Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Eşitlik ilkesine dönüş

Geçtiğimiz aylarda eşitlik ilkesi üzerine dört makale yayınlandı. Bu tür teorik araştırmaları çok az kişinin yazdığı ve yine çok az kişi tarafından okunduğuna dair bir izlenime sahip olduğum için bu makalelerin okunma oranı ve kendisine gösterilen ilgi beni çok şaşırttı. Makaleler oldukça uzun ve kendisini anlamak aşırı bir odaklanma gerektiriyor. Oysa bu iki husus da bugünler de yaygın olan zevk ve anlayışa aykırı. Ancak kaydedilen toplam okuma sayısı sekiz bini geçti. Doğrusu bu sayı, ağır içeriklerin – hafif içerikler gibi- kendileri için çaba harcanmayı hak eden bir okur kitlesi olduğu konusunda iyimser olmaya davet ediyor.
Bana öyle geliyor ki eşitlik konusunun kendisi buradaki en cazip faktör ve nispeten yüksek okuma sayısının arkasındaki sırdır. Eşitlik, içimizde çelişkili duygulara yol açan konulardan biridir. Bizleri gerekli gördüklerimiz ve rasyonel olan ile gerekliliklerine uymak istediklerimiz arasında ikili veya çelişkili bir tutum benimsemeye zorlayabilen bir konudur.
Bunun açıklaması şudur: Hepimiz, insanların eşit olduğunun aşikar ve belli bir husus olduğunu düşünmeye meyilliyizdir. Bu yüzden, nadiren durup hayal ettiğimiz eşitlik imgesi ile gerçek dünyadaki uygulamalarını karşılaştırırız. Ne var ki kimi zaman – hatta belki de çoğu zaman- kritik ve sıkıntılı seçeneklerle yüzleştiğimiz oluyor: Eşitlik hakkında hayal ettiğimiz imgeye karşıt bir tutum ile karşılaştığımızda, gözlerimizle gördüğümüze inanamadığımızda veya ünlü doktrinlerin geçerliliği konusunda şüpheye düştüğümüzde olduğu gibi.
Konuyu daha iyi açıklamak için kadın ve erkek arasında veya Müslüman ile Müslüman olmayan arasındaki eşitsizlik gibi eski İslam fıkhından bize miras kalan hükümleri örnek verelim. Bu hükümlere göre söz konusu gruplar, miras, diyet, zekat ve şahitlikte, idari görevler adı verilen görevleri üstlenmekte, iş, anlaşma, seyahat ve mülkiyet sahibi olmak gibi doğal olması gereken hakları bağımsızca uygulama konusunda eşit değildir. İş, seyahat ve mülkiyet gibi haklara “doğal” diyoruz çünkü doğanın kanunlarının ve Allah’ın yarattığı fıtratın bir parçasıdır. Dolayısıyla şeriat ve yasaların üstündedir. İsmen var olsa da fiiliyatta yok sayılmasına neden olacak şekilde kalıcı veya genel olarak sınırlanamaz.
Genellikle şöyle olur: İnsanlar ilkesel açıdan, yüksek ve bağımsız bir değer olarak eşitliğe inandıklarını açıklarlar. Ne var ki, yukarıda bahsettiğimiz uygulamalar ile karşılaştıklarında hemen çoğu geri adım atıp bir tür uzlaşı arayışına girerler. Hatta eşitliği bir değer veya genel olarak inkar etmeye kadar varabilirler.
Birçok deneyim ile insanların eşitlik ilkesine dair anlayışlarında üç sınıfa ayrıldıklarını fark ettim. Birinci sınıf, eşitliğin önceliğini ya da bağımsızlığını sorgular (bu kişiler genellikle eşitliğin adalet ya da şeraitten sonra geldiğini söylerler). İkincisi genel olarak eşitlik ilkesini sorgular. Öncelikli olması gerektiğini ve yüksek bir değer olduğunu ancak uygulanmasının mantıklı bir koşula bağlı olduğunu düşünür (Bu kişiler genellikle eşitliğin, erkek ve kadın vb. gruplar gibi eşit konumdakiler arasında olduğunu söyleyen Aristo ekolünü benimserler). Son sınıf ise –ki en az sayıda olduğunu düşünüyorum- eşitliği potansiyelinin sonuna kadar götürme çağrısında bulunur. Her ne kadar ilkelerin bir değer boşluğunda hareket etmediklerini aksine paralel ve rakip birçok değer, hedef ve standart ile bitişik ve etkileşim içinde uygulandığına inanıyor olsa da (Bu kişiler, tanınan düşünür Isaiah Berlin’in değerlerin rekabeti teorisinde seçtiği yorumunu benimseme eğilimindedirler).
O halde eşitlik, ilk bakışta göründüğü gibi apaçık ya da basit bir mesele değildir. Gelecek yazıda “fırsat eşitliği” düşüncesi ile toplumsal ve dağıtıcı eşitlik arasındaki farka geri döneceğim. Fakat şimdi yazıyı şu sözlerle bitirmek istiyorum: Eşitliğe gösterdiğimiz ilginin nedeni sadece ahlaki bir ilke ve yüksek bir erdem olması değildir. Eşitlik her şeyden önce ekonominin gelişmesi için bir gereklilik, şiddet, suç ve sosyal çatışmalara karşı etkin bir frenleyicidir. Bu nedenle insanların tamamını ilgilendirir.