Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

İntihara giden yol: Açlık, yoksulluk, yoksunluk ve işsizlik

Ekonomik açıdan temel insani ihtiyaçların karşılanması, insani bir hayat sürebilmenin olmazsa olmazıdır. İhtiyaçlarını sağlamalarına yetecek çalışma ve gelir imkanlarına sahip olmayan insanlar için hayat, katlanılmaz ve sürdürülemez bir kabustan başka bir şey değildir.
Hatay Valiliği önünde açlık, yoksulluk ve işsizlik kıskacında hayatı kabusa dönmüş bir çığlığa ve yok oluşa şahit olduk. 42 yaşındaki Adem Yarıcı, Hatay Valiliği’nin önünde “Çocuklarım, aç, iş istiyorum” diyerek çığlıklar atıyordu. Uzun süredir açlık ve işsizlikle mücadele eden Adem Yarıcı, çözümü kendini yok etmekte, yani kendini yakarak intihar etmekte buluyordu. Borç bataklığına saplanan yoksulluk ve yoksunluğu iliklerine kadar yaşayan, iş bulma umudunu kaybeden insanların kendini yakma şeklinde korkunç bir sona kendilerini mahkum etmelerini canlı olarak görmek, ahlak, akıl ve vicdan sahibi herkeste derin bir travmatik etki yaratmıştır.
Adem Yarıcı’nın hikayesi, aslında toplumda herkesin bir şekilde yaşadığı bir hikayedir. Adem Yarıcı olayı, münferit bir olay olmanın ötesinde kolektif bir sosyal olgudur. Valilik ve belediyeler gibi kurumlara iş bulmak umuduyla başvuran kişiler, genelde hiçbir olumlu karşılık almadan elleri boş dönmektedir. Devlet kapısından eli boş dönmenin, devleti baba olarak gören toplumumuzda büyük bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk yaratmaktadır.
İşsizlik, bugün bütün kötülüklerin anası haline gelmiştir. İş bulamayan ve iş arayışları sonuçsuz kalan insanların normal bir ev hayatlarının olması ve eşleriyle sağlıklı bir ilişki sürdürmeleri zor gözükmektedir. İşsizlik yüzünden Adem Yarıcı’nın eşiyle ilişkisinin bozulduğunu, evi terk ettiğini ve derme çatma bir dükkanda yatıp kalktığını öğreniyoruz. Aylık 300 lira ile geçinmeye çalışan Yarıcı’nın minimum düzeyde ev hayatını sürdürmesi imkansızlaşmıştır. İşsizlik, eşlerin bir arada yaşamalarını imkansız hale getirmekte, ocakları söndürmektedir. Açlık ve işsizlikten dolayı bugün birçok eş, çocuk yapmayı bile istememektedir. Aileyi ayakta tutmak için eşlerin iş ve aş sahibi olmalarının olmazsa olmaz bir zorunluluk olduğu gerçeği hiçbir şekilde ihmal edilemez.
Çocuklarını sevindirememek, çocukları karşısında aciz, güçsüz ve çaresiz duruma düşmek, bir babanın tahammül edebileceği bir durum değildir. Doğum gününde çocuğuna bir kola alabilecek gücü olmayan Adem Yarıcı, yoksulluğa ve açlığa artık tahammül edemez hale gelmiştir. Adem Yarıcı vakası, her açıdan insan onurunu zayıflatan ve ortadan kaldıran acı bir tabloyu önümüze koymaktadır.
İŞKUR gibi kurumlar, bugün iş arayışında olan insanlara, etkili, işlevsel ve verimli şekilde yardımcı olmamaktadırlar. İŞKUR’da torpili ve dayısı olanların iş bulduğuna dair yaygın bir kanaat, toplumun geniş kesimleri tarafından tartışılmaz gerçek olarak kabul edilmektedir. İnsanlar, rüşvet ve torpil yoluyla ancak iş bulabileceklerine inanmaktadırlar. Rüşvet ve torpilin tek iş bulma yolu haline gelmesi, insanlarda büyük bir umutsuzluk, ümitsizlik, acizlik ve değersizlik durumu yaşamalarına neden olmaktadır. Adem Yarıcı’nın “Çocuklarım aç, iş istiyorum” şeklindeki çığlığı, aslında onun yaşadığı umutsuzluğun, ümitsizliğin, değersizliğin ve acizliğin canlı resmini sunmaktadır.
Valilik önünde aç ve işsiz olduğu çığlıkları arasında kendini yakmak suretiyle intihar eden Adem Yarıcı’nın ölüm şekli dikkatleri çekti. Ancak burada üzerinde durulması gereken şey, Adem Yarıcı’nın nasıl öldüğünden ziyade, onun nasıl yaşadığıdır.
Ekonomik kriz ve toplumsal bunalım birbirinden ayrılamazlar. Ekonomik krizler, toplumsal buhranlara neden olan ana dinamiklerdir. Ekonomik kriz ve insani buhran meselesini, ucuz polemiklere konu etmek, insanı ve toplumu birlikte inkar anlamına gelmektedir. İnsanlar, psikolojik nedenlerden dolayı intihar etmemektedirler. Açlık, yoksulluk ve işsizlik gibi can yakıcı durumlar ilk önce insanların psikolojilerini, daha sonra ise canlarını almaktadır. Adem Yarıcı’nın hikayesinde açlık ve işsizlikten dolayı psikolojisi ortadan kaldırılmış olan bir kişinin kendi bedenini yok etme şeklinde ağır bir buhran haliyle bütün toplum olarak karşı karşıya olduğumuz gerçeğini kabul etmeliyiz. Bu gerçekle yüzleşmek ve bu buhranı aşmak için yollar bulmak şeklinde hepimizin omuzunda ağır bir sorumluluk bulunmaktadır.