Halid Berri
TT

​Filistinli olsaydım

Bir yakınımız, gebeliği sırasında karın ağrısı çektiği için doktora gitmişti. Doktor, karaciğerinde bir iltihap olduğu tanısını koymuş ve şeker emilimi eksikliğini telafi etmek için yakınlarından hastaya tatlı gıdalar yedirmelerini istemişti.
Kadının akrabaları doktorun bu tavsiyesini biraz fazla ciddiye almış ve kadına normalden daha fazla tatlı yedirmişler.
Yanlış tanılar iki türlüdür ve ikisi de zararlıdır. İlki hastalığın gerçek nedenini yanlış teşhis eder. Gerçek hastalık yayılırken hastanın yakalanmamış olduğu bir hastalığı tedavi etmekle meşgul olur. Bu tür yanlış tanılar bir felakettir. İkinci tür tanılar da bir felakettir çünkü yalnızca hastalığı ihmal etmek ve göz ardı etmekle yetinmeyip gerçek hastalığın derinleşmesine neden olur.
Tıptaki bu iki hata, siyasi tanılarda da yaygındır. Bizler siyasi hastalıklarımıza hatalı tanılar koyuyoruz. Onları hatalı bir şekilde tedavi ettiğimiz için ihmal ediyor veya nedenlerini ortadan kaldırmak yerine derinleştiriyoruz. Çoğu zaman, bize düşmanlıklarını açıkça dile getiren düşman kişilerin tanılarına göre hastalıklarımızı tedavi etmeye çalışıyoruz.
Bu tür yanlış reçeteleri pazarlamakta en çok tercih edilen ve kullanılan ifade ise “ümmetin parametreleri”dir. Söz konusu ifade, yüzyıllar önce kullanılan ve tedavi yöntemlerinde meydana gelen gelişmelerden bihaber eski reçetelere atıfta bulunmaktadır. Siyasette kullanılan “ümmetin parametreleri” ifadesi, Mısırlı yazar Yahya Hakki’nin bir öyküsünde geçen ve gözleri tedavi etmekte kullanılan ama çoğu zaman onları kör eden “Um Hişam’ın kandilinin” yağı gibidir.
Ümmetin sabitelerini savunan bazılarının niyetini daha gösteren bir başka şey ise dostlarını bunlardan uzak tutmaları. Örneğin Osmanlı yandaşları, Türkiye'nin kalıcı olarak muaf tutulduğu bazı siyasi ve sosyal sabitelerin propagandasını yaparken görürüsünüz. Bu sabiteler, sadakat ve masumiyet ifadeleri kapsamına giren, ahlakımızı yabancı turistlerden koruyan ya da ülke vatandaşlarını derecelere ayıran sabiteler, çünkü mümin ve kâfir eşit değildir.
Eğer bir ekonomik kriz ile karşı karşıya isek bu tür önlemler ancak krizi derinleştirir. Oysa kendisini pazarlayanlar, bereketi artıracağını öne sürerler. İç barışın bozulmasından endişeliysek bu tür düşünceler sadece endişemizi daha çok artırır. Dünya siyasetindeki etkimizin zayıf olduğundan şikâyet ediyorsak, ittifaklara ve düşmanlıklara bu gözle bakmak ancak var olan etkiyi de yok edip bizleri daha fazla zayıflatır.
Yazının girişinde bahsettiğim kadın yakınımızın karnının sağ tarafında ve kaburga kemiklerinin altında duyduğu acının nedeninin-daha sonra-  karaciğer iltihaplanması olmadığı ortaya çıktı. Bu sadece iç içe geçmiş belirtilerden biriydi. Asıl hastalığı gizli şekerden (pre-diyabet) kaynaklanan gebelik zehirlenmesiydi. Yanlış tanı ve ek şeker yüklemesi hastanın durumunun daha çok kötüleşmesine, düşük yapmasına yol açtı. Bir daha gebe kalırsa bunun tehlikeli olabileceği konusunda uyarıldı.
İşte Filistin meselesi de verdiğimiz örnekte olduğu gibi yanlış tanı ve “ümmetin parametreleri” adlı yanlış tedavinin kurbanı oldu. Dini bir savaşa dönüştürülmesi; İsrail’in gerekçelerinin, Batı dünyasının tarihsel izleniminin büyük bir bölümünü oluşturan dini kitabın desteğiyle pekişmesine yaradı.
Çatışmayı bu biçimde tasnif etmeyi seçerek Filistinliler, bir boks maçında Tyson’ı en azından kendisini nakavt edemeyeceği bir mücadeleye çekmek yerine onunla başa baş mücadele etmeye çalışan bir boksör gibi davranmış oldular.
Filistinli olsaydım önceliğim, tarihsel sınırlarım içindeki bir toprak parçası üzerindeki varlığımı sağlamlaştırmak olurdu. Öncelikli hedefim, çocuklarıma onurlu bir şekilde yaşayabilmenin çeşitli yolları olduğunu, onurlu bir yaşamın anlamının silahlı mücadele ve canını bu yolda feda etmek ile sınırlı olmadığını, bu çatışmadaki tek gerçeğin tartışmalı topraklarda doğmuş olduklarını öğretmek olurdu. Meseleyi bu şekilde ele almak Filistinlilerin çıkarınadır.
Dünyanın Arapça konuşulmayan bölümlerinde Filistinlilere bundan daha fazlasını verecek bir devlet bulamazsınız. Dolayısıyla Filistinliler, meseleye yönelik bakış açılarında bu noktadan hareket etmelidirler. Filistinli olsaydım genel gözlemlerimin yanı sıra özel tarihimden diğer dost ve kardeş halkların desteğinin ucunun kendilerine dokunmaması şartına bağlı olduğunu kabullenirdim. Böyle olmasaydı “Kara Eylül” ve Lübnan iç savaşı ile diğer çatışmaların yaşanmayacağını anlardım.
Filistinli olsaydım kaçınılmaz olanı kavrardım. Bölge ülkelerinin birçoğunun, Filistinlilerin haklarını destekleseler de ideolojilerinin kendilerini başkalarının yazgısını kontrol etmeye azmettirdiği bazı taraflardan kaynaklanan varoluşsal tehlikeler ile yüzleştiklerini anlardım. En büyük tehlikenin Türkiye, İran ve cihatçıların oluşturduklarını ve maalesef bazı Filistinli liderlerin onların saflarında yer almayı seçtiklerini kestirirdim.
Filistinli olsaydım mantıklı bir tanıya ulaşmakta hiçbir utanç verici yan olmadığını idrak ederdim. Bir doktor, bedenin bir bölümünü kesmek gibi zor bir cerrahi karar alması gerektiğini itiraf etmekten utanç duymamalıdır.
Gerçekleri içinde hayat budur. Bu bir zorunluluktur. Aynı şekilde beni tedavi edecek, kırık kemiklerimin kaynamasını ve sonunda iyileşmemi sağlayacaksa hareketlerimi sınırlayacak da olsa kırık yerimin alçıya alınması bir sorun olmamalıdır.
Evet, İsrail güçlü bir devlet ve bu, barışın en önemli nedenlerinden biridir. Bunda utanılacak bir şey yok. Çatışmalar, sadece durumun nesilden nesle daha da kötüleşmesine neden oldu. Filistinlilerin nefes almaya, günlük yaşama dönmeye, ışıldayan, insanları kendisine çeken ve barış içinde yaşayabildiklerini kanıtlayan şehirler inşa etmeye ihtiyaçları vardır.
Bütün bunların başlangıç noktası, bir toprak parçası üzerinde sağduyulu bir biçimde kendi kendilerini yönetmeleridir. Karşı karşıya oldukları en büyük meydan okuma her şeyden önce budur. Bedenlerini kemiren hastalık bir başkası değil budur.