Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Irak ve tarihin karanlığı

Kaos ne yazık ki Irak için garip değil. Irak halkı kaostan çok çekti. Eski ve modern tarihi; iyilik ve kötülük arasındaki eski mücadeleyi, köklü efsaneleri ve dalgalanan destanları anlatır. Her ne kadar bu, tüm insanlığa mahsus bir şey olsa da Irak’ın bundan nasibi daha fazla oldu.
Irak’ın tarih boyunca birbirini takip eden medeniyetleri, insanlığa yararlı olmuş ve onları iyiye götürmüştü. Bütün bunlar, Iraklıların dış düşmanları ve kendi aralarında cerayan eden insanlık tarihindeki unutulmaz ve büyük suçlara paralel olarak yaşandı. Modern sömürge dönemi, sonrasında bağımsızlık ve diğer Arap cumhuriyetlerinde olduğu gibi askeri yönetimin devirdiği ulusal krallık dönemine ulaşana kadar her aşamanın kendine özel ayrıntıları ve sonuçları oldu. Irak, birbirlerine darbe yapan askeri yönetimlerden ancak ABD’nin askeri gücü ile Saddam Hüseyin rejimini devirmesinden sonra kurtuldu. Ordunun yönetimi sona erdi. Ancak bu kez, özellikle büyük bir çoğunluğu, İran modeli yani Allah ve İslam adına hükmeden Velayet-i Fakih modelinin mükemmel olduğunu düşünen Şii tarafı ile siyasal İslam gruplarının yönetimi başladı.
2003 yılında Iraklılar, askeri yönetim ve diktatörlükten kurtulup demokrasi ve özgürlüğe kavuştuklarını sandılar. Ancak on yıllar süren askeri yönetimden sonra başka bir yönetim biçimi olan Mollalar ve din adamları yönetimini deneyimlediler. Bu yönetime ancak 20 yıldan az bir süre katlanabildiler ve kendisine karşı ayaklandılar. Özgürlük ve Irak’ın İran’ın yönetiminden bağımsızlaşmasını talep ettiler. Irak’ın meydanlarını doldurup protestolar düzenlediler. Bu kez protestoları düzenleyenler, Sünni ya da Kürtler veya Irak’ın diğer azınlıkları değil çoğunluğu oluşturan Şiilerdi.
On yıllar boyunca komünist ve Baasçı askeri yönetimlere katlanan Irak halkı, siyasal islam yönetimine neredeyse 15 yıldan daha fazla katlanamadı ve ayaklandı. Bunun birçok nedeni var: Allah, İslam ve mezhep adına insanlara baskı yapan siyasal İslam yönetiminin doğası. Irak’taki çoğu Şii parti ve liderleri üzerindeki İran kontrolü. Aşırı zulüm, sürekli gözdağı ve korkutma, İran projesi tarafından Irak’ın zenginliklerinin yağmalanması. Son olarak, ülkesinin bağımsız olmasını isteyen, iç işlerine müdahale eden herhangi bir dış müdahaleye karşı çıkan, geleceğini dünyanın medeni ülkeleriyle arayan Iraklı gençlerin yüzüne tüm kapıların kapanması.
Körfez ülkeleri ve özellikle de Suudi Arabistan her zaman Irak devletini ve halkını savunan ve destekleyen bir tutum benimsedi. Bilhassa Irak ile İran’daki Humeyni rejimi arasındaki Birinci Körfez Savaşı’nda, Körfez ülkeleri her zaman Irak’ı destekledi. Seksenli yıllar sona erdi. Ama bu destek, Humeyni’nin “zehir içmeye” benzettiği savaşı durduran anlaşmayı imzalayana kadar devam etti. Bu durum, Saddam’ın düşüncesiz ve garip Kuveyt’i işgal etme kararına kadar devam etti ve ancak bundan sonra değişti. Bu karar, Irak’ın modern tarihinin bu dönemini inceleyen herkes için ilginçtir. Çünkü Saddam, kişisel kaprisler ve ekonomik hırslar dışında hiçbir gerekçesi olmayan bu kararı alarak en yakın müttefikleri ve destekçileri olan Körfez ülkelerini düşman ilan etmiş oldu.
Suudi Arabistan geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte yönetimde kim olursa olsun Irak halkını ve devletini desteklemeyi sürdürecek. Bu destek, Reşid Geylani ve Kral Abdulaziz’in onu savunması, Suudi Arabistan’a iltica hakkı vermesi ile başlamadı, Irak içindeki ABD-İran mücadelesiyle de sona ermeyecek. Nitekim bu iki ülke arasındaki söz konusu mücadele kapsamında son olarak Kasım Süleymani öldürüldü. İran füzeleri, biri Anbar diğeri Erbil yakınlarında olan iki ABD askeri üssüne yakın bölgeleri vurdu.
Suudi Arabistan’ın pozisyonu her zaman açık ve nettir. Suudi Arabistan’ın politikası istikrarlıdır. Suudi Arabistan, BM’nin köklü ilkelerine uymaktadır. Ülkelerin egemenliğini tanıyıp onların iç işlerine karışmamaktadır. Krizin patlak vermesinden sonra Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bildiriler, yetkililerin yaptıkları açıklamalar, Savunma Bakanı Yardımcısı Prens Halid bin Selman’ın ABD ve İngiltere’ye yaptığı ziyaretler, Suudi Arabistan’ın çabalarının, Irak halkına ve bütün bölgeye zarar verebilecek herhangi bir çatışmayı engellemeye odaklandığını doğrulamaktadır.
Saddam Hüseyin zulmünde adildi. Yani ayrım yapmadan bütün oluşumları ile Irak halkının tamamına zulmetmişti . Saddam’ın zulmü, Sünnileri, Kürtleri, Şiileri ve Irak’ın diğer azınlık ve gruplarını kapsamıştı. Siyasal İslam gruplar dönemine gelince, bu dönemde Irak yoksullaştı, İran’ın bölgesel projesine hizmet etmesi ya da basitçe bazı siyasi liderlerin yolsuzluğu ve yasadışı gelir elde etmeleri için zenginlikleri har vurup harman savruldu.
Siyasal İslam yönetimleri deneyimi birbirinden çok farklı değildir. Taliban yönetimi ile İran yönetimi arasında çok fark yoktur. Sudan’daki “Müslüman Kardeşler” yönetimi, Somali’deki terörst öğrencilerinin yönetiminden farklı değildir. Gazze Şeridi’nde Hamas Hareketi’nin yönetimi, Lübnan’da Hizbullah ve müttefiklerinin egemenliğine benzemektedir. Bu ülkeler gibi Irak da 2003’ten sonra siyasal İslam yönetimine katlanmak zorunda kaldı ve katlanmaya da devam etmektedir.
2003 yılından önce Suudi Arabistan, ABD’nin askeri müdahalesine ve Irak devletinin devrilmesine karşı çıktı. Açıkça bunun sonuçlarına ve Irak’ın yaşayabileceği kadere karşı uyardı. 2003 yılından sonra Suudi Arabistan’ın uyarısı gerçekleşti. İran, milisleri ve ögütleri ile Irak’a girdi. Siyasi parti ve liderlerini kontrolü altına aldı. Bütün Iraklı oluşumlardan İran’ın varlığına karşı çıkan vatansever Iraklıların sonu, Irak içinde öldürülmek ya da yurtdışına kaçmak oldu. Irak, bugün içinde bulunduğu kaos durumuna ve kayboluşa ulaştı.
Irak’ta ABD-İran çatışması, bölge ve dünya için büyük bir çatışmadır. Suudi Arabistan’ın bugün oynadığı rol; kardeş Irak halkına dayatılan bu mücadelenin bir tarafı olmamak bilakis tüm Iraklılara onurlu bir yaşam sunulmasını ve Irak devletinin istikrara kavuşmasını sağlamaktır. Nitekim Suudi Arabistan, tarihi boyunca hep bunu yaptı. Bölge ve dünyada ülkelerin istikrarını destekledi.
Beklenildiği gibi, İran’ın Kasım Süleymani’nin öldürülmesine verdiği karşılık, slogan ve tehditlerinden çok daha zayıf ve düşük seviyede oldu. İran, ABD’lilerin bulunduğu bölgelerin yakınlarındaki boş yerleri füzelerle vurduktan sonra Süleymani’nin tasfiyesinin intikamını aldığını açıkladı. ABD Başkanı Trump ise bu saldırıyı anlayışla karşıladı. İran’ın bölgede yeni bir oyun oynamasına izin vermeyeceği tehdidinde bulundu. Kendinden önce başkan olan Obama gibi hiçbir şekilde tavizkar olmayacağını kesin bir dille belirtti. Görünüşe bakılırsa İran da bu dersi çok iyi anladı.
İran gerçekten de stratejisinden, müttefiklerinden, Müslüman Kardeşler gibi gruplarla ittfakından, el-Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerini desteklemekten vazgeçecek mi? Yanıt; elbette hayır. ABD’nin güçlü ve etkili askeri gücü ve silahının hedefindeki devlet ve rejim olmamak için gelecekte ABD ile mücadelesinde onlara güvenecektir.
Son olarak; Alman şair, edebiyatçı ve filozof Goethe şöyle der: “Üç bin yılın hesabını görmeyen, karanlıkta yolunu bulamaz.”