Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Yesrib'i Medine'ye dönüştüren değerler (2)

Bir önceki yazımızda medeniyeti oluşturan temel değerlerden “iman etmek” ve “başkalarını sevmek” hususlarına değinmiştik. Bu yazımızda ise öncelikle bir anlamda “maddeye karşı zafer kazanmak” anlamına gelebilecek “başkalarına verilenlerden rahatsız olmamak” hususunu ele alarak başlayalım.
Maddi işleri aşabilmek/başkalarına verilenlerden rahatsız olmamak
Mala önem vermemek ancak malın yerine daha kıymetli olan bir şeyi koymakla mümkün olabilir. Bunu sağlayacak güç ise imandır. Eğer güçlü bir imanınız varsa dünyevi işler sizin gözünüzde bir değer ifade etmez. Zira hem vahiy hem de Hz. Peygamber mü’minleri böyle olmaya teşvik etmiştir. Bunun birçok örneğini Kur’an’ı Kerim’de görebilmek mümkündür:
“Sevdiğiniz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcamadıkça, asla birre/erdeme/iyiliğe ulaşamazsınız…” [1]
“Mala mülke karşı yüreklerinde sevgi duydukları hâlde, sırf Allah rızası için yoksulu, yetimi ve esiri doyururlar. Biz sizi yalnızca Allah rızası için doyuruyoruz; sizden herhangi bir karşılık, bir teşekkür beklemiyoruz.” [2]
İnsan, başkalarına infak ederken kendisine layık gördüğünden verecek. Kendisine verildiğinde ancak gözünü yumarak alabileceği şeyleri vermemelidir.[3] Verdiklerini başa kakmayacak ve incitmeyecek.[4] Yardım edilenden herhangi bir karşılık beklemeden sırf Allah rızası için verecek. Zira kişiye verilenlerde mahrumların ve muhtaçların hakkı vardır.[5] Bunlar İslam medeniyetinin mala bakışını inşa eden temel değerlerdir. Bunları hayatlarında gerçekleştirebilenler, yüreklerindeki mal sevgisini aşabilen yiğitlerdir. Bütün bunları yaptıracak güç imandır.
İslam medeniyetinin kurucu öğesi olan vahiy, mala bakışı bunlarla sınırlı tutmaz ve bir adım daha ileriye taşıyarak “İsar”ı öğretir.
İsâr, başkalarını kendi nefisine tercih edebilmektir
İsâr; bir kimsenin kendisi ihtiyaç içerisinde bulunsa bile sahip olduğu imkanları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunmasıdır. Başka bir ifade ile başkalarının hak ve menfaatlerini, kendi hak ve menfaatlerinden önde tutmaktır.
İbnü’l A’râbî (ö.230/845) isârı şöyle tarif eder: İsâr, insanın ahiret mutluluğunu elde etmek amacıyla başkalarını dünya mutluluk ve hazlarında kendine tercih etmesidir. Yani insanın bireysel çıkarlarından vazgeçerek, etrafındaki insanlara karşı duyarlı olması, diğer insanları kendine dünya veya ahiret menfaatlerinde tercih etmesi, tercih ederken de sadece Allah rızasını gözetmesidir. Bu tutum kuvvetli iman, sağlam sevgi ve meşakkatlere karşı sabırlı olmaktan ileri gelir.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız birçok değer ancak “nefsin cimriliğinden korunmak”la mümkün olur. “Nefsin cimriliğinden korunmak” olarak ifade ettiğimiz “şuhh” kavramı önemlidir.
“Şuhh”; hırs, kıskançlık, cimrilik, kardeşinin malını zulüm yoluyla yemek gibi anlamlara gelmekle birlikte bazı âlimlere göre cimrilik ve kıskançlıkta en son nokta olarak ifade edilir.
Şuhhtan/Nefsin cimriliğinden korunmak her kişinin başarabileceği bir erdem değildir. Çünkü nefis bencildir ve kendi menfaatini gözetir. Ancak eğitilir, bir takım merhalelerden geçerse fedakâr ve diğerkâm olur. Kendi nefislerini eğitip cimrilik ve kıskançlıktan koruyabilenler yukarıda sayılan bütün güzel erdemlere sahip olabilir ve kurtuluşa erebilirler.
Nefsimizi Şuhhundan/kıskançlık ve cimriliğinden kurtarıp başkalarını sevmeye, diğerlerinin sahip olduklarını kıskanmamaya, onlara verilenlerden rahatsız olmamaya, başkalarını kendi nefisimize tercih etmeye ve Allah’ın vadi gereği kurtuluşa erebilmek için şu şekilde dua etmeye var mısınız?
“Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” 
Amin.
[1] Al-i İmran 3/92
[2] İnsan 76/8-9.
[3] Bakara 2/264
[4] Bakara 2/267
[5] Mearic 70/24-25.
YESRİB'İ MEDİNE'YE DÖNÜŞTÜREN DEĞERLER (1)