Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Ankara Trablus’u Aşil’in topuğu olarak görüyor

Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığı (ilk bakışta görüldüğü gibi) sadece Türkiye-Libya meselesi değildir. Hatta sadece Türkiye-Libya ve Mısır’ın meselesi de değildir, mesele Türkiye ile Arapların meselesidir.  Sadece çıplak gözle görünenlere odaklanmaz ve mevzunun üzerinde derinlemesine düşünürsek bu gerçekliği kavramamız mümkün olur.
Okuyucular için yolu kısa tutmak adına, sadece üç başlıkla yetinmek istiyorum. İlki; Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Libya’ya gidecek Türk askerleri ile ilgili yaptığı konuşma ile ilgilidir. Başkan Erdoğan, Trablus’a göndereceği askerler hakkında konuşurken, sanki önünde duruyorlarmış gibi bir edayla hitap ediyordu. Askerlerine on beşinci yüzyılın sonundan on altıncı yüzyılın başına kadar yaşamış olan,  Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa gibi destanlar yazmalarını tavsiye etti.
Tarihsel olarak bir Osmanlı Paşasına yapılan bu atfın anlamı, Osmanlı etkilerinin yeniden canlandırılmasına bir özlem olarak değerlendirilebilir. Zaten Başkan Erdoğan’ın bu yönde eğilimleri olduğu herkesin malumudur. Erdoğan atalarının ihtişamlı geçmişini yirmi birinci yüzyılda yeniden canlandırarak, Türk tarihinin unutulmaz liderleri arasında yer almak istemektedir, hitap ediş biçimi ve referansları da bunu gösterir niteliktedir.
Şuna dikkat etmeliyiz ki; tarihte yaşanan Osmanlı yayılmacılığı sadece belirli bir Arap ülkesi ya da başkentinin hesabına değil, tüm Arap ülkelerinin topraklarına yönelik bir genişleme arzusunun tezahürüydü. Bu nedenle, Türkiye Başkanı’nın Barbaros Hayreddin Paşa’yı konuşmasına dâhil etmesi, geçmişte yaşanmış ve bitmiş olayların bir benzerinin, günümüzde yaşatılmak istendiğini gösteriyor.
Erdoğan Libya sahillerindeki Başkent Trablus’a asker gönderirken, bilinçaltında bu sahillerin sadece Libya’nın değil, tüm Arapların olduğu ve ataları olan Osmanlıların bu topraklara hâkim olduğu düşüncesi var. Dolayısıyla Trablus belki de Erdoğan’a göre Aşil’in topuğunu temsil ediyordur. Yunan efsanesinde annesi tarafından kutsal ırmakta yıkanan Aşil’e silah işlemez, ancak onu yıkarken topuğundan tuttuğu ve orası ıslanmadığı için, topuğuna saplanan ok ölümüne neden olacaktır.
Aşilin topuğu metaforu, eğer bir noktayı ele geçirirsen, devamına sarkabilirsin anlamına geliyor.
İkinci başlık ise, Başkan Erdoğan'ın, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı Fayiz es-Serrac ile “Deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakatı’’ ve sonrasında askeri işbirliği anlaşmalarını bizzat imzalamış olmasıdır. Aynı zamanda iki ülkenin ortaklaşa Akdeniz’de petrol ve gaz aramasının yolu açılmıştır. Buradaki paradoks; Yunanistan'ın Girit adasının Türkiye ile Libya arasını coğrafi olarak ayırdığını duyurması, dolayısıyla iki ülke arasında deniz sınırının olmadığını savunmasıdır. Yunanlara göre; aksini iddia etmek, Girit adasının hayali bir ada olduğunu ileri sürmek anlamına gelir.
Akdeniz’de zengin petrol ve gaz yataklarının olduğu bir gerçektir. Ancak ilgi çekici olan; Akdeniz’e sahili olan tek Arap ülkesinin Libya olmamasıdır, bu bölge batıda Libya’dan başlar, doğuda Mısır, Filistin, Lübnan ve Suriye’ye kadar uzanır. Yani Türkiye’nin, sadece Libya ya da Mısır, Filistin, Lübnan ve Suriye’nin servetlerine değil, Arap servetlerine göz koymuş olması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla mesele tek tek bu ülkelerle Türkiye arasında değil, Türkiye ile tüm Arap ülkeleri arasındadır.
Üçüncü başlık da ilk iki başlığın benzeridir. Başkan Erdoğan CNN Türk’e yaptığı açıklamada; Türk askerlerinin Libya’ya savaşmaya değil, Serrac liderliğindeki meşru UMH hükümetini yerinde desteklemek için gittiklerini söyledi. Bu ne anlama geliyor? Eğer Türk askerleri Libya’da Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu ile savaşmayacaksa, bu sadece Müslüman Kardeşler’e yakın olan hükümeti destekleyecekleri anlamına gelir. Bu da zımnen hala Müslüman Kardeşler’i destekleyerek, bölgedeki etkinliğini arttırmak istediğine işaret eder.
Arap Baharı sürecinde Müslüman Kardeşler’in yönetim tecrübesi, kendilerini normal bir siyasi parti olarak kabul etmediklerini gösterdi. Kendilerini devletin üstünde gören tavırları ve ulusal uzlaşıya yanaşmadıkları için Arap halkları tarafından dışlandılar.
Öte yandan şunu kabul etmeliyiz ki; Müslüman Kardeşler Türkiye devleti için sadece bir araçtan ibarettir. Bu araçla Libya’ya, Tunus’a uzanılabilmesi mümkün oluyor. Her ne kadar Tunus Cumhurbaşkanlığı, Türkiye’nin Libya güzergâhı olmayı reddetmiş olsa da, gerçekler bu yöndedir.
Türk parlamentosunun Trablus tezkeresini onaylaması, sadece bölgede değil, dünya çapında birçok ülke tarafından tepkiyle karşılandı. Suudi Arabistan’dan yapılan açıklama ise meselenin boyutlarını derli toplu olarak göz önüne serer nitelikteydi. Riyad’ın açıklamasında; söz konusu kararın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Libya kararlarının ihlali olduğu, meseleyi barışçıl yönlerle çözmeye çalışan uluslararası girişimleri baltalamak anlamına geldiği, ayrıca Arap Birliği tarafından 31 Aralık’ta Libya ile ilgili kabul edilen resmi tutuma da aykırı olduğu vurgulandı. 
Yani Türkiye’nin Libya’ya askeri müdahalesi üç taraftan da sakıncalı bulundu, 22 Arap ülkesinin imzasıyla reddedildi. Bu durumda Libya’da neler yaşanacak, bekleyip göreceğiz.