Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Basra yıkımı sonrasında ahlar yükseliyor

Saad Hariri sonunda, 2019 yılı Noeli arifesinde General Avn’ın cumhurbaşkanlığı görevini üstlendiği 2016 yılındaki yakın ortağı Cibran Basil’e karşı isyan bayrağını çekti. 8 Mart bloğu, Temsilciler Meclisi’nde garip bir seçim yasasıyla çoğunluğu elde etti. Lübnan Devleti ve Hizbullah devletçiği arasında sınırlar kaldırıldı. Yolsuzluk, kölelik, yoksulluk ve sefalet ülkenin dört bir yanına yayıldı. Devlet kuruluşları, yolsuz ve cahillerin seferberliğiyle yok edildi. Politikalar, Lübnan’ı finansal ve ekonomik açıdan iflasın ve yıkımın eşiğine itti. Arap camiası ve uluslararası toplumun dış politikaları konusunda ise herhangi bir ses gelmedi. Zira bu ülkenin Suriye, İran rejimleri ve büyük direniş ekseni dışında başka bir tarafla herhangi bir ilişkisi yok!
Üç yıl boyunca uzun uzadıya devam uygulamalar, gizliden yürütülmedi. Lübnan halkı, Arap camiası ve uluslararası toplum da bu ilişkilerden haberdardı. Bunlar herkesin gözleri önünde gerçekleşti. Yurt içinden ve dışından uzmanların, politikacıların ve vatandaşların kınamaları, uyarıları, boykotları ve öfkeleri ortasında cereyan etti. Tüm bu durum ise söz konusu kargaşanın iki ana tarafıyla ilgiliydi: Cibran Basil ve Saad Hariri
Aynı şekilde ülkede Şii ikilisi de Basil-Hariri ittifakının ardına saklanarak büyüyor ve çoğalıyordu. Hariri'nin Basil ile Maruni evliliğine gelince, ülkeyi ve insanları etkileyen bu çatlağın sorumlusu o değil!
Başbakan Hariri’nin sorumluluğu nerede ortaya çıkıyor? Ben kendisinden bu metinde açık bir amaç uğruna başbakan olarak söz ediyorum. Kendisi anayasa uyarınca, Taif sisteminde yürütme ve uygulama yetkisine sahip bir başbakandır. Süreçteki güçlü taraflarla ortaklık ve koalisyon göz önüne alındığında, tüm alanlarda yeni politikalar getiremeyecek kadar zayıflamasaydı kasıtlı ve skandal şekillerle bozulmuş olan her şeyi, imzası olsun ya da olmasın önleyebilirdi. Bunun, her durakta, görüşmede ve prosedürde yüzlerce defa kendisine belirtildiğini ve önerildiğini biliyorum. Her zaman koalisyonun kırılmamasını, Cumhurbaşkanı Avn ile herhangi bir yanlış anlaşılmanın yaşanmamasını ve ülkeyi yönetirken bir krizin patlak vermemesini istediğini söyledi. İki yıl önce, kendisiyle halen iletişimdeyken bana 2009 yılında başbakanlığı kendisinin yönetmediğini, o gün seçimlerde koalisyonu kazandığını ve bunu yapmak zorunda olduğunu söylemişti. Cumhurbaşkanı Avn konusunda ise görev döneminde, ülke ve halk tarihinde açılacak yeni sayfaya dahil olmayı planladı ve bunu da başardı.
Bu oldukça kara bir sayfaydı. Halen öyle olmaya devam ediyor. Başbakan Hariri bu sıfat ve yetkilerle üç anlamda sorumluluk taşıyor; (Cumhurbaşkanı Avn’ın şekil ve içerik olarak gönül olarak vazgeçtiği) Bakanlar Kurulu başkanlığında olmak dışında herhangi bir şart ve düzenleme olmadan herkesten uzak şekilde hareket etti. İkinci olarak; pozisyonu dolayısıyla kendisine verilen yetkileri nedeniyle çözüm yönetimini ciddi şekilde suiistimal edildi. Üçüncü olarak ise devam eden süreçlere sık sık yakından ve doğrudan katılım gösterdi. Bu yüzden tüm değerlendirmelerde daima şu dört başlığa dikkat çektim: İhmal, yanlış karar, yanlış yönetim ve işbirlikçilik.”
Bu dönemin adamları ve faaliyetleri, iki aleni ve üçüncüsü gizli açıklamalarla iktidara geldi. İlk söylem, Sünniler, Taif Anlaşması ve anayasanın Hristiyanların haklarına saldırdığı, bu hakların restore edilmesi ve anayasanın değiştirilmesiydi. İkinci söylem, Özgür Yurtsever Hareket ve liderinin Hristiyanlar arasında en güçlü sınıf olduğu ve bu nedenle de yetki ve haklarını geri kazanmak için cumhurbaşkanlığını üstlenme hakkına sahip olmasıydı. Hızla belirginleşen üçüncü örtülü söylem ise maddi ve sembolik mülkiyet ve en küçüğünden en büyüğüne keskin bir hırs eğilimiydi.
Son halk ayaklanması, doyumsuz hırs güdülerinden uzaktı. Anayasa konusunda ise Bakan Selim Cerisati, onları suiistimal ve ihlaller devam ettiği sürece anayasada değişiklik yapılmasına gerek olmadığına ikna etti. Hariri karşı çıkmadı. Ancak Hizbullah, anayasayı değiştirmeye gerek kalmadan zorla bir devlet haline dönüştü!
Basra’ya, Granada’ya, Beyrut’a, Bağdat’a, Batı Trablus’a, Halep’e, Musul’a ve diğerlerine yönelik hiçbir ah fayda etmez. Sadece 10 yıl içerisinde ümmetimizde kaç şehir ve kaç sivil kaybettiğimizi düşünün! Şu an ise endişelerimiz Beyrut ve Lübnan hakkında. Ve şu iki şeyi yapmak zorundayız:
İlk olarak, dönemi, türettiklerini, yolsuzluğunu ve musibetlerini sonlandırmak için ciddi şekilde politik, kültürel, sosyal ve toplumsal çalışmalar sarf edilmelidir. 1943 yılından bu yana bu tür bir finansal ve ekonomik çöküşe tanık olmadık. Kamu borcunun üçte birini elektrik meselesi oluşturuyor. Basil ve ortakları bu korkunç meseleyi idare etmeye çalışıyor. İş çevirme hükümeti kapsamında Bakan Basil, yakıt satın almak için yeni bir ortak buldu. Mısırlılar “Falanca ne korkuyor ne de utanıyor”diyor. Yani yüzü kızarmıyor demek istiyor. Şu da söylenecek: Sonlandırma çabası, daha fazla çöküş anlamına geliyor.
Ben ise diyorum ki çöküş yaşandı. Eğer bu yönetim devlette kalmaya devam ederse bu çöküş devam edecek. Ona karşı halk hareketi patlak verdi. Halk, köklü bir değişime ulaşana kadar sokaklarda kalmalı. Mevcut dönemde kısmi bir reform yapılamayacağı kanıtlanmış oldu. Çünkü ülkenin tüm eklemlerine yolsuzluk yuvalanmış durumda. Halk hareketi ve intifada birer çözüm ve araçtır. Reformu ve çıkmazdan kurtulmayı hedeflemektedir.
İkinci durum ise ne yazık ki Sünnilerle ilgili. Bu durumdan onlar sorumlu. Bunu yapmak zorundalar. Yeni hükümeti kurmak için en az iki aylık bir süre bekledikten sonra parlamento tarafından görevlendirilen bu adamı temizlemek zorundalar. Sünni politikacılar “Hasan Diyab’ın karakterini kastetmiyoruz, aksine yolu kastediyoruz” demeyi adet edindi. Ben ise karakter ve yolu birlikte zikretmek istiyorum. Bu adam, hükümete bakanlık etmek için uygun değil. 2011 yılında üstlendiği bakanlıkta ne olduğuna bakın. Milli Eğitim Bakanlığı yönetimi dönemlerine bakın. Lübnan Üniversitesi’de profesör olarak görev yapıyorum. Lübnan Üniversitesi’nde Taif’ten bu yana Eğitim Bakanlığı için en kötü iki bakanın Hasan Diyab ve İlyas Busaab olduğunu gördük. Diyab bu pozisyon için yeterli değildi. Busaab ise hem asabi hem de partizandı.
Sünniler, tüm barışçıl yollarla (en azından sokaklarda kalarak) bu adamın hak etmediği ve uygun olmadığı bu pozisyonu üstlenmesini engellemelidir. Şii ikili gölgesinde, yaklaşık 20 yıldır Avncılar tüzükten ve toplumdaki en güçlülerden bahsediyor. Anayasal olmayan bu iki durumu başardılar. Şu an ise Müslümanlar ve Lübnanlılar, bu iki sıfata ve bu pozisyondaki bir siyasi isim için gerekli diğer özelliklere sahip olmayan bu adamla rahatsız ediliyorlar. Diyab, Amerikan Üniversitesi’ndeki Hizbullah yandaşlarının, onun yeteneklerini keşfetmesiyle gündeme geldi. Bu yandaşlar da topu Saad Hariri’nin ve ABD’nin oyun sahasına attıklarını düşünüyorlardı.
Basra, gençlerinin uyanışı vesilesiyle ne bugün ne de yarın yıkılacak. Aynı şekilde Beyrut da yok edilmeyecek. Aksine silahlı militanların ve Basil’in milislerinin Lübnanlıların yaşamları ve kaderleri üzerindeki kontrollerinden kurtulmamız gerekiyor!