Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

​Korona günlerinde hayat ve ölüm

Bütün dünyayı koronavirüs pandemisi sarmış durumdadır. Kovid-19 olarak isimlendirilen hastalık, bütün dünyayı kasıp kavurmaktadır. Mikroskopta taç gibi bir görüntüsü olduğu için bu virüse korona adı verilmiştir. Korona kelimesi Latince taç anlamına gelen Crown’dan gelmektedir. Korona kelimesi Yunanca’da  ise çelenk ve taç anlamına gelmektedir. Bu hastalık 2019 yılında ortaya çıktığı için 19 sayısı çıktığı yılı ifade etmektedir. Korona virüsü, insanlık için hayat yerine ölümü ifade eden bir taca ve çelenge dönüşmüş durumdadır.
Şehirler boşalmıştır. Herkes ortak yaşam yerlerini terk etmiş, evlerine çekilmiş durumdadır. Koronavirüse yakalanan veya ölen insanların haberlerini dünyanın her tarafından an be an takip ediyoruz.  Koronavirüs, sahici anlamda bir ölüm-kalım meselesine dönüşmüştür. Başka bir ifade ile koronavirüs, insanlık için bir beka sorunudur. Kendimize karantina uyguladığımız evlerimizde aynı zamanda hayatımızı devam ettirmenin mücadelesini veriyoruz. Koronavirüs hayatı ve ölümü iç içe tecrübe etmemizi sağladı. Ölüm ve hayatın birbirinden uzak değil, birbiriyle bütün olduğu gerçeğini modern insan yeniden hatırladı.
Koronavirüsün dayatmasıyla hayatımız ölümle iç içe geçti. Korona günleri, her gün ölümden kaçmaya çalıştığımız günler olarak geçmektedir. Bugünlerde yaşam, ölümün gölgesinde belirsizliği tecrübe etmek demektir. Korona günlerinde bu belirsizliği ortadan kaldırmak şeklinde bir seçeneğimiz bulunmamaktadır. Bugünlerde yapabileceğimiz tek şey koronavirüsün hayatlarımıza getirdiği ölüm ve hayat arasındaki belirsizliği, var olmanın ve hayatta kalmanın şartı olarak anlamaktır.
Kanserden, şeker hastalığından,  kalp krizinden, cinayetlerden her gün ölen insanların sayısı, doğal olarak koronavirüsten ölenlerin sayısından fazladır. Ancak koronavirüsün ölümcüllüğünü diğer tehlikelerle karşılaştırmak sağlıklı değildir. Koronavirüs yayıldığında kontrol edilemez şekilde büyük sayılarda insanın ölebileceği ihtimali, hepimizi ürkütmekte ve korkutmaktadır. Koronavirüsün hayatımıza ölüm korkusunu birincil duygu ve gerçeklik olarak sokmasının nedeni budur.  Korona günlerinde hepimiz, kendimizi ölüm gerçekliğinin yıkıcı ve soğuk yüzüyle karşı karşıya buluyoruz.
Koronavirüsün ölümcül etkilerinden korunmak için hayata dair her şeyi iptal etmemiz gerekmektedir. İlişkilerimizi, ilgilerimizi, işlerimizi iptal edip herkesten uzak bir şekilde kendi kabuğumuza ve evlerimize çekilmek en önemli güvenlik biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Koronavirüs, ölüme karşı hayattan çekilmeyi ve hayatımızı minimuma indirgemeyi dayatmaktadır. Şu anda dünyada sözü geçen tek otorite tacını giymiş olan koronavirüstür. Hayat ve ölüm, onun etrafında dönmektedir. Hayat ve ölümün iç içe geçtiği bugünlerde herkes kendisi için aslında önemli ve vazgeçilmezin ne olduğunu hatırlama ve anlama imkanına kavuşmuştur.
Dünyanın korona pandemisiyle olan tecrübesinden çıkaracağımız ders, sadece virüsün yayılmasını önlemek veya gıda stoklamaktan ibaret olmamalıdır. İtalya ve İspanya gibi ülkelerde koronavirüs hastalarının tedavi için aralarında tercih edilmek zorunda kalındığını,  gençlerin iyileşmesi için yaşlı hastalardan vazgeçilmesi zorunda kalındığına şahit olduk. Bütün dünya, korona salgınından şu büyük dersi çıkarırsa belki insanlığın geleceği adına umutlu olabiliriz: İnsan hayatı, her şart altında kutsaldır ve asla insan hayatına saygı prensibinden vazgeçemeyiz. İnsanlığımızın geleceği,  bütün hayatımızı insan hayatına saygı prensibine göre düzenlemeyi başarıp başarmayacağımıza bağlıdır.
Koronavirüs pandemisi, kendi hayatımızı tek başımıza korumanın imkansız olduğunu bize göstermiştir. Kendi hayatımızı korumak için, diğer insanların hayatını da korumalıyız. Koronavirüsten korunmak için, bu hastalığın bize bulaşmasından kendimizi korumak ve virüsü başkalarına bulaştırmama sorumluluğumuz bulunmaktadır. “Nerede insan varsa, orada merhamet ve sevgi vardır” diyen Seneca’nın hümanizmini yeniden keşfetmeliyiz.
İsa’nın dediği gibi, kendimizi sevdiğimiz gibi, komşumuzu da sevmek zorunda olduğumuz günlerden geçiyoruz. Seneca’nın dediği gibi, “Biz aynı denizin dalgalarıyız. Biz aynı ağacın dallarıyız. Biz, aynı bahçenin çiçekleriyiz.”Kendi hayatımızı koruma sorumluluğunun başkalarının hayatını koruma sorumluluğunu yerine getirmekten geçtiğini idrak ediyoruz.
Koronavirüsün ölümcül tehlikesine karşı insanlığın kendisini koruması için, herkesin bilgisini paylaşma konusunda işbirliği yapması lazımdır. Ülkeler koronavirüs hakkındaki bilgi ve tecrübelerini birbirleriyle paylaşmadıkları ve tedavi yöntemleri geliştirme konusunda işbirliği yapmadığı sürece, korona pandemisinin geriletilmesi mümkün değildir. Çin’in, Almanya’nın, Amerika’nın veya bir başka ülkenin tek başına koronavirüse karşı etkili bir tedavi yöntemi bulması mümkün değildir. İlk önce Amerika diyen bir anlayışın hiçbir küresel soruna deva olmayacağı açıktır. İnsanlık, bilgi ve tecrübe paylaşımına dayalı kolektif yardımlaşma ile koronavirüs pandemisinden kurtulmanın bir yolunu bulabilir. Korona günlerinde “İlk Önce İnsanlık!” demeyi öğrenmeliyiz. İnsanlığın en büyük başarısızlığı, şimdiye kadar böyle bir işbirliğini gerçekleştirememiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Evlerimize çekilmiş bir haldeyiz. Sevdiklerimizle aramıza mesafeler koymuş durumdayız. Fiziksel mesafeler,  duygusal, düşünsel, manevi ve sosyal yabancılaşma anlamına gelmemelidir. Koronavirüs,  fiziksel olarak bizi aramıza mesafe koymaya zorladığı gibi, aynı zamanda ruhlarımızı ve iç dünyalarımızı da birbirimize açmaya zorlamaktadır. Sağlık çalışanlarının çok zor şartlar altında çalıştığını biliyor ve takdir ediyoruz. Gökkuşağı renkleri canlılığında hayatımızın yeniden coşmasını istiyoruz. Resimler yapıyor, şarkılar söylüyor ve mizah üretiyoruz. Birbirimize moral ve motivasyon kaynağı olmaya çalışıyoruz. Koronavirüs nedeniyle  ölüm ve hayat mücadelesi verdiğimiz bugünlerde  birbirimize iç dünyalarımızı açmanın önemini sahici anlamda kavramalıyız.