Abdulaziz Tantik
TT

Özün özüne doğru

İnsan, kendi hayatının karmaşasına bakarak üzerinde düşünmek ve tefekküre konu edinerek varlık kazanabilir. Varlık kazanmak, bizzat seni sen kılacak olan şeyin varlığını derununda hissetmek ve ona uygun bir yaşamı içselleştirerek anlamlı hale dönüştürecek bir duyarlılığı inşa etmeye dayalıdır. Bu arada özünü oluşturan şeyin neliği meselesi, en çok insanı meşgul etmesi gereken temel sorunlardandır. Bu temel sorunu anlamak ve anlamlandırmak için ise hayatımızdaki fazlalıkları atarak farkındalık oluşturabiliriz.
Özümüz, varlığımızı inşa eden her adımda ve her şeyimizde bulunan ve kendi varlığını deruhte eden olmalıdır. Çünkü insan varlığını özü üzere devam ettirebilir. İnsanın etrafını kuşatan ve kendisini, kendisi olarak var kılan şartların hepsinin içinde bir özün varlığı kaçınılmaz. Yani insan kendi bütünlüğünü doğru bir şekilde tanımlamak ve idrak etme zorunluluğunu hissetmelidir. Bu bütünlüğü sağlayan şey ise her parçada bulunan ve bütünlüğü sağlayan özün kendisi olmalıdır. Çünkü başka türlü parçaları bir araya getirip bir bütün oluşturmak mümkün görünmüyor. Parçaların toplamından fazla olan bütünlük vurgusu bunu zorunlu kılıyor.
İnsanı mikro kâinat olarak kabul eden görüşe göre, kâinatı mikro ölçeğinde insan taşımaktadır. Kâinatın makro insan olduğu görüşü de insanın makro planda varlığını izhar ettiği söylenebilir. İnsan ve kâinat, yani varlık ve insan birbirinin mütemmim cüzü gibi görünüyor. Bir ve aynı özelliğe sahip oldukları ifade edilebilir.
Soru: Bir ve aynı olan bu iki varlık katmanını bütün kılan öz nedir?
 İnsan, insan olarak, kâinat, kâinat olarak varlık sahasına çıkışları ve birbirlerini tamamlamalarına rağmen iki farklı kategori olmaları da izah gerektirmez. Ancak, bir bütünlüğün parçaları oldukları da açık… Mesele de bu bütünlüğün kavranmasıdır. Öz, bu bütünlüğü sağlayan şeyin kendisi olarak öne çıkartılabilir.
Öz, azlığı işaret etmez. Yeterliliği ifade için kullanılır. Öz, aynı zamanda çoğalan bir özelliğe de sahip olmalıdır. Yani parçaların hem içini hem dışını sarıp sarmalayan ve onları birbirine bağlayarak parçalardan bağımsız bir bütünlük oluşturması bu bakışı zorunlu kılıyor. Hem varlığın içkinliğini hem varlığın aşkınlığını belirleyen bu öz, aynı zamanda meydana gelen bütün varlıkların anlam ve istikametini de belirlediğini söylemek insanın kendi gerçekliğinin farkına varması bağlamında önemli bir zemine sahip olacaktır.
Ben kendi özüme yönelik bir yolculuğa başladığımda ne yapmam gerekli ki özüme doğru bir eylemliliği gerçekleştireyim?
Öncelikle iç ve dış olayını doğru anlamlandırmak esasa taalluk eder. İç dünyamız, kendi derinliği içinde birden fazla şeyin vücut bulacağı bir zemini işaret eder. Aynı zamanda algımızın ihata edemeyeceği bir derinliğe sahip olduğu da tartışılmaz! İnsan kendi içinde kaybolabilir. Bunu deneyimleme imkânı vardır. İnsan, içinin sonsuzluğunu kavradığı zaman kendi derinliğinin özünden beslendiğini fark eder hale gelebilir. Psikolojideki bilinçaltı, bilinç üstü ve bilinç dışı faktörlerin hepsi insanın tekâmül yolculuğunda kendisini besleyen unsurlara haiz olduğu gibi insanı tüketen bir yapıya da gönderme olarak kabul edilmelidir. Tıpkı dışsal zeminde olup biten her şeyin insanı etkileşime davet olduğu gibi iç dünyamızda meydana gelen her şeyde de bir etkileşim olduğu gerçeğini hesaba kattığımızda özün gücünü ve etkisi ile etkileşiminin gücünü belirgin kılmış oluruz.
Bir batılı mistiğin söylediği gibi: ‘Tanrıyı içinde ara’. Bu sözün taşıdığı anlamı derinlemesine kavradığımız zaman içimizdeki sonsuzluğun neye tekabül ettiğini anlamlandırma imkânını elde ederiz.
Enfüsümüz böyle afakımız öyle değil mi? İnsanın dışında kalan dış dünya aklın ve havsalanın alamadığı bir derinliği ve sonsuzluğu taşıyor. Bugüne kadar elde edilen bilgiler eşliğinde Karanlık madde ve karanlık enerjinin evrendeki tahmini dağılımı, grafiğe göre evrenin yüzde 74'ünü karanlık enerji, yüzde 22'sini karanlık madde, yüzde 3,6'sı ise bildiğimiz anlamda atomlardan oluşan ve galaksiler arasında bulunan gazlar, yüzde 0,4'ünü ise yine bildiğimiz anlamda atomlarda oluşan yıldızlar, gezegenler vb. oluşturmaktadır.
Yani hala büyük bir çoğunluğun neye tekabül ettiğini bilmiyoruz ve yaşantımıza nasıl bir etki edeceği konusunda da bir bilgi sahibi değiliz. Bu özün durumunu daha da önemli kılmaktadır.  Kâinat, sonsuz bileşkenler üzerinden varlık kazanıyor. ‘Her dem yeniden doğarız’ mısrasının dikkate sunduğu temel gerçeklik; özün sürekli anbean kendini yenilediği ve varlığın her zerresinin sürekli yeniden yaratıldığıdır…
Kâinatın özünün ne olduğu sorusu sürekli bir tartışmayı içinde taşıyor. İnsanlık kendi tecrübesi içinde bu konuda farklı yorumlara ulaşabiliyor. Ancak bu yorumların karakterini belirleyen o insanların hem diğer insanlarla ilişkiyi ve hem de kâinat; yani doğa ile ilişkinin niteliğidir. Yani yorum öznellik kazandığında ayartıcı bir özellik taşıyor. Bu ayartıcı durum yorumun sağlıklı oluşunu engelleyen bir pozisyonu içinde taşıyor. Öze dair anlama çabası bu ayartıcı durumu gerileten ve etkisizleştiren bir hamleyi mümkün kılıyor. Bu yüzden hem kendi üzerimizde hem de doğanın kendisi üzerinde derin bir tefekkür özü kavramaya yakın kılma açısından önemli…
İnsanın yapıp ettiklerinin çeşitliliği ve değişkenliği ile doğada olup bitenlerin çeşitliliği ve değişkenliği iç içe anlamaya ve sorgulamaya tabi kılındığında bunun kendiliğinden olamayacağı gerçeğine ulaştırır. Çünkü insan çoğu zaman ne yaptığının bilincinde olmadan yaşamını sürdürüyor. Kendisinin dışında kendisine yön veren ve varlığını anlamlandıran o kadar çok şey var ki insan düşündükçe aklı havsalası almıyor. Bu da insanın kendi dışında kendisini ve özünü var kılan bir gücün varlığını kesinliyor. Bu kâinat içinde geçerli…
Kâinatta olup biten her şeyin dakik, ince ve estetik özelliği, özünü belirginleştiren bir iradenin varlığını işaretliyor. Yani insan ve doğada mevcut olup biten her şeyin kendiliğinden olmadığı ve bunun bir güç tarafından yapıldığı bu gücün kudretinin sonsuzluğunu işaret ettiği gibi uyum, estetik, derinlik ve sığlığın orantısının dengesi, irade sahibi bir gücün varlığını açık kılar.
Öz, bu gücün kendisinden oluştuğunu betimler. Çünkü bu öz sayesinde hem insan hem de doğa varlığını sürdürülebilir halde konumlandırabiliyor. Bu da ‘güç’ olmadan varlığın anlamının ve istikametinin belirginlik kazanamayacağı gerçeğidir. İşte bu temel gerçeklik, bize özün bütün ve parça oluşumundaki etkinliği ile sürekli değişimin mümkünlüğünü sağladığını gösterir.
Öz nedir? Tanrısal güç… Çünkü Tanrı, özün özüdür… İnsan, bu özün tecellisinin mazhariyetine haiz olan varlıktır. Anlam ve yorumlama kabiliyeti bu özün tecellisi oluşu üzeredir. Kâinatın insana musahhar kılınışının tezahürü de bu özün kâinattaki öz ile olan asliliği taşımasıdır. Bu yüzden insan, doğaya tahakküm kurmada zorluk çekmemektedir. Teknolojik gelişmeleri bu çerçeve içinden yeniden yorumlamak mümkün olur.
Bu öze nasıl ulaşabiliriz? Fazlalıkları atarak… İnsan özü dışında kalan her ne var ise onu atmaya başlayarak kendi özüne doğru bir yolculuk başlatabilir. Kadim kültürde buna ‘seyrüsefer’ denilmektedir. İnsan, bu yolculuğa çıktığında sahip olduğu fazlalıkları atarak başlıyor. Önce kendisine ağırlık yapan günahlardan başlıyor, terk etmeye…
Sonra, kendisine günah işlemeye meyyal kılan düşünce, tavır ve olguları terk etmeye başlıyor. Yani yeme, içme ve uyku ile konuşmadan feragat etmeye başlıyor. Bu arada sürekli hatırlama faaliyetlerini besleyecek zikir ve tefekkür eyleminde bulunarak sır/özü ile ilk buluştuğu anı idrak etmeye çalışıyor.
Bu arada kendisi için ağırlık oluşturacak her şeyden uzaklaşarak hafifleşiyor. Yani saydamlaşıyor, şeffaflaşıyor. Bu şeffaflık ona sirayet etme imkânı sağlıyor. Böylece ağırlıklarından kurtuldukça hatırlamayı güçlendiriyor ve özün kendisine doğru bir yolculuğu süreklileştiriyor. Bu arada her aşamada özün farklı bir veçhesi ile karşılaşıyor.
Burada önemli olan aşamalarda karşılaştığı özün bu veçhesine takılı kalmadan yolculuğu sürdürebilmenin yolunu ve yordamını bulmaya devam etmektir. Bunu sağlayacak olan şey ise daha önceden bu tecrübeye sahip insanın tecrübî birikimine dikkat kesilmektir. Her aşamada yeniden karşılaştığı tecelli veçhesi ile aşinalık kesbederek yola devam etme kararlılığı seni yeni aşamalara hazırlarken yeni tecellilere de dayanıklı kılar.
Bu yolculuk insana, kendi özünün dışında kalan her şeyin kendisini yoldan alıkoyduğu bilincini verir. Etrafında olup biten her şeyin ayartıcı bir boyutu olduğu gerçeğine uyanarak bu ayartıcılığı kendisi için yeni bir enerji ve güç haline dönüştürmenin imkânını kazanır. Böylece süreklileşen ve derinleşen bu yolculuk, özün özgül ağırlığını idrak eden insanın kendi özü üzerine bir bilinç elde ederek asli öz üzerine de yeni tecrübeler elde etmenin mümkünlüğünü kazanır.
Yolculuğun nihayete eremeyeceği gerçeği üzerine yeni bir bilinç ile öz ile özünü aracısız bir şekilde bütünleştirecek deneyimlere kendini açarak yeni sırları aralayacak perdeleri ortadan kaldırmaya devam eder. Bu ona parçaların hakikatini göstereceği gibi bütünselliğin neye tekabül ettiğini sislerin ardını görecek bir basiret kazandığında öğrenecektir.
Özün sonsuzluğunu ve kuşatılamayacağı gerçeğini idrak ettiği andan itibaren insan, dile gelemeyen hakikatin idrak seviyesinde lütfü ilahi ile anlamına kavuşacaktır. Artık varlığın hiçliği karşısında kendi hiçliğinin derin anlamını keşfeden insan, yeniden varlık kazanacak anlamın açığa çıkışı ile birlikte varlığı derin bir anlam katmanından temaşa edecek bir görüye sahip olacaktır…
İnsan kendi özünün hakikati üzerinden hareketle hem kendisini hem de ilişkide bulunduğu varlığı yeni bir gözle değerlendirecek ve tecelligahın mazhariyeti içinde varlığını sonsuzluğun girdabında kaybolmayan bir mekân inşa ederek varlık kazanacaktır. Bu insanın anlamını bulduğu ve anlamlandırdığı bir zeminin varlığının kaçınılmazı olarak tecelli eder. Artık insan, kendini emniyet içinde teslim edeceği ‘güç’ ile ‘güven’ ilişkisi içinde her dem ‘göz’ önünde bulunduğu bilinci içinde varlığını idame eder…