Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Devrim, korana maskesini çekip aldığında

Lübnan’daki yasama organı, korona salgını nedeniyle uygulanan karantina ile kapıldığı altı haftalık ataletin ardından (elbette sorumluluk açısından uzun zaman önce kapılmış olduğu ataletten sonra) geçen hafta başında harekete geçmeye karar verdi. Ülke, Lübnan halkını patlamanın eşiğine getiren, halk ve iktidar olarak Lübnan’ı boğmakta adeta korona ile yarışan benzeri görülmemiş bir yaşam, finans ve ekonomi krizi içinde çırpındığı için milletvekilleri parlamentoda gerekli ve acil görünen bir oturum düzenleme kararı aldılar. Zira, ne devlet bununla yüzleşmek için geçici de olsa çözümler bulabiliyor ne de halkın dayanma ve susma gücü kaldı. Salgın maskeleri halkın sesini geçici olarak kıssa da bu elbette, durumun sonunda patlak vereceği bir yönde ilerlemediği anlamına gelmiyor.
Bankaların mevduat sahiplerine dayattığı “capital control” (sermaye kontrolü) işlemlerinin arka planında, her zaman yağma ve hırsızlıkta ileri giden daha sonra da borçlarını ödemesi için Merkez Bankasına güvenen (ancak tabi ki her zaman insanların bankalardaki mevduatlarından karşılanan) devletin, yükümlülüklerini yerine getirememesi ve borçlarını ödeyememesi olduğu açık. Aynı şekilde, dolar kurunun resmi olarak1507 sınırlarında kalsa da iki gün içinde 3300 Lübnan lirasına yükselerek kontrolden çıkmasının, devletin nihayet iflas ettiği ve temerrüde düştüğü anlamına geldiği de aşikar.
İki hafta önce, hükümetin borç sorununu çözmekte kendisine yardım etmesi için görevlendirdiği Lazard şirketinin tavsiyesi üzerine “haircut” yani insanların bankalardaki mevduat hesaplarından iskonto yapılmasından bahsedilmesi, büyük bir halk öfkesi dalgasına neden oldu. Durumun korona ve sağlık açısından tehlikelerine rağmen büyük bir patlamanın eşiğine gelmesine yol açtı. Çünkü yüzde 35’in üzerinde olan yoksul Lübnanlıların seçenekleri daraldı. Ya açlıktan ya da koronovirüsten ölmek arasında bir tercih yapmaktan başka seçenekleri kalmadı. Bu da doğal olarak büyük bir kaosa neden oldu. Bu kaosun ilk işaretleri salı günü düzenlenen toplantı ile ortaya çıktı. Her bölgeden harekete geçen halk heyetleri “Hepinizden hesap sormak için dönüyoruz” sloganları attı.           
Devrim nedeniyle duvarlar ve engellerle dolu parlamento yerine sosyal mesafeyi korumak için UNESCO binasında düzenlenen oturumun üzerinde bir an bile durmaya değmez. Zira ele alınan tüm konular, karar alınmadan komisyonlara sevk edildi. Oysa bilindiği gibi, Lübnan’da komisyonlar birer kararlar mezarlığıdır. Ancak daha ironik olan, milletvekillerinin altı haftalık süreden sonra düzenlenen ilk oturumda, tıbbi amaçla ekileceği (sanki Lübnan’daki laboratuarlar ve ilaç fabrikaları bunun için hazırmış gibi) söylenen Hint keneviri (esrar) ekimini serbest bırakan yasa tasarısını kabul etmeleridir.
Parlamentonun aldığı bir diğer ironik karar, bel, disk ve siyatik ağrılarının tedavisinde kullanılan “mikro pratic”in uygulanması hakkında bir düzenlemedir. Çünkü mali, ekonomik ve yaşamsal sorunlarının çözülmesini beklerken beli bükülen halkın buna çok ihtiyacı var.
Bu nedenle, yolsuzlukla mücadele ve ulusal yolsuzlukla mücadele komisyonunun kurulması talebi tekrar tekrar ve binlerce kez dillendirilmeliydi. Bu konu uzun bir zamandır bir girdabın içinde dönüp duruyor. Siyasi yolsuzluk devletin hazinesindeki son kuruşu bile çaldı ama politikacılar hala yolsuzlukla mücadeleden bahsediyorlar. Ne var ki parlamento, yolsuzlukla mücadelede iki temel hususu kabul etmedikçe bu hiç gerçekleşmeyecek:
Birincisi, bakanların dokunulmazlığının kaldırılmaması. Diğer bir deyişle onlara dolaylı olarak çalma ve yağmalama özgürlüğü tanınması. İkincisi, hırsızlıklarını ortaya çıkarmanın tek yolu olan banka hesapları üzerindeki gizliliğin kaldırılmaması. Daha ironik olan, parlamentonun bakanların fotoğraflarını halka açık yerlerden ve meydanlardan kaldırma teklifini bile reddetmesidir (elbette ezilmiş halka inat). Bütün bunlar, şu ana kadar yağmalanan mallarla ilgili gizlilik ve bakanların dokunulmazları kaldırılmayarak yağmacıların korunduğu anlamına geliyor. Lübnan’ı iflasa sürükleyenlerin, ülkenin düzelmesinin mümkün olmadığını keşfeden CEDRE (SEDİR) Konferansından gelecek 11 milyar dolar desteği elde etme şansından bile mahrum bırakanların, bir düzenleme ve yönetim kurulu atamayı kabul etmedikleri için devletin elektrik sektörüne 10 yıl içinde 40 milyar dolardan fazla harcamasına neden olanların korunduğu anlamına geliyor.
Yetkililer ve politikacılar arasındaki yolsuzluk suçlamalarına iftira süreci, insanların çığlıklarını neredeyse boğar ve burada, Hizbullah'ın merkez bankası ve hükümdarı Riyad Salameh'e karşı yıllardır şiddetli bir savaş yürüttüğü açıktır; ABD'nin aleyhindeki kademeli yaptırımlara uygundur ve bankalar, örneğin, İran ve hatta Çin ile Rusya'nın yüzleşemediği bu yaptırımların iflas ettiği "Jamal Bank" ın kaderiyle yüzleşemez!
Politikacılar ve yetkililer arasındaki yolsuzluk suçlamaları neredeyse halkın çığlığını bile bastıracak kadar yüksek. Burada, Hizbullah’ın yıllardır Merkez Bankası ve Başkanı Riyad Selame’ye karşı ateşli bir savaş yürüttüğü açıktır. Bu savaşın nedeni ise, Lübnan’ın başka çaresi olmadığı için ABD’nin Hizbullah’a uyguladığı yaptırımlara uymasıdır. Bankaların İran, Çin hatta Rusya’nın bile yüzleşemediği yaptırımlar nedeniyle iflas eden Jammal Trust Bank ile aynı kaderi paylaşmak istememeleridir.
Bu noktada, işlerin bankacılık sektörü ile sınırlı kalmayacağı neredeyse açıkça ortaya çıktı., Hizbullah, müttefiki Mişel Avn ile birlikte kurduğu tek renkli hükümet aracılığıyla yürütme organına el koyduktan sonra ülkenin ekonomik sistemini değiştirmek, Lübnan’ı İran’ın yönettiği direniş sistemine katmak için programlanmış bir planı uyguluyormuş gibi görünüyor. Sanki Lübnan rejimine müdahale etmek ve onu değiştirmek, Washington’un İran ve Hizbullah’a yönelik sertleşen yaptırımlarından geri adım atmasını sağlayacakmış gibi.
Politikacılar ve yetkililer arasındaki suçlama savaşı devam ederken Lübnan, koronadan çok ekonomik iflasla sarsılıyor. Cumhurbaşkanı Avn’ın geçen hafta düzenlenen Bakanlar Kurulu toplantısının başında, yıllar içinde devleti yıkanların, kamu borcunun artmasına neden olan finansal ve finansal olmayan ihlalleri gerçekleştirenlerin yıllardır medyada, söylemlerinde, açıklamalarında, analizlerinde ve imalarında devlet ve kurumlarını hedef alan bazı politikacılar olduğunu söylemesi oldukça şaşırtıcıydı. Nitekim bu sözler üzerine birçok kişi şunu söyledi: Avn daha önce “yolsuzlukla ilgili kanıtları olanlar bunları masaya koysunlar” demişti. Peki neden şimdi kendisi kanıtlarını masaya koymuyor, neden her şeyi açıklamıyor? Lübnan gibi bir ülkenin cumhurbaşkanının yapması gereken, ihlallerde bulunanların ve devleti yıkanların cezalandırılması için isimleri, olayları, rakamları ve tarihleri belirlemek, mahkemeleri harekete geçirmek ve yargıyı reform etmek değil midir?
Avn’ın dediği gibi, “Bu tür ihlallere karşı sessiz kalınmamalı. Halkın hakem olması için gerçekler tarafsızlıkla kamuoyunun önüne konulmalıdır.” Bunun gerçekleşmesi için ise önce yargı, şeffaf, dürüst ve tüm şüphelerden uzak olmalıdır ki cezaevlerinin kapıları, bu zavallı ülkeyi yağmalayanlara açılabilsin. Zira bu ülkede, milletvekilleri ve bakanlar parlamento çatısı altında birbirlerini alenen yolsuzlukla suçlarken, şu ana kadar adalet karşısına çıkarılan bir tane bile politikacı görmedik. Aksine parlamento salı günkü oturumunda, bakanların dokunulmazlığını ve banka hesapları üzerindeki gizliliği kaldırma önerisini reddetti. Diğer bir deyişle, politikacılara dolaylı olarak devlet hazinesinde hala çalınacak bir şey kaldıysa dilediğiniz gibi çalın dedi.
Pratik açıdan, zenginlikleri yağmalanan ve 17 Ekim’de “hepiniz yani hepiniz” sloganı ile yozlaşmış devlete karşı ayaklanan Lübnan halkının çoğu, koronanın, insanları iflasa sürükleyen ve aç bırakan bu devlete bir nefes alma fırsatı verdiğini düşünüyor. Ancak işler böyle dramatik bir şekilde süregidemez. Salgın sona ermese bile açların devrimi korona maskesinin kendisini koruyamayacağı devleti istila edecektir.