Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

​Salgın ve politika

Salgın tüm insanların korktuğu yakın bir tehlike. Büyük küçük ve zengin fakir ayrımı yapmıyor. Dünyayı istila ediyor, tüm alanlarda dengelerini ve çatışan güçlerini değiştiriyor. Çünkü basitçe sağlığı ve hayatı, hastalık ve ölüm ile insanı hedef alıyor. Korona zamanında en tehlikeli insanlar, hükümetlerinin ya da uluslararası kuruluşların sağlık direktiflerine uymayanlardır. Bu gibi kişiler en büyük tehlikedir çünkü çocuklarını, anne babalarını, sevdiklerini ve toplumun tamamını hedef alan virüsün tehlikeli taşıyıcısıdırlar. Direktiflere uymayan tek bir kişi, onlar, yüzler ve binlere virüsü bulaştırma aracıdır.
İzolasyon ve inziva az insanın istifa etmeyi bildiği bir eğlencedir. Mamafih aynı zamanda birçok insan için zor ve sıkıntılıdır. İnsan denildiği gibi doğası gereği sosyal bir varlıktır. Başkaları ile arkadaş ve samimi olmak ister. Dolayısıyla izolasyonu ya derin bir bilinç ya da devletin gücü ve otoritesi ile gerçekleşebilir. Birincisini reddeden toplumlar kuşkusuz ikincisine boyun eğmek zorunda kalacaklar. Toplu yok oluş akıllı kimselerin seçeneği değildir.
İnsanların hafızasında salgın, derin bir acı ve bitmeyen bir hüzün ile bağlantılıdır. İnsanları oraya buraya dağıtan, ulaştığı her yere felaketler serpiştiren kaçınılmaz yok oluştur. Tüm ulusların insanlık tarihi kitapları, onun ayrıntıları ile doludur. İnsanlara neden olduğu yıkımı göstermektedir. Buradan yola çıkarak, edebiyatta salgını ele alan, insanlığın acılarını sergilemeye ve simüle etmeye çabalayan eserler de yazılmıştır. Çeşitli kültürlerde kendisi hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir. Bunlar arasında Nobel ödüllü büyük yazar Gabriel Garcia Marquez ünlü “Kolara Günlerinde Aşk”, yine Nobel ödüllü Fransız edebiyatçı Albert Camus’un “Veba” romanı da vardır. Farklı kültürlerde bu konuyu ele alan onlarca kitap yazılmıştır.
Bu satırların yazarı Hollywood’un 1995 yılında yaptığı “Outbreak” (Tehdit) filmini de hatırlıyor. Film, Afrika’da yayılıp ABD’ye ulaşan bir salgının hikayesini anlatıyordu. Filmdeki olaylar, askeri, siyasi ve sosyal boyutları ile salgınla yüzleşmek için yaşanan çatışmalar etrafında dönüyor ve sonunda virüse karşı aşının geliştirilmesi ile sona eriyordu. Bugün yeni tip koronavirüsü ile mücadelede dünyada yaşananlar bu filme ne kadar da yakın.
Film ve diziler, tüm sınıfları ve uzmanlık alanlarıyla insanlar arasında farkındalığı yaymada epey önemli bir unsurdur. Bu sebeple, herkese ulaşması gereken mesajları ulaştırmak için estetik ve eğlenceyi bir araç gibi kullanır. Dünyanın yaşadığı birçok önemli olay hakkında farkındalık yaratmakta oynadığı tarihi rol bunu ispatlamak için yeterlidir. Küresel düzeyde film ve dizilerin son yıllarda terör salgını ile mücadeledeki rolünü ve yol açtığı mükemmel etkiyi hatırlamak kafidir.
Edebiyat, dram ve tüm sanatlar insanlığı, dünyanın dört bir yanında yetkililerin ciddiyetinin, kendisi ile mücadelenin ve savaşın zaruri olduğunun altını çizdiği yaklaşan bu tehlikeye karşı bilinçlendirmek için el ele vermelidir. Zira Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un da belirttiği gibi daha savaşın başındayız.
Dünyada film ve dizi yapımına dair anlayışı değiştiren, diğer yapımcıların da farklı platformlar kurarak kendisini takip ettiği ve bu alana yeni bir ticari boyut kazandıran Netflix şirketi, bu dönemde 2020 yılında hazırlamış olduğu “Salgın” adlı altı bölümden oluşan bir belgesel dizisi yayınladı. Dizi, bugün yaşananlara tam anlamıyla benzer bir şekilde dünyayı istila eden küresel bir grip salgınından ve kendisi ile mücadele için harcanan sağlık çabalarından bahsediyor.
Arap dünyasında da diziler, bir biçimde salgınla mücadeleye katkıda bulunmalı ancak halihazırda bu durum neredeyse imkansız. Çünkü virüsün hedef aldığı sektörler arasında bu sektör de bulunuyor. Birçok yapım özellikle de Arap yapımlar durduruldu. Arap dizileri için en önemli sezon olan ramazan ayına yaklaşık bir ay kaldı. Ne var ki, virüsün gücü ve ciddiyeti, onunla mücadele tedbirleri nedeniyle yapımların birçoğu durduruldu.
Siyasi açıdan, virüsün Çin’de yayılmasından sonra dünya ülkeleri iki temel yoldan birini  benimsediler: İlki, kendisi ile kararlı bir biçimde mücadele etmek, virüsten korunmak, vatandaşlarını koruyup gözetmek ve onlara tüm hizmetleri sağlamak. İkincisi, kendisini önemsememek, umursamamak, ekonomik çıkarları ön plana çıkarmak. Birinci yolu takip eden ülkeler – ki bunlar arasında Suudi Arabistan ve BAE de var- başarılı oldu. İkincisini takip edenler başarısız oldu ve salgının yeni merkezleri oldular. Örneğin İran, İtalya ve Almanya gibi.
Bu salgın, dünyayı hızlı bir şekilde değiştirebileceğini ispatladı. On yıllar içinde gerçekleşen küresel açılımı, ulaşım ve iletişim araçlarındaki gelişmeleri, dünyanın küresel bir köye dönüşümünü koronavirüsü birkaç ay içinde yerle bir etti. Ülkeler sınırlarını kapattı. Küresel ve yerel ulaşım araçları durdu. İzolasyon herkes için gönüllü ya da zorunlu hale geldi çünkü virüsle yüzleşmenin başka yolu yok.
Salgınlar kimi zaman bir politikanın, toplumun ya da kültürün sonucu olabilir. Öte yandan politika da salgınların, gücünün, yayılmasının ve ciddiyetinin sonucu olabilir. Toplumların beslenme alışkanlıkları, adet ve gelenekleri salgınların nedeni olabilir. İnsanların tokalaşmak, sarılmak ve öpmek gibi alışkanlıkları ve kültürleri onların daha geniş çapta yayılmasına yol açabilir. Bugün dünyada yaşanan büyük değişim, salgının politika ve ekonomiye kendi şartlarını dayattığının, bir yandan bazı sektörlerini batırırken diğer yandan farklı emtialar için yeni pazarlar ürettiğinin açık bir kanıtıdır.
Virüsten kaynaklanan korku atmosferinde bazıları batıl inançlara yönelir. Herkesin istediği gibi ördüğü komplo teorilerine baktığımızda çoğunun batıl dini inançlara dayandığını, bilimsel sağlık talimatlarına uymayı reddeden toplumları yok edebileceklerini görürüz. Bu, dinlerin kendisi için bir tehlikedir. Özellikle de insanlar, kendilerini korkunç bir biçimde öldürecek hatalı ve yanlış dini yorumları dinden saydıkları için bunun karşısında bir şok yaşadıklarında.
Birkaç yıl önce Bill Gates televizyonda yayınlanan konuşmasında, insanlığı tehdit eden gerçek tehlikenin artık nükleer silahlar değil salgınlar, füzeler değil virüsler olduğunu, dünyanın hala böyle bir yüzleşme için hazır olmadığını belirtmişti. Bugün yaşananlar ne yazık ki bunu sonuna kadar kanıtladı.
Son olarak; bazı Avrupalı liderlerin insanların sevdiklerini kaybetmeye hazır olmaları gerektiğinden bahsettikleri bir zamanda Kral Selman’ın, bu salgın ile mücadele kapsamında vatandaşları koruyup gözetmek, himaye etmek için devletin elinden gelen tüm çabayı göstereceğini açık ve net bir biçimde belirtmesi, Şeyh Muhammed bin Zayed’in BAE devletinin de aynı hedef ve gaye için çabaladığını açıklaması tam bir paradokstur.