Hazım Sağıye
TT

Abdulkerim Kâsım ve Irak'ta zorlu vatanseverlik yolu

2003 yılında Saddam Hüseyin rejimi devrildiğinde, Bağdat’ta Saddam’ın öldürdüğü liderlerin ve din adamlarının posterleri dört bir yana asıldı. Ancak bütün bu posterler arasında en çok yükselen daha eski bir döneme aitti. 1958-1963 arasında Irak’ı yöneten Abdulkerim Kâsım’ın posteriydi.
Kâsım; askeri diktatörlüğüne, otoriterliğine ve düşüncesizliğine karşın ülkenin modern tarihinde Irak vatanseverliğinin en öne çıkan sembolü olarak kalmayı sürdürdü.
14 Temmuz 1958 yılında önderlik ettiği darbe neticesinde Irak, Bağdat’ın en önemli başkenti olduğu ittifaklar politikasından ayrıldı.
Arap milliyetçileri ve Baasçılar ile mücadele ederek Nâsır Mısırı'na bağlı olmayan bir Irak vatanseverliği inşa etti.
Bundan önce ve sonra Sünni bir babanın ve Şii bir annenin oğlu olan Kâsım, mezheplerin ötesine geçen ulusal birlik konusunda hep hassas oldu.
Başkan Kâsım’a yönelik bu ilginin ve bağlılığın birincil kaynağı, istikrarlı vatanseverliğe yahut öyle gibi görülene susamışlıktı. Kendisinden önce Irak’ın mülkiyeti, Iraklı olmayan Faysal bin Hüseyin’e verilmişti.
Yeni ve ellerinden bir şey gelmeyen Iraklılar yani Kürtler ise, Mahmud Hafid liderliğinde isyan ettikleri için manda devleti İngiltere’nin hava güçleri tarafından bombalanmışlardı.
1932 yılında yani “sömürgeci yönetimin tam anlamıyla sona ermesinden” çeyrek yüzyıl önce ülke görünürde bağımsız olmuştu.
Fakat İngiliz-Irak Antlaşması bağımsızlıktan 2 yıl önce imzalanmıştı.
Bu nedenle, bağımsızlık sınırlı ve görünürde kalmıştı.
Manda devleti İngiltere bu anlaşma ile imtiyazlarının çoğunu korumuştu.
Yine de İngilizler, Iraklıların yaşadıkları en kötü sıkıntı ve dert değildi.
1933 yılında Asurilere karşı Simele Katliamı yaşandı. 1941’de ise Iraklı Yahudileri hedef alan Farhud Katliamı gerçekleşti.
Bu iki tarihten önce de ülkenin en önemli bileşenleri arasında yeterince bölünme belirtileri ortaya çıkmıştı. Bunlar; 1927 yılında Enis el-Nasulî’nin “Şam’da Emevi Devleti” kitabının yayınlanması, Mustafa Satı el-Husrî’nin 1923-1927 arasında Genel Eğitim Müdürlüğü’nün başına getirilmesi, şair Muhammed Mehdi el-Cevahiri'nin eğitimci olarak işine son verilmesi ve vatandaşlıktan çıkarılması, el-Husrî ve Fadıl el-Cemalî arasındaki ünlü tartışma ile birlikte yaşanmıştı.  
1927 yılının yazında güvenlik güçleri, Aşura merasimlerini düzenleyenler ile çatışmıştı.
1934 yılında Arap milliyetçi Yasin el-Hâşimî hükümeti döneminde Muharrem konvoylarının engellenmesi üzerine bir Şii isyanı patlak vermiş ve Divâniye sancağının havadan bombalanması ile sonuçlanmıştı.
Mezhepçi çatışmaya, kuzeyin yanısıra orta ve güney bölgelerdeki sağlam ve güçlü aşiretçi oluşum eşlik ediyordu. Ayrıca, görünmeyen baskıcı toprak sahipleri geniş topraklara sahipken toprak sahibi olmayan köylülerinin açlıktan kırılmasına bağlı olarak gittikçe büyüyen toplumsal sorun da eşlik ediyordu.
Bütün bunların, 1932 ile Cumhuriyet rejiminin deklare edildiği 1958 yılları arasında siyasi istikrara yansımaları oldu. Bu süreç içerisinde Irak’ta 45 yani ortalama 8 ayda bir hükümet kuruldu.
Bu hükümetlerden 8’i ordunun vesayeti altında teşkil edildi. Aynı şekilde Irak, 2 darbeye şahit oldu. 1936’daki Bekir Sıdkı, 1941 yılındaki Reşid Ali Geylani ve “Dört Albaylar” darbeleri. Bunun yanısıra 3 ayaklanmaya da tanıklık etti: 1948, 1952 ve 1956’da.
Dolayısıyla, Abdulkerim Kâsım vatan, istikrar ve adalet vaadini temsil ediyordu. Ancak bu vaat yerine gelmedi. Çünkü Kâsım’ın otoriterliği ve büyük hataları, özellikle de Kuzey’de Kürtler ile çatışmasının yanısıra yeni rejim kendisini, vatansever oluşumu engellemekte ısrar edenler ile karşı karşıya buldu. Bunlar, faşizmden etkilenmiş Arap milliyetçi geleneğinin uzantılarıydı. Bu kadrolar Irak ve sorunları yerine Arap milliyetçiliğini önceliyorlardı. Bu gelenek, Geylani ve el-Haşimi ile başlamış, Bağımsızlık Partisi ile devam etmiş ve Baas Partisi’ne ulaşmıştı. Baas Partisi’ne bağlı subaylar 1963 yılında darbe yaparak Kasım’ı devirmeyi ve idam etmeyi başardılar. Baas Partisi, çok kanın aktığı birkaç ay boyunca ülkeyi yönettikten sonra daha az kan dökücü ve ideolojik olan ortakları milliyetçiler tarafından devrildiler. Fakat Nâsırcı Abdusselam Arif dönemi, Mısır ile birlik kurmakta başarısız oldu. Kardeşi Abdurrahman ise neredeyse her şeyde başarısız oldu.
1968 yılında gerçekleştirdiği darbe ile iktidarı tekrar ele geçiren Baas Partisi yılları ise, içerideki şiddete, ülkeyi zayıflatan ve iç birliğini güçsüzleştiren dış savaşları ekledi.
Saddam Hüseyin’in ABD tarafından devrilmesiyle ABD dönemi başladı. Ama bu dönem çok geçmeden yerini İran dönemine bıraktı. Fakat bu arada ve bu 2 dönemin gölgesinde, Iraklı bileşenlerin tek bir başlık altında birleşmesi beyhude bir çabaya dönüştü.
Baas’ın kökünün kazınması, Nuri Maliki ve Haşdi Şabi gibi Sünni karşıtı figürler olurken işgale karşı silahlı direniş ve DEAŞ ise Şii karşıtı figürler oldular.
Bütün bu unsurlar kalabalığı ortasında 2016 yılında Sünni-Şii iç savaşı patlak verdi. Kürtler ise, bilhassa Kerkük hakkındaki anlaşmazlığın alevlenmesinden sonra sanki farklı ve ayrı bir tarihin çocukları gibi kaldılar.
Ancak eğer Irak’ta vatanseverliğin yolu uzun ve zor, hatta belki de Suriyeli ve Lübnanlı benzerlerinden de daha zor olsa da mevcut devrim sırasında bu mesele tekrar gündeme geldi.
Iraklı Şiiler, Şii İran’a başkaldırdıklarında gündeme geldi.
Felluce’nin yanısıra Tikrit, Hit, Musul ve Ramadi’de Sünni Iraklılar, buna karşılık verip Necef ile dayanıştıklarında gündeme geldi.
Bütün bunlar elbette uzun ve zor bir yolda atılan ilk adımlardan ibarettir.
Ülkenin bileşenleri arasındaki ortak alanları genişletmek ve Sünnilerin marjinalleştirildikleri kompleksinden kurtulmalarını sağlamak başta olmak üzere belki de birçok şeye ihtiyacı olan bir yolun başlangıcıdır. Ayrıca bu kez, sivil ve demokratik bir Abdulkerim Kâsım’ın ortaya çıkması da gerekiyor olabilir.