Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

İran'da devleti yenmeye devam eden devrim

Kasım Süleymani, Arap ve Arap olmayan çevresinde İran devriminin askeri kolu olarak yaşadı. Bu kolun bir ABD darbesi ile kopartılması şu soruyu gündeme getirecektir: Dini Lider rejimi kendini gözden geçirecek mi yoksa bir kolu koparıldığında yerine bin kol çıkan ejdarha gibi kalmaya devam mı edecek?
Söz konusu kolun faaliyetlerinin, Arap olmayan çevreye de uzandığından bahsetmenin elbette haklı gerekçeleri var. Süleymani’nin komutanı olduğu Kudüs Gücü, Irak ,Yemen, Lübnan ve Suriye’nin yanısıra Arap olmayan ama İran ile doğrudan sınırları olan Afganistan’da da faaliyet gösteriyordu. Uluslararası Bağdat Havalimanı yolunda öldürüldüğü zaman, Lübnan ve Suriye’ye yaptığı iş gezisinden döndüğü söylenmişti.
Yukarıda sorduğumuz soruyu yanıtlamak için belki de birkaç ay geriye özellikle de Tahran’ın devriminin 40’ıncı yıldönümünü kutladığı geçtiğimiz yılın şubat ayına gitmemiz gerekiyor. O zamanlar hakim olan kutlama atmosferi içinde bir paradoks, birçoklarının gözünden kaçtı. Bu paradoks, Dini Lider Hamaney’in Kasım Süleymani’ye İran’ın en yüksek askeri nişanı sayılan ‘Zülfikar’ nişanını takmasıydı.
Buradaki çelişki, İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı’nın askeri bir nişanla ödüllendirilmiş olmasında saklı değil. Kendisi buna hak kazanan ilk İranlı komutan değildi sonuncusu olmayacağı da kesin. Asıl çelişki, özellikle bu kişinin nişana layık görülmesinin anlamında gizli.
Devrimin 40’ıncı yıldönümünde, liderlerinin kar-zarar mantığı ile bu süreçte atılan adımları gözden geçirmeleri onlar için daha yararlı olurdu. 40 yılda atılan adımların sahadaki sonuçlarının, aynı yolda ilerlemeye mi yoksa durup düşünme, kaçırılan şeyleri yeniden gözden geçirip değerlendirmeye mi teşvik ettiği mantığıyla kendilerini sorgulamaları onlara daha çok yardımcı olurdu.
Ama bunu yapmak yerine özellikle böyle bir zamanda Süleymani’yi askeri nişanla ödüllendirdiler. Bu, öldürülen Kudüs Gücü Komutanı’nın çalışmalarının, cenaze töreninde ağlaya ağlaya namazını kıldıran Dini Lider tarafından hala desteklendiği ve kutsandığı anlamına geliyordu.
ABD hava saldırısından sonra İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan’ın ülkesinin vereceği karşılıktan bahsedip tehditler savurduğunu okuduğumda ismi hemen dikkatimi çekti. Durup bir düşündüm ve kendi kendime, bölgede hiç bu ismi hatırlayan biri olup olmadığını sordum. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani hükümetinde savunma bakanı olmasına rağmen neredeyse hepimiz için meçhul olduğunu düşündüm.
Bana göre bu, üzerinden bu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen Hamaney cumhuriyetinin halen devrim döneminde yaşamayı sürdürdüğünün açık bir göstergesiydi. Devrimi ile birlikte belirli bir dönemde kalmaktan zevk alan, bu dönemden ayrılıp çevresinde, uzantıları ile uluslararası toplumda sorumlu bir devlet dönemine geçmek istemeyen bir cumhuriyet olduğunun kanıtıydı. Bu cumhuriyet, genellikle devrim zamanına eşlik eden ve onunla bağlantılı bir siyasi ergenlik halini kutluyor. Bizzat kendisi, devrim döneminden sonra gelmesi ve yerini alması gereken devlet düşüncesine hiç değer vermiyor.
Devrimin dar ufkundan devletin geniş alanına taşınmak, Tahran’daki Mollalar rejiminin nasıl aşması ve üstünden atlaması gerektiğini bilmediği en büyük engel olabilir. Dürüst olmak gerekirse bu gerçekten de zor bir mesele. Çünkü devrim ve onu sınırların ötesine ihraç etmeye çalışmak, İran Anayasası’nın maddelerinden biri. Yani bu konu Dini Lider ve adamları için her şeyden çok bir inanç ve ideoloji.
İşte engel tam olarak bu noktada bulunuyor. İran devletinin çevresine karşı benimsediği bu ergence siyasi yönelimden kurtulması umuduyla kendisini aşma ve üzerinden atlama cesaretine sahip olan kişiyi bekliyor.
Daha önce neredeyse hiç kimse Dehkan adını duymamıştı. Öte yandan Süleymani’nin ismi, medya organlarındaki yaygınlığı, herkes tarafından bilinmişliği, hakkındaki haberlerin çokluğu ile adeta sinema yıldızlarıyla rekabet ediyordu. Bunun anlamı, İran’da görevi devrim değil de devlet ve onun savunması ile bağlantılı olan Savunma Bakanı gölgede yaşayıp bir kenarda çalışırken, faaliyet alanı devrim ve ihraç edilmesi, etki alanının genişletilmesi olan kişi ise istediğini yapıyor ve her yerde çalışabiliyor.
Bundan başka, devrimin 40 yaşına ulaşmasının (genel olarak devrimlerin yaşlarına bakıldığında bu epey ileri bir yaştır) kendilerini ondan sorumlu sayanlar için devrimin büyüdüğü ve kendilerini hesaba çekmeleri gerektiğini düşünmeleri için yeterli gelmediği anlamına geliyor.
Geçtiğimiz yıl Şubat ayında, Mollalar rejimine bölgede 40 yıldır devam eden arbede ve çatışmanın yeterli olduğu, öncesinde olmadığı gibi bu yaştan sonra da devrimi ihraç etmeye devam etmenin bir faydası olmayacağına dair uyarılarda bulunan birçok çağrı yöneltildi.
Bütün göstergeler, devrim yoluna devam etmenin her İranlı için daha fazla sorun ve acı anlamına geldiğini gösteriyor. Ruhani’nin devrimin 40’ıncı yıldönümünde Humeyni’nin türbesinde, ülkelerinin daha önce hiç karşı karşıya kalmadığı ekonomik zorluklarla yüzleştiğinden nasıl dert yandığını hala hatırlıyoruz. Ruhani’nin Humeyni’ye dert yanması, İran halkının yaşadığı zorlukları doğrulamış ve pekiştirmişti.
Sonuç olarak, devrim hücreleri 40 yıl boyunca gelişip çoğalırken devletin hücreleri zayıflayıp ölüyordu. Devrimin sesi yükselirken devletin sesi kısılıyordu. Devrimin faaliyet gösterdiği zemin uzayıp genişlerken devletin üzerinde durduğu zemin küçülüyor ve sarsılıyordu.
İran’da devrim hala devletten üstün, devlet hala kendisi için bir yer arıyor. Fakat baskın ideolojide gerçek bir değişim yaşanmadıkça sahada bu istediği yeri elde edemeyecek. Dini Lider rejimi, devletin şu ana kadar devrimin esiri olarak kalmasının, bölge için olduğu kadar kendisi ve genel olarak İran halkı için büyük bir yüke dönüştüğüne ikna olana kadar bunu yapamayacak.
İran’da devrim en kısa zamanda emekliye ayrılmaldır. Devlet ise yerini geri almak ve doldurmak, sorumluluklarını yerine getirmek için öne çıkmalıdır.