Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Sudan'a dair düşünceler

Arap dünyasının en kötü durumda olduğu bir dönemde Sudanlı kardeşlerimiz, aşina olmadığımız bir siyasi olguyu ‘sivil-asker ortaklığı’nı bizlere hediye ettiler ve başlattıkları halk ayaklanması ile uzun süre ayakta kalan bir rejimi yıkarak başarıya ulaştılar.
Suriye’de Hüsnü Zaim’in 30 Mart 1949’da meşru cumhurbaşkanı Şükrü el-Kuvvetli’ye karşı gerçekleştirdiği darbe ile keyfi darbeler dönemi de başlamıştır. Bu dönem ile darbeyi yapan askerlerin başbakan ve bakan olacak sivilleri seçmesi ve istedikleri zaman başkaları ile değiştirmesi uygulaması yaygın bir hale geldi ve sivil yetkililer, siyaset sahnesini süsleyen dekoratif süslere dönüştüler.
Hüsnü Zaim’den sonra birçok Arap ülkesinde yaşanan darbeleri incelediğimiz de bu yöntemin bütün darbeciler tarafından bazı değişiklikler ile sanki bir anayasa hükmüymüş gibi yaygın olarak benimsendiğini görebiliriz.
Bu da askerler ile darbecilerle işbirliği yapan siviller arasında görünmeyen düşmanlığın temellerini attı. Hiçbiri diğerine güvenemediği için güvensizlik duygusu düşmanlık derecesine vararak gittikçe kökleşti.
Bu durum, Sudan ayaklanması başlayana kadar devam etti. Sudan’da yaşananlar için ayaklanma kelimesini kullanmayı tercih ediyorum. Çünkü diğer Arap deneyimlerinin ışığında devrim ve devrimciler ifadesi artık çok da hoş karşılanmıyor. Dolayısıyla Sudan’da 2018 yılının sonları ile 2019 yılının Eylül ayının ortalarına kadar tanık olduğu olaylara, devrim değil de halk ayaklanması demek daha doğru olur. Hem böylece kadın erkek her yaştan Sudanlıyı, son değişim deneyimlerinin Arap ülkelerinde yol açtığı sıkıntılardan dolayı artık kötü bir üne sahip olan devrim damgası ile damgalamamış da oluruz.
Sudan ayaklanmasının gerçekleştirdiği en büyük başarı, bu alışılmadık denge yani sivil-asker dengesidir. Burada denge kelimesi ile siviller ve askerler arasındaki işbirliğini ve süreç boyunca sabırla diyaloğa bağlı kalmalarını kastediyoruz. Çünkü her ne kadar ayaklanmayı siviller başlatmış olsalar da kendisini kucaklayan ve destekleyen askerler oldu. Ne ayaklanmayı başlatan siviller ne de birikmiş hayal kırıklıkları ve topluma verdikleri zararların ışığında askerler, tek başlarına değişimi gerçekleştirebilirlerdi.
Bunun farkına varan Sudan ordusundaki üst rütbeli subaylar, durumu çok iyi okuyarak, bu halk ayaklanmasının, alışılmışın dışında bir değişim gerçekleştirmek için bir fırsat olduğunu gördüler. Dolayısıyla Sudan halk hareketinin arkasında; 1 numaralı bildiriyi ve onu takip eden diğer bildirileri  yayınlayarak eski rejime dur diyen, tankları caddelerde yürüten, gerekli tutuklamaları yapan askeri kanat ile ayaklanmayı başlatan, organize eden, yakıp ve yıkmadan sorumlu bir şekilde hareket eden ve bu çizgisinden hiç sapmayan sivil kanat vardır.
Taraflar arasındaki müzakereler hep bu denklemi temel aldı. Arabulucuya ihtiyaç duyduklarında ise ilk önce Etiyopya ardından da Afrika Birliği’nin temsilcileri devreye girdi. Arabulucuların her iki tarafı da uysallaştırma ve yola getirme çabalarının ardından askeri ve sivil kanat halk ayaklanmasının ebeveynleri olduklarına ikna oldular. Bunun sonucunda da Egemenlik Konseyi ve hükümet kuruldu. Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) bu oluşumun annesi olurken, Askeri Geçiş Konseyi (AGK) de babası oldu.
İşte bu alışılmadık işbirliği; kararlı olması ve kendini geliştirmesi, hükümetin, ‘Sudan’ı kimin yönettiği değil nasıl yönetildiği önemlidir’ sözünün sahibi Başbakan Abdullah Hamduk’u desteklemesi halinde Sudan’ı güvenli limana ulaştırarak kaybettiklerini telafi ettirebilir. Yine marjinalleştirme, intikam, baskı ve bölme politikalarının izlerini silebilir. Silahlı grupların asker-sivil denkleminden doğan uzlaşının potasında erimeyi kabul etmeleri ile bunların gerçekleşmesini umut etmemek için hiçbir neden yok.
Yeni dönemin liderleri de Sudan halkının, Arap ve dünya ülkelerinin desteğine layık olduklarını kanıtlamak istiyorlar. Bu yüzden, Başbakan Abdullah Hamduk, 1 milyon 886 bin kilometre karelik yüzölçümü ile ülkesi neredeyse bir kıta büyüklüğünde olmasına rağmen 20 bakandan oluşan bir hükümet kurdu. Doğrusu bu, diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında oldukça şaşırtıcıdır. Çünkü örneğin yüzölçümü yalnızca 10 bin 452 kilometre kareden ibaret olan Lübnan’da bile hükümet 28 bakandan oluşuyor. Aslında şaşırmaya gerek yok. Çünkü Sudan’da yeni dönemin temelinde siviller ile askerlerin dayanışmasına dayanan yaratıcı bir formül yer alıyor. Bu formülün amacı ise kalkınma, sorunları çözme ve ülkeyi demokrasi yoluna sokmak.
Son olarak, asker ve siviller arasında bir tarafın diğerine üstünlük sağlamasını engelleyecek dengeyi sağlayarak doğru yolu bulan Sudan’ın, el-Beşir rejiminin Mısır’a karşı ihmalkarlığını telafi etmek adına yeni dönemde Etiyopya’nın Rönesans Barajı sorununda Mısır’ın lehine olumlu bir tutum benimseyeceğini umuyorum. Asker-sivil denkleminin sahipleri, bir çözüme ulaşmakta zorlandıklarında Etiyopya’nın arabuluculuk teklifini kabul ettiler. Etiyopya’nın rolü Afrika Birliği tarafından memnuniyetle kabul edilirken, uluslararası camiada da bir rahatlamaya yol açmıştı. Bugün sıra Sudan’a geldi. Bu yüzden Sudan’ın Egemenlik Konseyi ve hükümet üyelerinden oluşan bir heyet, Etiyopya’yı kızdırmadan Mısır’ı memnun edecek objektif bir çözüme ulaşmak için arabuluculuk teklifinde bulundu.
Kuşkusuz bu adım, bir yandan Mısır-Sudan ilişkilerini ideal işbirliği yoluna sokarken, diğer yandan da Mısır-Etiyopya ilişkilerini çatışma ile sonuçlanabilecek bir krizden uzak tutacak bir adımdır. Nitekim Resullah’ın (s.a.v): “Allah katında en iyi dostlar dostlarına iyi davrananlar, en iyi komşular da komşularına iyi davrananlardır” sözü de bunu emretmiyor mu?