Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

İngiltere ‘sürü bağışıklığı’ teorisinden pişman mı?

İngiltere Başbakanı Boris Johnson yakalandığı koronavirüs (Kovid-19) komplikasyonlarının artması sonucunda yoğun bakıma alınırken, ABD’nin Seattle şehrinde bulunan Sağlık Ölçümleri ve Değerlendirme Enstitüsü (Institute for Health Metrics and Evaluation) yayınladığı çalışmada, İngiltere’nin Avrupa’da en fazla sayıda korona kaynaklı ölümlerin yaşanacağı ülke olabileceği uyarısında bulundu.
Enstitünün araştırmasına göre İngiltere, Ağustos ayında Kovid-19 nedeniyle 66 bin vatandaşını kaybetmiş olacak. Bu sayı, o sırada Avrupa’da yaşanması beklenen toplam ölümlerin yüzde 40’ını temsil ediyor. Enstitü, çalışmasında bu beklentilerin arkasındaki nedenleri de listeledi. Bunların başında, İngiltere’nin nüfusun büyük bir bölümüne koronavirüs ve bağışıklık testleri uygulamakta çok geç kalması, hastanelerdeki yatak, yoğun bakım üniteleri ve solunum cihazları eksikliği geliyor.
Çalışmayı gerçekleştirenler, İngiltere’nin sosyal mesafe tedbirlerini hayata geçirme, önemli olmayan ekonomik faaliyetleri askıya alma ve okulları tatil etmekte gecikmesine (İngiltere bunları ancak 23 Mart’ta uyguladı) neden olan sürü bağışıklığı kavramını da eleştirdi. İngiltereli yetkililer elbette çalışmanın ortaya koyduğu bu karamsar senaryoya katılmadılar. Hükümetin sağlık danışmanlarından biyolog Prof. Neil Ferguson, ABD’li enstitünün tahminlerinin olması gerekenden iki kat daha yüksek olduğunu ifade etti. Ancak Ferguson’un bu açıklaması aynı zamanda bizzat İngiltere hükümetinin ölü sayısının 30 bin civarında olmasını beklediğini gösterdi.
Sürü bağışıklığı veya bir diğer adıyla grup bağışıklığı yeni bir kavram değil. Felsefesi; bir grubun ya da sürünün büyük bir bölümünün, bulaşıcı bir hastalığa karşı aşılanma yahut yakalanma ve iyileşme aracılığıyla bağışıklık kazanması halinde hastalığın yayılma şansının azalacağı düşüncesine dayanıyor. Buna göre, bağışıklık kazananlar hastalığa karşı bir tür koruyucu kalkan oluşturacağı için hastalık gerileyecek hatta sonunda tamamen kaybolabilecek. Eğer bu küresel ölçekte olursa, geniş çaplı ve başarılı aşılama kampanyaları sayesinde 1977 yılında yok edildiği açıklanan çiçek hastalığında olduğu gibi bazı hastalıkların ortadan kaldırılmasına yardımcı olabilir.
Sürü bağışıklığının sağlanması için bilim adamları, aşılanma ya da hastalığa yakalanıp iyileşme yoluyla bağışıklık kazananların oranının en az yüzde 60 olması gerektiğini düşünüyor. Hastalık ne kadar bulaşıcı olursa istenen hastalığa yakalanma oranları da o kadar yükselir hatta bazı durumlarda yüzde 90’a ulaşabilir. Sürü bağışıklığı felsefesi, herhangi bir bulaşıcı hastalığa karşı aşı ve toplu aşı kampanyaları geliştirme ilkesinde sağlam bir kavram haline gelmiştir.
Ancak koronavirüste (Kovid-19) durum farklı çünkü şu ana kadar salgın için henüz bir aşı geliştirilmedi. Dolayısıyla kendisine karşı bir aşı kampanyası başlatmak mümkün değil. Bu yüzden bağışıklığın sağlanması için geriye sadece hastalığa yakalanma ve iyileşme seçeneği kalıyor. Bu husus, İngiltere ve diğer ülkelerde bazılarının “sürü bağışıklığı” stratejisinin mevcut ve en uygun seçenek olabileceğini düşünmelerinin arkasındaki faktör olabilir. Bu, sürü bağışıklığı ile çok sayıda kişinin virüse yakalanması ve kaçınılmaz olarak bazı ölümler gerçekleşse de büyük bir oranının iyileşmesi ve bağışıklık kazanmasının istendiği anlamına geliyor.
Sorun şu ki, bazı mutasyona uğramış virüsler sürü bağışıklığı kavramının dışında kalmakta ve grip gibi mevsimsel salgın hastalıklara yol açmaktadır. Kovid-19 salgını söz konusu olduğunda, bilim adamları ve uzmanların virüs hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla sürekli mutasyona uğrayan virüs ailelerini ortaya çıkaran, daha önce enfekte olanları bile etkileyen, sürekli bir şekilde aşılanmayı gerektiren grip gibi mutasyona uğrama kapasitesine sahip olup olmadığını da bilmiyorlar.
İngiltere hükümetinin -bunu itiraf etmese de- başlangıçta sürü bağışıklığı teorisine yöneldiği aşikardır. Bu, izolasyon ve korunma tedbirlerini açıklama ve uygulamakta neden geciktiğini de açıklayabilir. Bunun yanında, ülkede konuyla ilgili tartışma, hükümetin bilim alanında başdanışmanı Sir Patrick Vallance’ın Başbakan Johnson’un da katılmış olduğu basın toplantısında bu teoriden bilimsel bir kavram olarak açıkça bahsetmesinden sonra şiddetlendi. Her ne kadar Sağlık Bakanı Matt Hancock, 15 Mart’ta yayınladığı açıklama ile hükümetin sürü bağışıklığı stratejisini benimsediğini reddetse de hükümetin virüsle mücadelede uyguladığı politikaların bu kavramın pratik uygulaması olduğuna inanan birçok taraf var.
Sözgelimi İngiltere’nin hayatın durması talimatını verme ve insanları izolasyon ve evlerinde kalmaya yöneltmekte gecikmesini ele alalım. Johnson hükümeti insanlara kamusal alanlarda diğer insanlarla aralarındaki güvenli mesafeyi (uzmanlara göre iki metre) koruma talimatını vaka sayısının 54’e yükselmesinden sonra vermeye karar verdi. Oysa Portekiz, bu talimatları verdiğinde koronavirüs kaynaklı ölüm vaka sayısı sadece bir taneydi. Avusturya ve Danimarka da hayatı durdurma ve insanlara evde kalmaları talimatlarını vermekte hızlı davranan ülkeler arasındaydı. Bu iki ülkede bu tedbirler alındığında vaka sayısı bini geçmemişti. Oysa İngiltere’de vaka sayısı 6 bin 600’e ulaştığında hükümet, söz konusu tedbirleri alma kararı aldı.
İngiltere hükümeti ayrıca hastaları tespit edip izole etmek için yapılan testlere başlamakta da gecikti. İki gün öncesine kadar uygulanan testler 213 bini geçmemişti ki bunların 55 bini pozitifti. Bu sonuçları Avrupa’da en yüksek test oranını kaydeden Almanya ile bir karşılaştıralım. Almanya yaklaşık bir milyon test uygulamayı başardı ve bununla da yetinmeyerek test uygulama kapasitesini günde yarım milyona yükseltti.
Bu durum, İngiltere Sağlık Direktörü Prof. Chris Whitty’i, pozitif vakaları erken keşfetmesine ve izole etmesine dolayısıyla örneğin İngiltere, İtalya ve İspanya ile karşılaştırıldığında ölüm oranının daha az olmasına yardımcı olan Almanya deneyiminden ders alınması çağrısında bulunmaya sevk etti. Kendisi de virüse yakalanan ama iyileşen Sağlık Bakanı Hancock, bakanlığının krizle başa çıkma yöntemi ve test uygulamasında yavaş olması, Kovid-19 ile mücadelede ön saflarda savaşan sağlık ekiplerinin ihtiyacı olan koruyucu malzemelerdeki eksiklik nedeniyle yoğun eleştiriler ile karşı karşıya kalıyor.
Kovid-19 virüsü ile başa çıkma konusundaki uluslararası gerçeklikten yola çıkarak, dünyayı sarsan ve Ocak ayında ilk kez Çin’de ortaya çıkışından bu yana 100 gün içinde yaşamı değiştiren salgınla mücadelede iki yönelimin öne çıktığını söyleyebiliriz. İlki, İngiltere’de büyük bir tartışma yaratan, virüsle mücadele için gerekli dev sağlık imkanlarından yoksun gelişmekte olan birçok ülkede de zorunlu olarak uygulanan sürü bağışıklığı teorisidir. İkincisi, ikinci dalganın yaşanmasını önleyecek bir aşı ya da ilaç geliştirilmesi umuduyla salgını mümkün olan en uzun süre sınırlamak ve kurbanlarının sayısını azaltmak için erken izolasyon, koruma önlemleri ve çok sayıda test uygulama ile somutlaşan eğilimdir.
Bilim adamları ve dünya, bu salgın ile başa çıkmakta başvurulan yöntemler hakkında karar vermeden önce biraz zamana ihtiyaç duyacaklar. Fakat bilhassa son birkaç gün içinde kurbanların sayısının hızla yükselmesi ve ABD’li enstitünün yayınladığına benzer karamsar tahminler ile İngiltere hükümetinin, katı önlemler almakta geciktiğine yönelik suçlamalardan endişe duyduğuna şüphe yok.