epistemolojik anlamıyla köklü bir şekilde kavramak pek mümkün olmadığı için sonu gelmeyen sorulara kapı aralıyor.
Bunun için Muta Safedi, ‘Felâket Çağıran Kopuş Teorisi’ adlı önemli kitabında, bu kavramı başka kavramlarla birlikte ele alıyor. Foucault ve Bachelard’ın kopuş teorileri bile kopuş çağrısı yapan Arap düşünürleri tarafından felsefi yönüyle ele alınmadı. Bunun kanıtı, ortaya atılan fikirlerin çoğunun, kavramın özüne dair filozoflar arasında yaşanan anlaşmazlık noktalarını kapsamamış olmasıdır.
Bir buçuk asır boyunca her düşünür, ilerleme sorununa bir cevap verdi ve Batının siyasi ve bilimsel gelişimi düşüncesine değindi. Bu cevapların çoğu da kültürel mirasın nasıl ele alınabileceği konusuna dair belirli bir hayalden yola çıkıyor ve cevap, mirasın belirgin bir uygulamasına dair bir düşünce ile yönlendirilmiş oluyor.
1979 yılında Fehmi Cedan, ‘İslam Düşünürlerince İlerlemenin Esasları’ adlı kitabını kaleme alarak, İslam tarihinin geçirdiği kültürel ve sosyal aşamaları şu dört aşamada inceledi: Dini aydınlanma ve medeniyet inşası, medeniyetin duraklaması ve denge, dengenin bozulması ve gerileme, canlanma ve kalkınma. Yazar, bunları da şu altı tematik birim kapsamına aldığı bölümlerle genişletiyor: İlerleme metafiziği, gerçeklik ve tarih, modern zamanlara giriş, özgürleştirilmiş birlik, eylem yolları, değerler, İslam ve gelecek.
İslam düşünürlerinin nazarında ilerleme ve değişim fikirleri, genellikle siyasi eğilimle ve Batının elinde olana yatırım yapıp ondan faydalanmaksızın sahip olduğumuz içeriği tamamlamaktan gelen bir güvenden hareket etmek ile bağlantılıdır. Engel çoğunlukla ya siyasettir ya da dinî iktidar. Ayrıcalıklı bir İslamcı öneri, İhvan Hareketi gibi kapsamlı cemaatler tarafından miras alındı.
Mesela Cedan diyor ki;
“Cemaleddin, hiç kuşkusuz papalık ve rahiplik otoritesine yönelik devrimin birinci dereceden temsilcisi olan Protestan reform hareketinden etkilenmişti. Onun bu durumu, 19. yüzyılda Katoliklik karşısında göstermedikleri coşkuyu Protestanlık karşısında gösteren Mısır ve Şam’daki Müslüman düşünürlerin çoğunun durumuna benziyordu. Onlara göre Protestan reform hareketi, Müslümanların sürekli talep ettiği şeyi nihayet Hıristiyanlıkta gerçekleştiriyordu. Dahası, Protestanlığın İslam’a yakın olduğuna inanmış ve İslam’ın doğru bir şekilde sunulması halinde Protestanlığın İslam’a dönüşmesinin oldukça mümkün olduğunu düşünmüşlerdi. Bununla birlikte Cemaleddin, kendini siyasal İslam hareketine verdiği için söz konusu bu hareketi inşa etmek için kayda değer bir çaba gösteremedi. Doğrusu şu ki Cemaleddin, Birinci Dünya Savaşı’na kadar İslam dünyasında ortaya çıkan İslamcı hareketlerin çoğunun ilham kaynağıydı” (syf. 202).
Afgani’nin ilerlemenin esaslarına dair cevabı, siyasi cevapların uzantısından başka bir şey değildi. Değişim yollarını ortaya koymadaki eksiklik ise İslam medeniyetini ve mirasını anlamak ve bu medeniyete bulaşan aksaklıkları tespit etmekte başlıyor. Bu sorunun cevabı, miras kalan bazı içeriklerin ne kadar eleştirilebileceği sorusunu bile aşıyor.
Sorun siyasette, dinî iktidarda ve Batıda gizli. Protestanlık ile İslamcı hareketler arasında uyanış, devrim ve diriliş duygularını harekete geçiren bir çağrı bulunuyor. Bu, ilerlemeye dair cevabın bütünlük ve yeterlik yanılsamasından başlıyor olması meselesidir. Yazının başında itiraz ettiğimiz şart cümlesinden bahsetmeyeceğiz. Bu cevaplarda bir eksiklik var.
Tek bir cevabın ötesine geçmek, ilerleme ve kalkınma konusunda vaaz verici ve muştulayıcı söylemler ortaya atmaktan kaçınmak gerekir. Her milletin kültürel mirasında ortaya çıkardığı esaslı ikilemler var. Virüsler çıplak gözle görülmez. Aydınlanmacı büyük çözümler, gölgeli. Kapsamlı köktencilik çözümleri gibi daha derin olanları da var. Bu derin bozukluğu soğukkanlılıkla incelemek gerekir.