Sam Mensa
TT

Irak’ta salgın bahanesiyle uzlaşı girişimi

Tüm dünyanın gündemine oturan koronavirüs salgını, Irak’taki ABD ordusu ve İran’ın Devrim Muhafızları tarafından desteklenen Şii milis hareketleri arasındaki çatışmaları sekteye uğratamadı.
Çatışmalarda her iki tarafında kayıplar vermesi ‘Rafideyn Ülkesinde’ artan gerginliğin hangi boyutlara ulaşacağını merak konusu yapıyor. Devam eden çatışmalar bir dizi soruyu gündeme getiriyor, birincisi; İran, Irak'ta şiddeti niçin böylesi bir zamanda tırmandırmayı tercih etti? Oysa yaptırımlar ve salgın dolayısıyla, gerginliği tırmandırması ihtiyacı olan son şeydi. İran, sosyal-ekonomik dengesini bozan yaptırımlar ve salgından kurtulabilmek için hiç olmadığı kadar dış desteğe muhtaç durumdadır. İçeride protesto gösterileri devam etmekte ve petrol gelirlerinde düşüş yaşanmaktadır. İkinci soru; Washington’un kaçınılmaz yanıtının boyutlarının ne olacağıdır? Şüphesiz ABD’nin yanıtı, bölgenin geleceğinin şekillenmesinde son derece etkili olacaktır.
İran'ın gerginliği tırmandırma güdüleri ile ilgili olarak şu söylenebilir: Tahran yönetimi, ABD Başkanı Donald Trump’ın, yaptırımları kaldırmayacağı ya da hafifletmeyeceğine kanaat getirmiş durumdadır. ABD’nin bu zor zamanlarda, salgınla mücadele hususunda dahi yardımcı olmayacağı anlaşılmıştır. Her ne kadar İran, Uluslararası Para Fonu IMF’den destek istemişse de, söz konusu fonun Washington ile ilişkilerinin mahiyetinden habersiz değildir.
İran aynı zamanda, ABD’nin Irak’taki askeri güçlerini çekme niyetinde olduğunu bilmektedir, Kasım Süleymani suikastının ardından, ABD güçlerine yönelik intikam saldırıları ihtimalinin de, Washington’un bu kararını daha erken bir döneme çekmesini sağlayabileceğini öngörmektedir. Trump yönetimi, salgınla mücadele bahanesiyle, herhangi bir imaj kaybına uğramadan askerlerini Irak’tan tahmin edilen tarihlerden daha erken çekebilir. Buna rağmen İran’ın, bu eylemleriyle, ABD’nin bölgeden hemen çekilmesini istemediğini gösterdiğini farz edebiliriz.
Tahran yönetimi, Irak’taki ABD ordusunu Trump yönetimine karşı bir müzakere kartı olarak kullanmak istiyor olabilir. Bu varsayımı güçlendiren husus ise, Trump yönetiminin Afganistan’da ‘Taliban Hareketi’ ile yaptığı anlaşmadır. ABD, İslam Devleti kurma hayalinden vazgeçmesi ve uluslararası terörizmin beşiği olmaması koşuluyla Taliban’a meşruiyet tanımış durumdadır. İran da benzer bir anlaşma yaparak meşruiyet elde etmeye çalışıyor olabilir. Ancak İran’ın istediği şey, aynı zamanda Irak’taki varlığının meşru olarak kabul görülmesidir. Bu durumda Trump bir kez daha Irak’ı ‘altın bir tabak’ içinde İran’a teslim etmiş olacaktır. Şüphe yok ki ‘Irak kılçığı’ İran rejiminin boğazına takılmıştır. Sadece İslam devriminin ihracı ve Şii hilalinin selameti için değil, İran rejimi her zaman kendisine tehdit olarak gördüğü bu ‘arka bahçede’ egemenliğini pekiştirmek istemektedir.
Meseleyi ABD nazarından ele alacak olursak, Trump yönetiminin Afganistan benzeri bir anlaşma sunması şaşırtıcı olmayacaktır. Mademki ABD’nin birincil stratejisi, askerlerini çatışma bölgelerinden çekmek üzerine kuruludur, İran’la dolaylı bir anlaşma yaparak çıkarlarını koruma yoluna gidebilir.
Washington’un normalde, kendisine yönelik yapılan saldırılara yanıt vermekte aceleci davranmadığı bilinir, hâlihazırda da, Irak kamuoyunu mercek altına aldığı için, yanıt vermekte her zamankinden daha sabırlı davranacağını tahmin edebiliriz. Bugünlerde, parantez içinde belirtelim, en önemli gündem, Necef eski valisi Adnan el-Zürfi’ye hükümeti kurma görevinin verilmesidir. Bu görevin Zürfi’ye verilmesi, İran müttefiki partiler tarafından, anayasaya aykırı olduğu, protesto gösterilerini desteklediği ve ABD müttefiki olduğu gerekçeleriyle ciddi bir muhalefetle karşılanmıştır. Hatta milis güçlerden biri, kurulacak hükümeti devirmekle tehdit etmiştir.
Mukteda es-Sadr’ın tutumu ise belirsizliğini korumaktadır, ancak Zürfi’yi ABD’nin Necef’e müdahalesine sessiz kalmakla suçladığı bilinmektedir. Öte yandan Zürfi, Sadr Hareketi’ne bağlı ‘mavi berelileri’ protesto gösterilerini şiddet kullanarak bastırmakla suçlamaktadır.
Iraklı Şii grupları arasındaki tedirginlik, ABD’nin gözünden kaçmamaktadır, aynı zamanda İran’ın da Irak içindeki güç kaybını gözlemektedirler. Nitekim Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin zamanlaması, Irak’taki geniş halk hareketinin İran nüfuzuna karşı çıktığı günlere denk gelmiştir. Bu süreçte, İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani'nin Irak'ı ziyaret etmesi de, Iraklı Şii gruplar arasındaki ihtilafı sona erdirememişti.
İran rejiminin, Irak’taki ‘Şii evini’ düzenlemekte başarısız olması dikkati çekiyordu. Necef Havzası mali ve itikadi olarak ‘molla rejiminden’ bağımsız olmakta ısrar ediyor. Mukteda es-Sadr’ın Irak’taki en yüksek Şii merci Ali Sistani’nin, korona dolayısıyla cemaat namazlarının askıya alınması fetvasına itiraz etmeye cesaret etmesi de, bu bağlamda değerlendiriliyor.
İran'ın kamuoyunda ise, koronavirüs salgını, devlet otoritesi ve kurumları ile Dini lider Ali Hamaney’in on yıllar boyunca güçlendirdiği paralel devlet arasında da görüş ayrılıklarının derinleşmesine neden oldu. Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri’nin başını çektiği askerler, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin yetkilerini kısıtlamaya çalışıyor. Salgına dair krizin yönetiminin Sağlık Bakanlığı tarafından değil de, Savunma Bakanlığına bağlı sağlık birimi tarafından yönetilmesi de bunu kanıtlar nitelikte.
Bu gelişmeler ışığında denilebilir ki; Tahran ve Washington Irak'ta birden fazla kavşakta karşı karşıya gelmiş durumdadır. İki başkent, danışıklı bir dövüş içindedir ve birbirlerine öldürücü darbeyi vurmadan baskı uygulamaktadır. Kasım Süleymani suikastını ise istisna olarak değerlendirebiliriz. Bu suikastın da, tarafların, ABD’nin Irak’tan çekilmesi yönündeki müşterek arzusuna yaradığı konuşuluyor. Gerginliğin tırmandırılmasının iki tarafın da çıkarına olduğu iddia ediliyor.
Herkes şunu soruyor, ABD geri çekildikten sonra Irak nasıl şekillenecektir? İran gerçekten de bu boşluğu doldurabilir mi? Sünni, Şii, Kürt tüm bileşenleriyle Iraklılar bu boşluğu doldurmaya güç yetirebilecek midir? Yoksa ABD ordusunun 1993’te Somali’den çekilmesinin ardından, Mogadişu’da yaşanan intikam saldırılarının benzerleri Irak’ta da yaşanır mı? 
Bu sorulara, ABD Başkanı Trump’ın, İran’la Irak üzerinde bir anlaşmaya varması tedirginliği eşlik ediyor. Nitekim Trump, koronavirüs salgınının ABD ekonomisine olumsuz etkilerini ve buna bağlı olarak artan işsizlik sayılarını, Irak’ta bir uzlaşmaya vararak telafi etmek isteyebilir. Nitekim ekonomik başarıları, rakiplerine karşı kullandığı en büyük kozdu, salgın dolayısıyla bu kozunun değer kaybettiği biliniyor. Lübnan’da tutuklu bulunan ABD vatandaşı Amir Fahuri’nin serbest bırakılması, keza İran’da mahkûm eski asker Michael White’n koşullu olarak salınması da, İran-ABD uzlaşısı bağlamında değerlendiriliyor. Suriye’de tutuklu bulunan bir ABD vatandaşının daha serbest bırakılacağı söyleniyor.