Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Ahlaka güvenmek yerine hukuku hakem tayin etmek

Dr. İbrahim el-Baiz’e göre, ahlaki yönlendirme –gerekli olmasına rağmen- kentsel yaşama eşlik eden problemler ve davranışsal sapmalar için yeterli bir çözüm değildir.
Eğitim ve medya konularıyla ilgilenen bir üniversite profesörü olan Baiz bu düşünceyi, giderek daha derin ve kompleks hale gelen kentsel yaşamın düzenleyicisi olarak hukukun önemli rolü üzerine Kuveyt’te düzenlenen Kalkınma Forumu’nda yaptığı konuşmada dile getirmişti.
Birçok nasihat ve vaaz dinliyoruz hem de neredeyse günlük olarak. Eğer 30 yaşını geçmiş bir Suudi Arabistan vatandaşıysanız kesin olarak yaklaşık 2 bin saat dini eğitimi almışsınız demektir. Bu kadar saat, din ilmi uzmanı olmanız için yeterlidir. Fakat, bana göre –belki siz de benim gibi düşünüyorsunuzdur- ilmî uzmanlaşma ile ahlaki ilişki ve davranışlar ayrı şeylerdir.
Doğal olarak insanlar dini bilgi ile yüksek ahlakı uzlaştırmayı temenni ederler. Ama bu bir varsayımdan ibarettir. Davranış standartları (özellikle de pratik yönüyle) geleneklerden türetilmiştir. Amacı da sosyal ilişkileri formüle etmektir.
Dolayısıyla, sosyal yaşamdaki dönüşümlere göre yükselir ya da gerilerler. Dün kınanan, ayıplanan bir davranış bugün kabul edilebilir olabilir.
Bugün hoş karşılanan bir davranış yarın ayıplanabilir. Bu böyle sürüp gider. Ahlakın gelenekle olan bağı, her gün vurgulanan dini öğretilerle çatışma kertesine ulaşabilir.
Sözgelimi; işçi, yoksul ve zayıf kimselere iyi davranmak, selamı yaymak, fedakar ve  iyiliksever, merhametli ve şefkatli olmak, sahiplerinin maddi ve manevi haklarını kabul etmek ve haksızlığa uğramalarına sessiz kalmamak, bu hakları inkar etmemek, yok saymamak. Bütün bunlar bilinen ve tüm dinlerin teşvik ettiği, insanların tamamının iyi olduğunda hemfikir olduğu ama yine de sosyal hayatta etkisi zayıf olan ahlaki davranışlardır.
Bu nedenle, Müslüman ve dindar bir ülke ile Müslüman ya da dindar olmayan bir ülke arasında kötü muameleden kaynaklanan sorunların sayı ve boyutlarında fark olmadığını görürüz.
Örneğin; her yıl finansal anlaşmazlık nedeniyle hapse girenlerin sayısının binlere ulaştığını, kadınlar, işçiler ve toplumdaki zayıf kesimlere yönelik kötü muamele ve güç kullanımı davalarının yüzler, binler değil on binlerce olduğunu biliyoruz.
Bu tür örneklere her gün şahit oluyoruz. Bunlar bizlere, nasihat ve dini vaazlar ile insanların günlük yaşamlarındaki gerçek ilişki ve davranışları arasındaki bağın zayıflığını bildirmektedir.
Kentlerdeki yaşama hız, karmaşa ve yaşanan birçok gelişme damga vurur. Değişim, kentsel yaşamın temel özelliğidir. Bu yüzden, kendisine yeni unsurlar ve her gün alışılmadık boyutlar dahil oldukça daha karmaşık hale gelip zorlaşır. Bu da, zayıfların izdihamda yere düşüp ayaklar altında ezilmemeleri için insan, mal ve eşyaların hareketi için nihai sınırı teşkil edecek hukuka olan ihtiyacı doğrular.
Aristo, insanların erdeme duydukları sevgiden değil cezalandırılma korkusuyla yasalara uyduklarına inanırdı. Bu tasavvur, eski zamanlarda insan doğasına yönelik egemen olan kötümser bakış açısına dayanıyor. Belki başka bir zaman sunabileceğim nedenlerden dolayı bu bakış açısına karşıyım. Ancak, aralarında vaazın da olduğu hukukun alternatiflerinin bu zamanlarda etkili olmadığını itiraf ediyorum. Zira etkili ve yararlı olsalardı din sahipleri en azından birbirleri ile ilişkilerinde çok daha iyi bir durumda olurlardı.
Buradan yola çıkarak –gönülsüzce olsa da- insanlar arasında hayatın her ortak alanında hukukun hakem tayin edilmesi çağrısında bulunan bakış açısını kabul ediyorum.
Bu sayede, toplum içinde mümkün olan tüm olası değişimler için etkili bir kriterimiz olacaktır.
Karşılıklı olarak birbirimizin zorunlu haklarını kabul etmeye alışana kadar bunu bu şekilde sürdürmeliyiz.
Çünkü ancak o zaman vaaz ve nasihatin bir yeri ve etkisi olacaktır.