Bülent Şahin Erdeğer
TT

Şahrur'un ardından: Kur'an kelimelerinin anlam evreni

Geçtiğimiz hafta vefat eden Suriyeli mühendis Dr. Muhammed Şahrur'un 25 yıllık bir çabanın meyvesi olarak ortaya koyduğu "el-Kitab ve'l-Kur'an: Kıraatu Muasıra” (Kitab ve Kur'ân: Çağdaş Okuma) isimli kitabı özellikle Arap dünyasındaki dini çevrelerde tartışma konusu olmuştu.
Kur'an metninin dil merkezli tefsirini kendine yöntem olarak seçen Şahrur'un çalışmasının Kur'an'daki kelimelerin çözümlemelerinden yola çıkarak ulaştığı yorumların genel bir tablosu niteliğindedir. Lügavi Kur'an okumalarının okuyucuya verdiği en güzel işaret ise Kur'an bütünlüğünde Kur'an'ın kendi kendini açıklama özelliğinin örneklerini sunması vahyi mesajı anlama yolunda önemli açılımlar sağlıyor.
Şahrur, araştırma usulünü orta dönem lügat otoritelerinden Ebu Ali el-Farisi'nin temellerini attığı "Lügavi yöntem"i izlemekte ve el-Farisi'nin "lügavi araştırmalarda eş-anlamlı olduğu sanılan lafızlar farklıdırlar” prensibine dayandırmakta.
Kur'an'ın bizzat kendisinin belirttiği "Kur'an'ın müfessirligi" ilkesinin2 rehberliğinde ortaya konan çalışma belirli açılımlar sağlarken bazı zaafları da içinde taşımakta.
Bu elbette Şahrur’un her çıkarımının doğru olduğu anlamına gelmiyor.
Neden?
Çünkü Kur'an'ın tek bir yöntemle ve o yöntemin kalıplarıyla sınırlandırılarak anlamlandırılamayacağını gözardı etmemek gerekiyor. O yüzden tarihselcilik, tarihüstücülük/evrenselcilik, gelenekselcilik, içtimai tefsir gibi kalıplar yanıltıcı da olabiliyor.
Şahrur’un yumuşak karnı
Şahrur eserlerinde, geleneksel rivayetçi tefsir anlayışının zihni gelişim ve atılım yerine taklit ve tekrardan ibaret olduğu eleştirisini getirdikten sonra bu sebepten dolayı İslam dünyasının akli bir donukluk ve geri kalmışlık içinde olduğunu belirtmekte. Ancak Şehrur'un bu donukluğa alternatif olarak gösterdiği ve bizce bir tepkiselliğin sonucu olarak modern paradigma'ya ve "bilimcilik" ideolojisine yer yer teslimiyeti de beraberinde getiren "Bilimsel tefsir" çabaları başka bir zaafı beraberinde taşımaktadır.
Kur'an'a üretilmiş ve zanni bilgilerle yapılacak her türlü (geleneksel ya da modern) zorlama yorum ile mutlak hükümleri bağlamından farklı değerlendirmek ahlaki değildir. Kur'an'da siyak-sibak, bütünsellik, ilk muhatapların algısı ve nüzul ortamı gibi olmazsa olmaz etkenleri de gözardı ederek modern batıniliğe kapı aralamamak gerekir. Ayrıca Şahrur'un  huruf-u mukataa hakkında yaptığı yorumlar bu bilimci yaklaşımdan etkilendiğini göstermektedir.
Çözümlemelere örnekler
Kelime çözümlemelerinde Şahrur, "el-Kitab" ve "el-Kur'an" kelimelerinin birbirinden farklı olduğunu vurgulamakta, "Risalet" ve "Nübüvvet" kelimelerinin de farkına işaret etmekte, "had" kelimesini de kategorilere ayırarak bir anlam tablosu çıkartmaktadır. Yazar "kitab" kelimesinin özel olarak kullanılmadığı yerlerde konu pasajları anlamında kullanıldığını (örneğin muhkem kitabı, hadler kitabı vb.); "el-Kitab" olarak özel kullanıldığı yerlerde de bu konular bütününü ifade ettiğini belirtmektedir. "Zikr" kavramının da Kur'an'ın sesli ifade formu olduğu vurgulanmakta ve "zikr" Kur'an'ın Arapça lisanıyla telaffuz edilen beşeri dil formuna dönüştürülmesi"  olarak tanımlanmaktadır. Kur'an-zikr-ibadet-ilim kelimeleri arasında Kur'an bütünlüğünde yaptığı bağıntı ibadet dilinin mutlak surette "Arapça" olması sonucunu çıkartmaktadır.
Yazar "furkan" kelimesini de Kur'an bütünlüğünde analiz ederek furkanın dosdoğru yolun bel kemiği ve toplumsal takva motifi olduğunu söylemektedir. 
Yazar "beyyinat" kelimesini incelerken "beyyinat"ın objektif hakikatle mutabakat olduğunu gözle görülen ve akılla mutabık olduğunu belirtmekte. Kur'an'ın bu yönünün ihmal edilmesi dolayısıyla tasavvufi felsefenin Kur'an'ın yorum sahasına girmesine sebep olduğunu ve bunun da İslam akidesini olumsuz yönde etkilediğini vurgulamaktadır.
"Ruh" kelimesin de Kur'an bütünlüğünde "vahiy" olduğu çıkarımına ulaşan Şahrur, bu kavramın anlam kaymasına uğradığını belirtmiştir.
Yazar, muhkem ifadelerle müteşabih ifadelerin birbirlerinin içerisine bir kilit sistemi gibi geçirildiğini ifade etmektedir.
"Tenzil" ve "inzal" kelimelerinin de nitelik farkına dikkat çeken Şahrur, "tenzil"in bir şeyin nicelik olarak peyderpey gelmesi olduğunu; ancak inzalin ise bir şeyin nitelik olarak açığa çıkması, gayb alanından şehadet alanına zuhur etmesi olduğunu belirtmekte ve Kur'an'ın önce inzal sonra tenzil olduğunu, söylemektedir.
Kur’an ve evrim
Şahrur, Kur'an'ın düşünce sisteminin diyalektik üzerine inşaa edildiğini iddia etmekte ve bu diyalektiğin çeşitlerini ortaya koymaktadır. Yazar Kur'an'daki yaratma yasalarını incelerken evrimsel yaratılışa dikkat çekmekte ve son dönemin yaygın evrim karşıtı misyoner söyleminin aksine çıkarımlarda bulunmaktadır. Bu çıkarımlar mutlak olmamakla beraber önemli bir özgünlük örneğidir. Şahrur, evrrimin Allah’ın yasa olarak belirlediği yaratılış tarsi olduğunu belirtir.
Kur’an yaratılmış mıdır?
Şahrur, tarih içinde önemli bir sorun haline getirilmiş olan “Kur'an'ın mahluk olması problemini” gramatik bir çözümlemeyle irdelemekte ve şu sonuca ulaşmaktadır: "Biz onu akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur'an yaptık," (Zuhruf 43/3) ayetindeki Arapça metninde "ca'l" lafzı bir halden bir hale geçişteki değişimi ifade eder ve anlamı, önceden Arapça'dan başka bir formdaydı, sonradan Arapça haline getirildi demektir. "Biz onu sana, aklınızı çalıştırasınız diye, Arapça bir Kur'an olarak inzal ettik." (Yusuf 12/2) ayetiyle beraber okuduğumuzda ve "inzal" kelimesinin anlamını göz önünde bulundurduğumuzda insanın idraki için Kur-an'da hem "inzal" hem de "ca'l" birlikte gerçekleşmiştir. Şahrur, mahluk problemi üzerine şu tespitleri de yapmaktadır: Allah kelamının, ezeli olduğunu söylemek kabul edilemez, çünkü varlık, Allah kelamının ta kendisidir. Varlığın mahluk olduğu ve kadim olmadığı açıktır. Şayet Allah kelamı ezeli olsaydı o zaman haşa kainatla Allah bir olurdu, Mesih de haşa Allah'ın oğlu olurdu, çünkü o da Allah'tan bir kelimeydi. Nitekim hatırlanacağı üzere Allah kelamı, Allah'ın ayetleri ve kıssalar, Kur'an; ümmü'l kitab ise Allah'ın kitabıdır. Araştırmacı, insanın bilgi unsurlarını Kur'an bütünlüğünde kategorize etmekte "hak-batıl" "gayb-şehadet" "kulak-göz-fuad", "kalb" ,"akıl-fikir" anahtar kelimelerini birbirleriyle olan bağlarıyla birlikte incelemektedir. Yazar, Kur'an'ın bilgi nazariyesi bölümünde de "vahy" kelimesini incelemekte ve "nefr" kelimesini açıklamaktadır. Şehrur, nefsi tanımlarken onu ruhtan ayırır. Ruh fizyolojik, organik hayatın sırrı değil insan olmanın sırrıdır (bilinç). Nefs ise canlı fizyolojik varlıktır. Dolayısıyla nefs; ruh (bilinç) ile şekillenen kişilik olarak da tanımlanabilir.
Kader konusunda da lügavi bir okumaya girişen yazar, eşyanın Allah tarafından belirlenmiş yasaları, ölçüleri olarak tanımlanabilecek "kader"in insanı ilgilendiren yönünde insanın kaderinin seçme özgürlüğü olduğunu "De ki, 'Bu gerçek senin Rabbindendir.’ Dileyen inansın, dileyen inkar etsin." (Kehf 18/29) ayetiyle beraber savunur. Ve bu konuda tarihte "Tevhid ve Adalet ekolü"nün aldığı tavra hak verir.
Şahrur, "haniflik" kavramını da sürekli değişim halinde olma, tevhid merkezinde zihni dirilik olarak tanımlamakta ve bu değişimin doğasında tevhidi görmektedir. Bu tanımının kişileşmiş hali olarak da en büyük Hanif İbrahim(a)'i göstermektedir. Yazar "hadleri de en alt had (ör; Nisa 4/22), en üst had (Ör: En'am 6/145) en alt ve en üst hadlerin birlikteliği (ör: Nisa 4/11), bir nokta üzerinde birleşen en alt ve en üst had, müstakim çizgi (Ör: 24/2), müstakim çizgiye yaklaşan ama dokunmayan en üst had (ör: İsra 1 7/32, En'am 6/151) olarak kategorize eder. Allah'ın sınırları olan hadlerin bu kategoriler göz önünde tutularak tefsir edilebileceğini belirtir.
Kur’an ve Sünnet ilişkisi: Resul’e itaat
Araştırmacı, sünnet ve Resul'e itaat hususunda da Kur'an'da bulunan Resul'e itaat ayetlerini tasnif eder. Bu tasniflemeyi birleşik ve ayrı olarak iki şekilde yapmaktadır. Allah ve Resulü'ne birleşik itaat noktasında Al-i İmran 132. ayetten yola çıkarak bu itaatin hadler, ibadetler ve ahlak yani sırat-ı müstakim alanında gerekli olduğunu söylemektedir. Bu itaat şüphesiz Muhammed(a)'in Kur'an'ı uygulama biçimidir. Muhammed(a)'in peygamberlik yetkisiyle bu alanlardaki düzenlemelerine itaat edilmesi gerekliliğini belirttikten sonra yazar, ayrık itaat için Nisa 59. ayeti örnek gösterir. Bu tür itaat içerisine Resulullah'ın bir devlet başkanı bir kadı ve askeri kumandan olarak aldığı kararlar girmektedir. Şahrur'a göre hadislerin ve uygulamalı sünnetlerin harfi olarak değil de içerik olarak anlaşılması önemli bir husustur. Sakal ve giysi, yemek adabı ya da hilalin gözlenmesi gibi konularda peygamberin yaşadığı dönemi tıpatıp taklit etmek yerine peygamberin zihinsel perspektifiyle yeni açılımlar sağlanmalıdır. Yine Şahrur'a göre, sünnetin Nebi (a)'nin içinde yaşadığı objektif şartlara uygun olarak Kitab'la ilişkiye girmesi yöntemi şeklinde bilinmesi gerekmekteydi.
Allah tektir, varlık diyalektiktir
Şahrur, kitabında sonuç olarak hayata "Allah'ın tekliği ve varlığın ikiliği (diyalektiği)" ilişkisiyle bakılması gerekliliğine dikkat çekmektedir. Yazar takvanın üç boyutunun olduğunu söylemekte ve bunları ferdi takva, içtimai-ahlaki takva, teşrii takva olarak isimlendirmektedir. Hanifliğin yani kendi deyimiyle değişken, hayatı dönüştüren vahiy merkezli yaşam tarzının sünnet bilincini de oluşturduğunu belirten araştırmacı, bu bilinçle İslam'a yaklaşıldığında Avrupa'dan alınan ithal fikirlere ve laiklik tezine ihtiyaç bile kalmayacağını vurgulamaktadır. Çünkü İslam dünyasına giren bu dış etkenlerin sebebi dinin geleneksel yorumunun hayata cevap veremez hale gelmesinde yatmaktadır. Bu dini donukluğun sebebini Şahrur, tarih içerisinde tevhid ve adalet ekolünün silinmesine ve eserlerinin birçoğunun yok edilmesine bağlamaktadır.
Genel itibariyle bakıldığında Şahrur'un yaklaşımları, samimi bir anlama çabasını yansıtsa da bir takım zaafiyetleri bünyesinde bulundurmaktadır. Bilimciliğe karşı net olmayan tavrını göz önünde bulundurmak koşuluyla Kur'an'ı anlama yolunda atılmış önemli çalışmalardan biri niteliğinde bulunmakta.
Zaman içerisinde Kur'an'ı farklı boyutlarda ele alan yaklaşımların hepsi ister edebi, ister lügavi, ister konulu, isterse de nüzul merkezli olsun Kur'an'ın iç bütünlüğü ve vahyin hakemliğinde değer arz etmektedirler. Hiçbir metodun ya da üretilmiş insani yaklaşımın temel alınmayacağını unutmadan, her türlü metod ile vahyi anlam hakkında araştırma yapılmasının gerekliliği ortadadır. Kur'an mesajını sadece mealler yoluyla değil bizzat orijinal metindeki dilin incelikleri yoluyla da anlama girişimi ilk Kur'an neslinin anlam dünyasının kapılarını aralamamıza yardımcı olmaktadır. Kur'an'ın Arapça oluşu ve kelimelerinin arka planı başka bir zaman dilimi ve kültürde yaşayan bizlerin son vahyi kendi dünyamızda anlamlandırmamız ve yaşamamız için önem arzetmektedir.
Rabbimizin bizzat Kur'an'ın üzerinde akletmemizi bizlere farz kılması ve tüm ümmetin Kur'an'dan kıyamet günü sorulacağı gerçeği bizleri Kur'an üzerinde her geçen gün daha da çok araştırmaya sevk etmelidir. Kur'an araştırmaları Müslümanları sosyal ve siyasal açıdan ümmet şuuruna yöneltecek ve ortak Kur'ani kavramlarla dış etkilerle uğranan anlam sapmaları giderilecektir. Kur'an'ın furkan (hakkı batıldan ayıran) sıfatı, her an batıla açık olan kültürün vahyi temellerle tashih edilmesini sağlayacaktır. Bu sebeple Dr. Şahrur'un yaptığı gibi çalışmaların çoğalması zihni zindeliğin sağlanması açısından önemli bir adımdır.
Şahrur'un eserleri Türkçe'ye çevrilmemiştir. Türkiyeli okuyucu için verimli açılımlar sağlayacağına inandığım Şahrur külliyatının bir gün dilimize aktarılmasını umut ederek müellife Allah'tan rahmet dilerim...