Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Yinelenen duvar depresyonu

- Bu günlerde nasıl hissediyorsun?

Ölüm, gündemin ilk maddesi olduğunda insanın hayatta kalmaktan başka bir amacı kalmıyor. Eğer bu amaç gerçekleşirse daha sonra yorumlar, okumalar ve kayıplar hakkındaki istatistikler için zaman olacaktır. Gerçekleşmezse de oyun sona ermiş demektir.

- Ama soruya cevap vermedin?
Sorunun benim gibi birisi için zor olduğunu itiraf etmeliyim. Ben iyimser bir adamım ve eskiden bu soruya iyimser bir yanıt vermeye alışıktım. Ne var ki şimdi durum farklı. Evimin içinde dolaşmakla geçirdiğim zaman bir tür depresyona girmeme neden oluyor. Uyandığında kendini tarihteki en büyük rehin alma eyleminin tanığı olarak görmek basit bir şey değil. Bu, küresel boyutta bir rehin alma eylemi ancak serbest kalma şartlarını müzakere edeceğimiz belirli bir kaçıran yok. Dünyanın diğer sakinleri ile birlikte merhametsiz kara bir elin tutsağı olduğun duygusu güvenini sarsıyor.

- Kime güvenini sarsıyor?
Her şeye. Sana yardım etmesi için hiç kimse ile iletişim kuramaman güvende olmadığını hissetmen için yeter. En tehlikeli düşman, gizemli olandır. Bilim insanlarının sırlarını çözemediği ve çılgınlığını dizginleyemediği gizli bir seri katil ile karşı karşıya olduğunu bilmek korkunç. İnsanlığın, görülmeyen bir virüsün dünyanın dört bir yanında bu kadar korkunç sayıda ölüme ve mezara yol açmasına izin vermeyecek bir güce ulaştığını sanıyorduk. Biz, bilimsel ve teknolojik ilerlemenin çocuklarıyız. Laboratuarlarımızın en korkunç sürprizlere hazır olduğunu zannediyorduk. Şehirleri, devletleri ve ulusları yok eden salgınlar zamanının geri dönmeyecek biçimde bittiğini, gezegenlere ulaşan, gizemlerin düğmelerini çözen bu insanlığın saygısız bir katili kontrol altına alabileceğini ve yaygınlaşmasını engelleyebileceğini sanıyorduk. Bilhassa “küresel köyün” yapay zeka, peşi sıra yaşanan devrimler ve ardı ardına gerçekleşen keşifler çağında birçok işi ve sorunu robotlara teslim etmeye hazırlandığını bildiğimiz için laboratuarlara, üniversitelere, bilime ve bilim adamlarına mutlak bir güven duyar olduk. Bilimsel ve teknolojik ilerlemenin öldüğünü söylemek istemiyorum. Eğer bunu yaparsam, insanın ormanda yaşadığı, şimşek ve gök gürültüsünden mağaraların karanlığına sığındığı zamanlarda olduğu gibi yazgının entrikaları ve doğanın öfkesi karşısında yalın, ona karşı hiçbir silahı olmadan durmaya geri döndüğü duygusuna kapılırım.
Deprem aynı zamanda bazı ülkelere ve tam olarak kurumlarına duyulan güveni de vurdu. Kurumlar hantal, eski ve bu tür sürprizlere hazırlıklı değil gibi göründü. Sanki dünya güven ya da açgözlülükte aşırıya kaçmış gibi. Ağıtlar yakmak istemiyoruz. Dünya hiçbir zaman bir hayır kurumu olmadı. Her zaman daha çok bir orman gibiydi. Ama ilerleme, insanın kardeşi insana karşı acımasızlığını azaltmak, doğanın vahşiliği ve felaketlerine karşı kendisini korumak için yasalar ve dizginler sağlamıştı.

- Bu demektir ki bir güven krizi yaşıyorsun?
Bu kriz, bireylerin ve kurumların kararlarının ötesine geçiyor. Deprem, dünyanın en güçlülerinin bile imajını sarstı. Donald Trump’ın sayacı durduramadan ölü sayısından bahsedişini duyduğunda üniversiteleri, filoları ve bankalarında akan ticari kanı ile içinde taşıdığın ABD imajı sarsılıyor. Küçük bir mikrobun, canlı, gürültülü, başarılı ve renkli New York’a diz çöktürmeyi başarması, dünyanın salgın kurbanlarının nasıl toplu mezarlara gömüldüğünü izlemesi basit bir şey değildir. Deprem sadece Trump’ın imajını sarsmadı. Süresiz olarak Mao’nun tahtında oturacak olan imparator ile Stalin’in ofisinde oturan James Bond’un imajını da sarstı. Avrupa’dan hiç bahsetmiyoruz bile. Salgın, başındaki haleyi ve ruhunu parçaladı. Herhangi bir ülkenin zor anlarda Avrupa’nın kucağına sığınabileceği duygusunu öldürdü. Avrupa çok yönlü bir yenilgi aldı. Büyük olasılıkla farklı bir dünyada, farklı bir Avrupa göreceğiz. Güçlü zannettiklerine güvenin sarsıldığında kaygı seni ele geçirir. Sormaya ya da düşünmeye alışkın olmadığın sorularda boğulursun.

- Ancak hayat sana karşı cimri olmadı?
Bu doğru. Finansal kurumlarda çalıştım ve yıllarımı havalimanları ile toplantılar arasında geçirdim. Başarı ve durmaksızın koşuşturma yıllarında bedenini ve ruhunu unutursun. Başarılarının biriktiğini ve sahip olduklarının ihtiyacından çok daha fazla olduğunu hissettiğinde bir şey gelip sana zayıflığını hatırlatır ve seni endişe karesine geri götürür. Deprem sonrası zararların felaket düzeyine ulaşacağını bildiğinde sükûnetini korumak zorlaşıyor. On milyonlarca işsiz, iflas etmiş kurumlar ve çatlamış hükümetler. Büyük bir öfke ve sesli protestolar. Sessizliği garanti etmek için korku yayan kurumlar, sakinleştirici formüller yaşlandı. İşsizlik, yoksulluk ve ümitsizlik oranının yükseleceği bir dünya yolundayız. Dünya ilk kez felaket koşullar ile karşı karşıya kalmıyor. Fakat acı olan en büyük felaketin siyasi, ekonomik ve sosyal geleceğimiz üzerinde etkili olacak gizli bir virüsün eliyle gerçekleşiyor olmasıdır.

- Zamanını nasıl geçiriyorsun?
Saatlerimi kitaplar, filmler ve üzüntülü bir şekilde evin içinde dolaşma arasında paylaştırdım. Fakat kitaplara güvenim de sarsıldı. Çünkü korona dünyanın çehresini değiştirmekte onlardan daha başarılı. Filmlere duyduğum hayranlığım azaldı çünkü salgının hayal gücü onların yönetmenlerinden daha zengin. Sözlerimden yükselen bu keder için kusuruma bakmayın ama gerçek bu. İzolasyon sizi savunmanızdan soyutluyor. Fırtınada uçmaya çalışan küçük bir kuştan ibaret hale getiriyor. Ömrünüzü harcadığınız bankalar kilitli ve ıssız. Sevdiğiniz meydanları yalnızlık kemiriyor. Bu, tarihteki en büyük kaçırma olayı.

- Peki, ne istiyorsun?
Koronanın rehinelerini serbest bırakmasını istiyorum. Yinelenen bu duvarlar bizi öldürdü.