​Resul Tosun
Gazeteci Yazar
TT

Cemaatler ve tarikatlar denetlenmeli!

Hz. Âdem’den beri insanlığın bir imtihanı kurban. Kuran-ı Kerim, Hz. Âdem’in iki oğlu Hâbil ile Kâbil’in kurban diyaloğunu nakleder bize. İkisi de Allah’a birer kurban sunmuşlar. Hâbil’inki kabul edilmiş Kabil’inki edilmemiş. Hâbil sadece muttakilerden kabul edileceğini (Maide 27) söyleyerek kurbanın mâlî fedakarlıktan ibaret olmadığını hatırlatmıştır. Bir başka ayette ise kurbanın etinin ve kanının Allah’a ulaşmayacağı Allah’a takvanın ulaşacağı (Hacc 37) açıkça belirtilmiştir.
***
Dolayısıyla yakınlaşmak anlamına gelen kurbanı, müminler Allah’a yakınlaşmak için, fedakârlık ederek keserler/kesmeliler. Ama bu fedakârlığa çıkar ve riyanın karışmaması lazım. Kurbanın takva üzere, yani Allah’a karşı sorumluluk duygusuyla sırf onun rızasını kazanmak niyetiyle ihlas ile kesmek lazım. Allah şekillere ve mallara bakmaz, kalplere bakar, kalplerdekini en iyi bilendir. 
Eti derisi ondan sonra gelir.
***
Oysa bu bayramda da kurbanın takva yönünden ziyade etinin ve derisinin nerelere gideceği üzerinde şiddetli bir rekabete şahit olduk.
Kimi cemaatler/tarikatların ve hayır kurumlarının yanı sıra helal haram kaygısı olmayan kimi kuruluşlar da vatandaşın kurbanını ya da kurban derisini elde etmenin rekabeti içindeler.
FETÖ’nün dini hizmet yapısıyla yabancı istihbaratların kuklası olduğu ve kendisine yapılan bağışları da yerinde kullanmadığı ortaya çıkınca bütün cemaatler töhmet altında kaldı.
FETÖ sırf bu yönüyle bile İslami faaliyetlere en ağır darbeyi indirmiş oldu.
Hem dindarlar her cemaata şüpheyle bakar oldu, hem de din karşıtları arasalar bulamayacakları bir argümana kavuştular.
***
İşte tam da bu bağlamda dini cemaatlerin çok dikkatli olmaları gerekir. Hem dindarların güvenini kazanmak için hem de din karşıtlarının ithamlarını boşa çıkarmak için kılı kırk yararak hareket etmeleri gerekir.
Doğrusu, kurban hissesi toplayan, yurt içinde ve yurt dışında kurban kestiğini iddia eden kimi kuruluşların kurbanı istismar etmelerinden kuşku duymuyorum desem yalan söylemiş olurum.
Bu işi becermesi imkân harici görünen kimi kuruluşların kurban hissesi toplamasından bir kaza çıkacak diye korkuyorum/korktum.
Kurban toplamak için yapılan reklamların çoğu da beni rahatsız ediyor/etti.
***
Şunu da yakinen biliyorum ki kimi STK’larımız da dünyaya Türkiye’den hayır hasenat dağıtıyorlar, dünya mazlumlarının ve mağdurlarının imdadına yetişiyorlar ve gönüllerini fethediyorlar.
Hanemizdeki iki kurbandan birini biz de bu hayır kuruluşları aracılığıyla yurt dışına gönderdik. Geçen sene güvendiğimiz bir arkadaşımız Bangladeş’e götürdü. Bu sene de güvendiğimiz bir kuruluşa Yemen’e götürmesi için vekâlet verdik.
Evet, güvendiğimiz bir kuruluşa verdik.
Fakat her kuruluş güvenilir midir, ya da bizim güvendiğimiz kuruluş da hata yapmaz mı?
Değildir ve yapabilir!
***
O yüzden de kontrol ve denetime tabi olmayan cemaat ve tarikatların insafına kalan bir uygulama ile karşı karşıyayız.
Kimin gerçekten hizmet ettiğini, kimin hizmet kılıfı altında istismarda bulunduğunu tespit edebilmemiz için cemaat ve tarikatların denetime tabi olması lazım.
Bu denetimsizlik sebebiyledir ki, ülkenin en nazik insanları olarak görünen bir cemaatten FETÖ gibi bir canavar türemiştir!
Sadece kurban konusunda değil diğer bütün dini hizmetler konusunda cemaatler ve tarikatların resmen kabul edilmeleri ve denetime tabi olmaları yeni FETÖ’ler çıkmaması için elzemdir.
Nasıl ki yasama organını bile denetleyen bir Anayasa Mahkemesi var, aynı şekilde Diyanet haricinde tarikatları ve cemaatleri hem fikri yapıları hem fiziki yapılarını denetleyecek bağımsız bir anayasal kuruluşa ihtiyaç var.
***
Tarikatlar ve cemaatler yasaklanınca kaybolmadılar. Yer altına indiler. Gizliden gizliye faaliyetlerini sürdürdüler. Denetim dışında kaldıkları için de ezoterik bir yapıya kavuştular ve hangisinin sahih İslam’a uygun hangisinin zararlı hale geldiği bilinmez oldu.
Ancak kendi aralarında ihtilaf çıkıp kamuoyuna yansıyınca yahut da şeyh kılıklı sahtekarların ahlaksızlıkları gün yüzüne çıkınca ya da birileri zarar dide olduğunda şikayet üzere dinin nasıl istismar edildiği ortaya çıktı.
Hele kimi hurafelere inandırılmış masum insanların birer suç makinesine dönüştürülmesi gerçeğini ise FETÖ ile bütün dünya gördü.
***
Yasaklar bu cemaatleri bitirmediğine aksine güçlendirdiğine, siyasete ekonomiye bile yön verecek güce kavuşturduğuna göre, önümüzde çok ciddi bir sorun var demektir.
“Kamuda görevli bir memur ya da idarecinin görevini ifa ederken amirinin mi yoksa bağlı olduğu cemaat liderinin mi emrini yerine getirecek?” sorusu çok manidar ve yerinde bir sorudur.
Kamuda kimi görevlilerin 'iş yerindeki amirini değil cemaat liderini dinlediği' iddiası maalesef FETÖ yapılanmasının getirdiği bir kaotik durumdur.
Bu durum kamuda görev yapan tarikat ve cemaat mensuplarının kamuda görev yapmamasını savunan dine mesafeli kimi çevreleri haklı çıkaran bir durumdur.
Elbette ki kamuda çalışan işinde amirinin emrini yerine getirecektir. Cemaatinin emrini yerine getirirse kamu işlemez hale gelir.
Doğrudur.
***
Tamam da bir cemaate mensup olmak veya bir tarikata bağlanmak kişiyi suçlu yapmaz ki. Aksine eğer o cemaat ve tarikat, mensubunu sahih İslam ilkeleriyle donatıyorsa tam tersine işini en iyi yapan ve güvenilir bir kamu çalışanı olur.
Sahih İslam’ı benimsemiş ve öğretmeye çalışan cemaatler ülkeye zararlı değil aksine faydalı olmuşlardır.
Tamam da hangisinin sahih İslam olduğuna kim karar verecek?
İşte temas ettiğim gibi devletin bu konuya ciddi biçimde eğilip cemaat ve tarikatların fikri ve fiziki yapılarını denetleyecek bir mekanizma kurması gerekir.
Bu cemaatlerin denetime tabi tutulması gereken en önemli yönleri fikri yapılarıdır. Sahih İslam’a uygun mu değil mi bunun kontrol edilmesi gerekir.
***
Ben bunun için tıpkı Anayasa Mahkemesi gibi dini cemaat ve tarikatları denetleyecek anayasal bir kuruluşa ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Önce bu tarikat ve cemaatler üzerindeki kanuni yasak kaldırılmalı ve birer sivil toplum örgütü oldukları resmen kabul edilmelidir.
Gizli yapılanmalara izin verilmemelidir.
Sonra da bunları kontrol edecek bir dini otorite olarak siyaset üstü bağımsız yetkin ilahiyatçılardan bir anayasal kurul oluşturulmalıdır.
Bu kurul cemaat liderliği tarikat şeyhliği ve idaresi gibi konularda denetim yapmalı, îtikâdî konulardaki sapmaları ikaz etmelidir.
***
Bunları okuyan kimilerinin laik ülkede böyle kurul olmaz dediklerini duyar gibiyim.
Doğrudur, ama Diyanet İşleri Başkanı’nı siyasi idarenin atadığı ve din işlerinin devlet kontrolünde olduğu bir ülke laik midir!
Laiklik maalesef dindarları sindirmek için bir silah olarak kullanılmıştır.
Müslüman toplumun anayasası toplumun ihtiyaçlarını karşılamalıdır.
Aslında yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Lakin mecliste mutabakat sağlanamadığı için yeniden yazılamadı.
Hiç değilse, darbecilerin dayattığı anayasanın önsözü yeniden yazılmalı, 174. Madde gözden geçirilmeli, 2. madde ıslah edilmeli ve dini cemaatleri kontrol edecek bir kurula anayasal statü kazandırılmalıdır!
Nasıl mı?
Tartışılsın!