Hasan Ebu Talib
TT

Kovid-19 ve iklim değişikliği arasındaki ince çizgi

Geçtiğimiz Mart ayında BM tarafından iki önemli rapor yayınlandı. Birincisi, 10 Mart’ta Dünya Meteoroloji Örgütü'nün (WMO) “2019 Küresel İklim Durumu Bildirisi”ydi. İkincisi ise, 20 Mart’ta yayınlanan İklim Değişikliği ve Su Raporuydu. Bu iki rapor, iklim değişikliği ve dünyanın farklı bölgeleri üzerindeki etkileri, küresel ısınma ve yüksek sıcaklıkların dünyanın tüm ekosistemi üzerindeki etkisinin boyutu, sosyal ve ekonomik kalkınma, insan sağlığı ve gıda güvenliği üzerindeki etkilerine ilişkin verileri gözden geçiren ve analiz eden bir dizi yıllık raporun parçasıdır.
Her iki raporda da dünyadaki karar yapıcıların ciddiye alması gerektiği çok sayıda önemli bilgi ve çıkarım bulunuyor. Özellikle, önümüzdeki Kasım ayında İngiltere’nin Glasgow şehrinde düzenlenmesi kararlaştırılan –yeni tip koronavirüs salgını kontrol altına alınabilirse- iklim değişikliği ile ilgili uluslararası konferansın, 2010 seviyelerine göre emisyonları yüzde 45 azaltmak için çeşitli mekanizmaları tartışacak olması göz önüne alındığında. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e göre, ilk raporun açıklandığı basın toplantısında, bu konferansın öncelikleri belirlendi. Bunlar, 2050 yılına kadar sıfır karbondioksit emisyonu için ulusal planlar ve stratejiler geliştirmek, bunun yanı sıra toplumların iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamasına yardımcı olan güçlü program, proje ve girişim paketleri oluşturmak ve uygulamak, yoksul ve zayıf ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlama programlarını desteklemek için gelişmiş ülkelerin bu yıl içinde 100 milyar dolar toplama taahhütlerini yerine getirmeleridir.
Söz konusu raporların önemine ve dünya üzerinde tüm insan yaşamını korumakla doğrudan bağlantılı olmasına rağmen koronavirüs salgınının günlük hatta saat başı heyecan verici haberleri, bütün unsurları ile yaşam üzerinde daha etkili ve tehlikeli sayılan iklim değişikliği sorununu da gölgede bıraktı. Bu iki tehlike arasındaki temel fark şudur: Salgın, canlar aldığı, insani faaliyetleri durdurduğu ve herkese baskı yaptığı için kendisi ile hemen ve gecikmeden mücadele etmek gerekiyor. İklim değişikliği ve etkileri ise, uzun vadeli ve kademelidir. Bu da, bazılarının korkunç etkilerinden uzakta olduğunu sanarak kendisi ile mücadelede rehavete kapılmasına yol açıyor.
Raporlar, geçen yılın olaylarını ele aldıkları için korona salgınına atıfta bulunmasalar da soruşturma ve ön çalışmalara konu olan bir ilişkiyi de içeriyordu. Hatta virüslerin yol açtıkları salgınlar ile sıcaklık dereceleri arasındaki ilişkiye dair bir umut vardı. Burada iki karşıt husus dikkatimizi çekiyor: Birincisi, birçoklarının umut ettikleri, bazı Fransız ve İtalyan uzmanların işaret ettikleri önümüzdeki yaz aylarında sıcaklık derecelerinin yükselmesinin virüsü ortadan kaldıracağı ya da en iyi tahminle yayılmasını tamamen sınırlandıracağıdır. Bu düşüncenin temelinde, koronavirüsün bileşimi ve çift katlı bir yağ katmanı ile kaplı olması nedeniyle soğuk ve daha az nemli bir ortama maruz kaldığında sert ve katı olması, bu sayede yüzeylerde ve plastiklerde 28 gün gibi uzun bir süre yaşayabilmesi yatmaktadır. Ki bu da kendisinin temas ve soluma yoluyla yayılmasına yardımcı oluyor. Dolayısıyla, sıcaklıkların yükselmesi, virüsün uzun süre hayatta kalma gücünü kaybetmesine neden olup sonunu hızlandırabilir.
İkincisi; sıcaklıkların yükselmesinin aksi bir sonuca neden olabileceğini belirtiyor. Çünkü sıcaklıkların yükselmesi ile dünyaya en yakın atmosfer tabakasında asılı kalan ince moleküller şeklindeki çevresel kirleticiler çoğalacak, rüzgarın hareketine göre virüsü bir yerden diğerine taşıyan taşıyıcılara dönüşecekler. Bu, virüsün daha geniş alanlara yayılmasına yardımcı olacak. Burada sıcaklık artışı ile son 20 yılda en büyük artışı yaşayan küresel ısınmanın ana faktörü olan karbondioksitin yükselmesinin tüm nedenlerinin kastedildiği akılda tutulmalıdır.
İş, dünyaya en yakın atmosfer tabakasını kirleten moleküllerin varlığı ile sınırlı kalmayacak. Aksine bu, birçok halk ve toplumun yeni tip koronavirüs ile mücadele gücünü de etkileyecek. Zira salgınla mücadelede en önemli iki metot, sosyal mesafe ile ellerin ve kıyafetlerin yıkanması, periyodik dezenfeksiyon ve sterilizasyon gibi periyodik hijyendir. Bu ise, kuraklık, çölleşme, tarım alanlarının küçülmesi, rekolte düşüklüğü, kasırgalar, yağmur haritalarının değişmesi gibi çeşitli olgulara neden olan iklim değişikliğinin etkisi ile birçok ülkede büyük bir sorunla karşı karşıya bulunan temiz suyun mevcudiyetine bağlıdır. Bu tehlikelere bağlı olarak iklim değişikliği, birçok halkın salgın ile mücadelede en önemli unsurlardan birinden, genel ve özel temizlik görevlerini yerine getirmesine yardımcı olacak sudan yoksun kalmasının nedenine dönüşüyor. Ayrıca, toplumdaki birçok grup için sağlık açısından daha fazla güçsüzlük ve zayıflık anlamına gelen ekonomik kapasitelerin azalmasına da yol açıyor.
Çelişkiler, korona salgını ile iklim değişikliği arasındaki bu iç içe geçme ve çakışma hali ile sınırlı kalmıyor. Farklı bölgelerde hava kirliliğini takip eden Avrupa ve ABD merkezli araştırma merkezlerinin periyodik raporları, Pekin, Roma, Yeni Delhi, Madrid vd. büyük şehirlerde hava kirliliğinin, üç ay öncesine göre yüzde 34 ila 39 oranında düştüğünü doğruladı. Bunun nedeni, endüstriyel faaliyetlerin durdurulması, toplumu sosyal mesafe kuralına uymaya zorlamak için toplu ulaşım araçlarının ve özel araç kullanımının azalması, vatandaşların günlük hareketlerinin kısıtlanmasıydı. Bu, salgına olumlu bir boyut katsa da etkisi sınırlı ve geçicidir. Toplumların bağlı kalacakları mücadele süresine bağlıdır. Nitekim salgının kontrol altına alınmasından sonra, neden olduğu kayıpları telafi etmek için insani ve endüstriyel faaliyetlerin zirveye dönmesi bekleniyor. Dolayısıyla dediğimiz gibi bu olumlu etki, geçicidir.
Yeni tip koronavirüsün yayılması ile iklim değişikliği arasındaki karşılıklı etkinin ortaya çıkardığı bu ince çizgi; iklim değişikliğinin salgın hastalıkların yaygınlaşmasıyla doğrudan ilişkili olduğuna yönelik genel hipotezi kanıtlamaktadır. Bunu da, genel olarak yoksul ve zayıf imkanlara sahip bazı Afrika ülkeleri gibi belirli bölgelerle sınırlı olsa da kolera, sıtma ve ebola gibi daha önce kontrol altına alınmış salgınların geri dönüşü için uygun ortamlar hazırlayarak yahut daha önce zayıf olan virüslerin genlerinin mutasyona uğrayıp daha saldırgan hale gelmesi aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Yeni virüslerin ortaya çıkışına ortam hazırlayan nedenlerden birisi de, doğal yaşam alanları zorla değiştirilen dolayısıyla doğal dengesini kaybeden, insana daha önce tanımadığı virüsleri bulaştıran bir taşıyıcıya ya da insanlar için ölümcül olacak virüslerin ortaya çıkışı için uygun bir ortama dönüşen yaban hayvanları ile insanlar arasındaki ilişkidir.
Her halükarda, insanın ekosistemi değiştirmesi, büyüdüğü ve alışkın olduğu bütüncül dengede bir dengesizliğe neden oluyor. Bunun bedelini de sonunda insan, hayatı ile ağır bir şekilde ödüyor. Doğayı kasıtlı olarak bozan faaliyetlerini durdurmaya gereken önemi vermedikçe dünya,ardı ardına gelecek salgınlardan kurtulamayacak.