Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Şehir ahlakı ve sınırları

Mısır’ın eski Devlet Başkanı Enver Sedat, 1971 yılının ortalarında “köy ahlakı” olarak adlandırdığı noktaya dönme çağrısında bulunmuştu. Daha sonra Devlet Başkanı’nın bu çağrısının odak noktasında “aile büyüğünün” eksenini, uçları birbirine bağlayan iplerin birleşme noktasını oluşturduğu toplumsal ilişkiler sisteminin yer aldığını anladık.
Başkan Sedat’ın çağrısı ciddiye alınmadı. Çünkü ne köyünde yaşıyordu ne de insanlarla, özellikle de Mısırlı seçkinlerle ilişkisini kırsalda yaygın olan biçimde yönetmeye istekliydi.
Ancak düşüncenin kendisi, yani köy ahlakı çok genç yaşta köylerinden göç edip şehre yerleşenlerin yanı sıra hayatlarında hiç köyde yaşamamış Arapların yaşamlarında sağlam köklere sahip görünmektedir. Bu düşünce, Arapların sosyal ilişkilerde ideal saydıkları sisteme duydukları özlemle dolu bir beklenti ya da hayal edilen bir eğilime yakındır.
Sevgili okuyucularıma ilk olarak şunu hatırlatmak isterim ki burada ahlak kelimesi ile bilinen her türlü davranış, diğer bir deyişle insanların iyi ya da kötü olarak tasnif ettikleri tüm davranışlar kastedilmektedir. Bu kelime, övgü ya da kötüleme anlamı içermemektedir. Ahlakı övgü ya da kötüleme içeren anlamsal bir dairenin içine yerleştiren kullanıldığı bağlamdır. Tıpkı Başkan Sedat’ın söz konusu ahlakı (köy ahlakı) tamamen olumlu bir bağlama yerleştiren çağrısı gibi.
Köylerin özelliği nüfusunun az ve coğrafi yüzölçümünün küçük olmasıdır. Dolayısıyla tüm sakinlerinin birbirlerini adları ve mensup oldukları aileleri ile tanıdıklarını, birçoklarının aynı soydan geldiklerini varsayabiliriz.
Üretim ve yaşam tarzına gelince… Genel olarak sınırlı ve yavaştır. Dolayısıyla köylerde insanlar arasındaki ilişki sistemlerini belirleyen kültür, davranış (ahlak), değer ve tavizlerin tamamının yaşamsal ihtiyaçlardan, üretim kaynakları ve araçlarından etkilenmesi anlaşılır bir durumdur. Ancak kişisel düzeyde, yani birbirini tanıyan küçük bir insan kitlesi söz konusu olduğunda mekan tek bir ahlak ve davranışsal sistemi destekleyen birleşik bir kültür çerçevesine dönüşür.
Köyde insan önceden tasarlanmış ve kendisine entegre olması dışında hiçbir fırsatının olmadığı bir dünya keşfeder. Buradan yola çıkarak insanın çocukluk döneminde gençliğe geçişi, gençlerin sosyal hayata entegrasyonu için -zorunlu olarak- bir programlama, hazırlama ve ideolojikleştirme sürecini içerir.
Şehirde ise işler değişir. Burada insanlar farklı sosyal çevrelerden gelir, farklı pozisyonlarda, mesleklerde ve düzeylerde çalışırlar. Her gün farklı sosyal sınıflara, kültürlere ve yaşam tarzına sahip onlarca kişiyle buluşurlar.
Bu da her birini birçok sosyal çevreyle etkileşim (eylem / tepki / çekim / cezp edilme) halinde yapar. Diğer bir deyişle şehirli bir bireyin kişisel kimliği ailesinin ya da köy toplumuna benzeyen küçük bir toplumun rengini taşımaz. Kimliği her gün gördüğü, farklı kimlik ve sorunlara sahip onlarca kişi ile etkileşim halindedir. Şehirde yaşayan bir bireyin kimliği yarı yarıya akışkandır. Her gün az ya da çok değişir. Onunla birlikte, doğrudan çevresine ait olan akrabaları dahil kendisine yakın çevresi ile ilişkileri de değişir.
Dolayısıyla köylerde olduğu gibi insanların ürettiği genel bir norm ve geleneğin şehirlerde olmadığını söylememiz doğru olur.
Şehrin normları ve gelenekleri, farklı (birbirine benzemeyen hatta çelişen) normlardan ve geleneklerden oluşan büyük bir gruptur. Bu, ortak hukuku insanlar arasındaki ilişkileri ve yaşamı düzenlemekte zorunlu bir alternatif haline getirmektedir. Yine bu nedenle görevleri ve yerine getirilmemesi durumunda cezaları belirlemekle sınırlı olmayan bir hukuka ihtiyaç duyarız. Şehirlerin, şehir yaşamına uygun normlar ve gelenekler için etik bir temel oluşturan, birliğin tarihsel zemininden tamamen yoksun bir toplumda bir tür toplumsal birlik ya da “kolektif ruh” adını verdiğimiz şeyin üretimine yardımcı olan bir yasaya ihtiyacı vardır.